01 Aralık 2007

Onlar ve Bizler...

Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar adlı eserinden alıntıdır.

...Ve biz onlara diyeceğiz ki:

Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve çıkarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldığını ileri sürdüler. Biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık. Her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. Esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. Sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. Ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. Bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakarlıktı. Arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. Onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! Bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. Onlar da sizin gibi onlardı. Düzeni çok iyi kurmuştunuz. Hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. Kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. Gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. Tabii sizler de bu arada boş durmadınız. Birtakım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. Sizlere ne kadar minnettardık. Buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (Sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. Bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle, anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. Böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. Bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.

27 Kasım 2007

DTP, ETP, FTP... Harf çok ZTP’ye kadar yolu var

Günlerdir tartışılıyor...

DTP kapatılsın mı?

Kapatılmasın mı?

*

Kapatılırsa ne olacak?

Yenisi açılacak.

Kapattın daha önce...

Yine açtı.

*

Peki...

Mesela, Avrupa’da parti kapatan "tek" devlet bizimki mi?

Değil.

Ama, Avrupa’da "en çok" kapatan bizimki.

Niye?

Çünkü, Avrupa’da kapatılan partiyi, hem de aynı kadrolarla, bir daha açtırmazlar adama...

Yok öyle yağma!

Bizde ise, çaycı alırken bile temiz káğıdı istiyorlar, parti kurmaya kalk, tescilli PKK’lı bile olsan, fark etmiyor...

Bile bile lades!

*

E sonra?

"Aç kapa, aç kapa!"

Nasıl olsa, soran yok...

"Kardeşim, devlet mi yönetiyorsun, musluk reklamı mı çekiyorsun?"

*

Halbuki...

3 satır tarih okusan.

Aradan 89 sene geçmesine rağmen, Kürt Teali Cemiyeti ile PKK arasında hiçbir fark olmadığını görürsün.

Bu topraklarda kurulan, Kürt İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, Kürt Milli Fırkası’nı, Kürdistan Teşriki Mesai Cemiyeti’ni hatırlamazsan... Hadiseyi sadece DTP’den ibaret sanman, normal.

Osmanlı’daki Jin, Rozi dergilerini, Serbesti Gazetesi’ni bilmezsen...

Roj TV’yi yeni icat zannetmen de, normal.

Suudi Arabistanlı Lawrence vardı da, Binbaşı Noel yok muydu?

Bugün Amerikalı General Petraeus var da, o gün, Amiral Bristol yok muydu?

Şeyh Said’in taaa 1925’te ayaklanma için belirlediği tarih, Nevruz değil miydi?

Zaten asıl mesele, yine Musul’un, petrolün paylaşımı değil miydi?

*

Öyleydi... Ama, demem o değil.

*

PKK’nın 1978’de kurulduğunu kabul edersek, o günden bugüne, yönetim kadroları aynı mı?

Aynı.

Ya bizim?

10 başbakan değişti.

6 cumhurbaşkanı.

*

Var mı devlet politikası?

Yok.

Ecevit’in yoğurt yiyişi farklıydı, Demirel’in farklı... Yılmaz başka baktı, Çiller başka, Erdoğan başka bakıyor... Evren’in görüşü ne yöndeydi, Özal’ın ne yöndeydi, Gül’ün ne yönde?

Öbürü, ısrarla, hep aynı hat üzerinde ilerliyor.

Sen, habire şerit değiştiriyorsun.

*

Netice?

İşte böyle, döner dolaşır, gelirsin başladığın noktaya ve sanki ilk kez duyuyormuş gibi sorarsın, "kapatalım mı, kapatmayalım mı?"

Yılmaz Özdil - Hürriyet, 27 Kasım 2007

Kemalist Devrim ve Kürt-İslam Sentezi...

Yaygara yeniden başladı...

AKP'ye arka çıkan ABD ve AB'li "akıl hocaları"yla onların Türkiye'deki uzantıları "Soros çocukları" son günlerde yine aynı tekerlemeyi söylüyorlar:

"Kemalist devlet yapısı çökmedikçe Türkiye demokratikleşemez, yeni dünya düzenine ayak uyduramaz..."

