14 Eylül 2007

Atatürk'den din tacirlerine

Adî ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini âlet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına âlet yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca isimli hainler, hep bu sonuca sürüklenmişlerdir. Böyle yapan halife ve din bilginlerinin arzularına kavuşamadıklarını, tarih bize sayısız örneklerle açıklamakta ve kanıtlamaktadır. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle bilginler görmeye katlanması olasılığı yoktur. Artık kimse, öyle hoca kılıklı sahte bilginlerin yalan dolanına önem verecek değildir.

En bilgisiz olanlar bile o gibi adamların niteliğini gerektiği gibi anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir güven sahibi olmaklığımız için bu uyanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti, gerçek kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle, hatta artan bir kararlılıkla korumalı ve sürdürmeliyiz. Eğer onlara karşı, benim kişiliğimden bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben kendim onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim milletimin yaşamıyla ilgili, o adım milletimin yaşamına karşı bir kötü niyet, o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde arkadaşlarımın yapacağı şey, kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı tepelemektir.

Şüphe yok ki, millet birçok özveri, birçok kan pahasına, en sonunda elde ettiği vazgeçilmez ilkesine kimseyi saldırtmayacaktır. Bugünkü hükümetin, meclisin, yasaların, Anayasa'nın nitelik ve sebebi hep bundan ibarettir. Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Sayalım ki, eğer bunu temin edecek yasalar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.

1923 (Atatürk'ün Söylem ve Demeçleri II, s. 146)

13 Eylül 2007

Moon Tarikatı ve Nur Tarikatı

- SUN MYUNG MOON, Kuzey Koreli fakir bir köylü çocuğu, mühendislik eğitimi almış, Moon Tarikatı'nın kurucusu.

- FETHULLAH GÜLEN, Erzurum 1942 doğumlu. Vaiz kadrosunda memur, şu an emekli, fakir bir köylü çocuğu, yüksek öğrenim görmemiş, Nur Cemaati'nin lideri.

- Sun Myung Moon, 1954 yılında Seul'de, bilinen adıyla "Moon Tarikatı", resmi adıyla "Birleştirme Kilisesi"ni kurdu.1951'de Kore'yi işgal eden ABD, Güney Kore'yi sömürgeleştirirken bir yandan da Hıristiyan tarikatını (Moon) kurdurarak, bu tarikat marifetiyle, Güney Kore nüfusunun yüzde 40'ı, Budistlikten vazgeçirip Hıristiyan yapıldı.

CIA'ın kurduğu Kore CIA'nın Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak da, Moon tarikatının en güçlü isimleri arasında yerini aldı. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi'ni örgütledi. Sun Myung Moon, 1959'da Amerika'ya yerleşti. Kiliseleri birleştirme çalışmalarında 1989'a kadar Anti-komünist mesajlar ağırlıkta iken, komünizmin çöküşü ile Batı'nın komünizmden sonra en büyük tehlike gördüğü, İslamiyet'e yöneldi.

- Fethullah Gülen, bugün dört kıtada faaliyet yürüten örgütünün temelini, İzmir Kestanepazarı'nda kurduğu "İmam Hatip ve İlahiyat'a Öğrenci Yetiştirme Derneği" ile attı.

Bunu takiben, Komünizmle Mücadele Derneği'ni kurdu. İlk şubesini 1954'te İzmir'de açan bu Derneğin ikinci şubesi Gülen'in memleketi Erzurum'da açıldı. Aynen Moon Tarikatı'nda olduğu gibi Komünizm ile mücadele hedef olarak seçildi. O sırada, Komünizmle Mücadele Dernekleri'nden yetişenler de "komando kamplarını" kuruyordu. İlginç olan, her iki kampında aynı mekânlarda düzenlenmesidir.

Eğitmenleri de aynıdır. Sonuçta Nur'cuları da, Komandoları da aynı kişiler eğitiyor.
(Bkz. Adnan Akfırat, Teori Dergisi, 2005)

- Moon Tarikatının dünyanın birçok yerinde vakıfları, işletmeleri, okulları, medya kuruluşları mevcut olup, fakir bir köylü çocuğu olan Sun Myung Moon'un bugün müthiş bir portföye sahip olduğu dikkat çekiyor.

- Örgütlenme biçimi Moon ile aynı olan ve fakir bir köylü çocuğu olan Fethullah Gülen cemaatinin; Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan rapora göre, 1998 yılı itibariyle:

"Yurtiçinde, 85 vakıf, 18 dernek, 89 özel okul, 207 şirket, 373 dershane, yaklaşık 500 öğrenci yurdu ve biri İngilizce yayımlanan 14 dergi, 15 ülkede yayımlanan 300 bin tirajlı Zaman gazetesi, ulusal düzeyde yayın yapan iki radyo ve uluslararası yayın yapan Samanyolu televizyonu; yurtdışında, 6 üniversite ve yüksekokul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 dil ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu ve 21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kuruluşu" bulunuyor.
(Bkz. Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan Bilgi Notu, s.4 ve 5)

Moon Tarikatının sahibi olduğu ABD