Kaynak Yayınları'ndan çıkan İskender Gökalp-François Georgeon'un derlediği "Kemalizm ve İslam Dünyası" adlı kitabı okurken, Türkiye'nin dününü ve bugününü anımsadım...

Arkadaşım Cüneyt Akalın'ın güzel Türkçesiyle okura sunulan kitap, gerçekten yakın tarihimize ışık tutuyor...

1984 yılında uluslararası üne sahip uzmanların katılımıyla yapılan "Kemalizmin Magrip ve Doğu'daki Etkileri" konulu toplantı sonuçlarının bir bölümü yer alıyor kitapta.

Kemalizm "İslam Toplumu" üzerinde nasıl etki yapmıştır? Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kanları ve canlarıyla kurdukları Cumhuriyetimizden hangi İslam ülkeleri etkilenmiştir?

Bugün Türkiye'yi, tarikatların şemsiyesi altında, ABD ve AB ülkelerinin desteğiyle yöneten Nakşi İskenderpaşa Dergâhı'ndan yetişenler yönetiyor...

Karadeniz'de Türk-İslam sentezi; Güneydoğu'da Kürt-İslam sentezi "AKP şemsiyesi" altında yaşam buluyor...

Bir İslam ülkesi olan Türkiye, laik demokratik sistemi Kemalizme borçludur...

Bu aynı zamanda bir aydınlanma devrimidir ve aklın özgürleşmesidir...

***

Mustafa Kemal'in "Aydınlanma Devrimi"ni baskıcı, faşist olarak gören İkinci Cumhuriyetçiler, dinciler, Soros çocukları, Kürtçüler bugün ABD'nin Irak'ı işgalini, Büyük Ortadoğu Projesi'ni "demokrasi ve özgürlükler" adına ayakta alkışlıyorlar...

12 Mart'ları, 12 Eylül'leri yapan faşistleri "Atatürkçü" olarak görmeyi görev edinen aynı kesimin neler yazdığını anlatmaya gerek yok!..

Bunlar arkalarına dönüp bakmıyorlar, bir kez olsun!..

Suudi Arabistan Kralı Abdullah, 10 Kasım gününün Atatürk'ün ölüm yıldönümü olduğunu bilmiyor mu?

Bilerek geliyor Ankara'ya ve Anıtkabir'i ziyaret etmiyor, "Vahhabi" geleneklerini öne sürerek...

10 Kasım günü Türkiye'den ayrılırken Esenboğa'da VIP Salonu önündeki direklerde "Suudi bayrağı" yoktu...

Türk bayrağı ise yarıya indirilmişti...

Suudi heyeti bunu kabul etmedi...

Nedeni de şuydu:

"Bizde Kelime-i Tevhid'in bulunduğu yeşil bayraklar hiçbir zaman yarıya inmez!"

Suudi Kralı laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'da her istediğini uygulatıyor; Abdullah Bey'i, Tayyip Bey'i kaldığı otele çağırıyor...

Otelde şifreli yayınlar kaldırılıyor, bar bölümüne duvar örülüyor, minibarlardan içkiler toplatılıyor.

Alın size Türkiye'nin 2007 fotoğrafı...

Atatürk, laik demokratik Cumhuriyeti, "Türkiye'yi imamlar yönetsin", Öğretmenler Günü'nde "mevlit okunsun", "tarikat yurtları açılsın", "Kürtçüler silahlanıp dağa çıksın" diye kurmadı...

Ne demişti Mustafa Kemal:

"Yurtta sulh, cihanda sulh!"

***

Kaynak Yayınları'ndan çıkan "Kemalizm ve İslam Dünyası" beni tarihin derinliklerine indirdi...

Bugün Güneydoğu'yu kuşatan "Kürt-İslam Sentezi"ne dayalı "Kürt milliyetçiliği" AKP'yle yaşam buluyor, DTP'nin "Kürtçülüğü"ne karşı ivme kazanıyor...

Hizbullah 1990'lı yılların başında, PKK'ye karşı "devletin desteğiyle" örgütlenmedi mi?

Bizim "Soros çocukları" nedense bu konulara hiç girmezler...

Örneğin 12 Eylül'de salt "Kürt aydınları"nın işkenceden geçtiğini anlatıp "Türk aydınları"na dokunulmadığı mesajı verirler...

Oysa 12 Eylül faşizmi Türk'ü de, Kürt'ü de, Lazı da, Çerkezi de, Aleviyi de, Sünniyi de işkenceden geçirip zindanlarda çürütmedi mi?

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 27 Kasım 2007

Cami Kapısından Kaldırılan Ayet...

İstanbul'un göbeği Eminönü...

Eminönü'nde Zeynep Sultan Camii...

Caminin kapısına Kuranıkerim'den bir ayet asılmış...

Maide suresinden 51'inci ayet...

Diyor ki:

"Ey Müslümanlar!..

Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudur.

Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır."

*

Hürriyet gazetesi, Eminönü müftüsü Muharrem Bilgiç 'i aramış...

Müftü Efendi demiş ki:

"Cami imamını hemen arayacağım. Bir ihtar yazısı yazıp (ayeti) hemen kaldırttıracağım." (Hürriyet 24 Kasım 2007).

Yazıya devam etmeden, Maide suresinden 64'üncü ayetin ilk tümcesini de sunayım:

"Yahudiler 'Allah'ın eli sıkıdır' dediler..

Dediklerinden ötürü elleri bağlansın, lanet olsun..."

*

Olayı bildiren Hürriyet'in başvurduğu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı İzzet Er'in açıklamasını da kısaca aktarıyorum:

"...Biz İstanbul Müftülüğü'ne talimat verdik. Müftü Bey'in o imam hakkında gereken ikazı yapacağına inanıyorum ben...

Kesinlikle Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarımıza karşı öyle bir tavrımız yok.

Zeynep Sultan Camii'ndeki yazıyı doğru bulmadık."

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sayın Er, Kuranıkerim'in ayetini "doğru bulmuyor"...

Ve karşı çıkıyor...

*

Türbancı Başbakan RecepTayyip ...

Türbancı Cumhurbaşkanı Gül ...

Her ikisi de Cumhurbaşkanı Şimon Peres'ten başlayarak Yahudi kavminin ileri gelenleriyle dostluk tezahürleri içinde...

Hem türbancılık yaparak İslamcılığı politikada, devlet yönetiminde, laik cumhuriyette öne çıkarıyorlar; hem cami kapısından Kuran ayetini kaldırıyorlar...

*

Bugün Türkiye dünyada faiz şampiyonu...

Faiz için Bakara suresinin 275'inci ayeti ne buyuruyor:

"Faiz yiyenler mahşerde, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..."

"Allah, faizi haram kıldı..."

Türbancı AKP yönetimi, faizcilik denen günahı 'tefecilik' düzeyine tırmandırdı...

Amerika'nın idare ettiği Ilımlı İslam Devleti modelinde tesettür yalnız kadına uygulanmıyor...

Asıl tesettür yurttaşın gözlerindeki bağdır...

*

Kuranıkerim'i içselleştirmek için okumak gerek...

Bu köşede bir süreden beri başlatılan fikir eyleminin özü budur!.. Kuran'ı okuyan aklı başında yurttaş, Atatürk devriminin kaçınılmaz gereğini duyumsayacak ve anlayacaktır...

İslamcılar yurttaşlarımızı hurafelerle ve aslı astarı bulunmayan, sonradan uydurulmuş sözde hadislerle aldatmaya çalışıyorlar..

Yurttaş, Kuranıkerim'i okumalı!..

İslamda aracı papazlara yer yok!..

İlhan Selçuk - Cumhuriyet, 27 Kasım 2007

26 Kasım 2007

Kuran Ayetleri...

'Tecahül-ü arifane' deyişi eski dilde 'bilerek bilmezlikten gelmek' anlamına kullanılırdı...

Türkiye'de bilerek bilmezlikten gelinen en önemli ve çarpıcı konu ne?..

Askıya alınan Kuranıkerim ayetleri bizim toplumda bilerek geçiştirilir...

Aile, miras, ceza ve ekonomi alanlarında Kuranıkerim'in nice kuralı, buyruğu, hükmü, Türkiye'de yasaklanmıştır...

Dinciler bu alanda sanki dillerini yutmuşlardır...

*

Batı'da -herkesin bildiği ya da bilmesi gerektiği gibi- demokrasi ilk aşamada dinde 'Reform' la tohumlanmıştır...

Sonra Rönesans (Yeniden Uyanış) ve Aydınlanma devrimi gündeme girmiştir...

Atatürk devrimi, 'Reform-Rönesans-Aydınlanma' üçlemesini 'Milli Kurtuluş Savaşı' ile birlikte bir kuşağın tarihsel bilincine aşılayan olağanüstü bir uygarlık atılımıdır...

Dünyada ve İslam coğrafyasında tektir...

*

Hıristiyanlıkta Reform, Kilise egemenliğine karşı dinde evrimle gerçekleşti...

Luther , okullarda belletilir...

Peki, İslamda reform yaşandı mı?..

Milattan sonra 600'lerde başlayan İslamın 1000'li yıllarında ortaya çıkan Gazali 'yle bu defter dürülmüştür; bugün bile -Türkiye dışında- İslam coğrafyasında dinci kireçleşme beyinlerde çözülemedi...

Peki, Atatürk devrimi İslamda, dinsel açıdan, ne anlam taşıyor?..

*

Atatürk devrimi aynı zamanda ve kapsamda dinde reformla Aydınlanmayı içeriyordu.

Bu tarihsel dönüşümde türbancılık yüzeysel ve biçimsel bir siyasal kurnazlığın ötesinde içeriğe sahip değildir...

Evet, 21'inci yüzyılın başında, Türkiye'de, AKP iktidarında Kuranıkerim'in birçok ayeti askıya alınmış bulunuyor...

Ceza hukukunda..

Aile hukukunda..

Miras hukukunda..

Kamu hukukunda..

Kuranıkerim'e aykırı kuralları say say bitiremezsin...

Bütün bunlar dururken kadını ikinci sınıf insan saymak üzerine erkeğin kıskançlık güdüsüne dayanan türban kavgasını yürütmek, Müslümanlık şuuruna yakışmayan bir politika üçkâğıtçılığıdır...

*

Millet, toplum, halk ve Müslümanlar, emperyalizmle işbirliği yapan AKP'nin üçkâğıdına getirilmek isteniyor..

Türkiye'de bugün bir referandum yapılsa ve sorulsa...

Ey Müslümanlar!..

Atatürk 'ün devrimine karşı mısınız?..

Mirasta kız çocuğu erkeğe göre yarı yarıya az mı alsın?..

Aile hukukunda erkek 'boş ol' dediği zaman kadını kapının önüne mi koysun?..

Kadına nafaka kalksın mı?..

Erkek, istediği zaman kadını dövsün mü?..

Dayak yasal bir hak mı sayılsın?..

Kadın ile erkek eşit olmasın mı?..

Erkek, yurttaşlık hukukunda kadına egemen mi sayılsın?..

Referandumun sonucu ne olur?..

*

Atatürk devrimi Kuranıkerim'in birçok ayeti yerine laik ve çağdaş uygarlığın kurallarını getirerek dinde reformu gerçekleştirmiştir...

Ancak bu gerçek dile getirilmez...

Dinciler de, bu gerçeği dile getireceklerine, türbancılık oynamayı yeğliyorlar...

Yapılacak iş, bu gerçekleri olduğu gibi Müslümanlara anlatmaktır...

Yalnız namaz kılmakla ve oruç tutmakla veya türbancılıkla Müslümanlık biçimseldir...

Kuranıkerim'in buyruklarını tümüyle yerine getirecek miyiz?..

Yoksa dinde reformu benimseyecek miyiz?..

İlhan Selçuk, Cumhuriyet - 20 Kasım 2007
Related Posts with Thumbnails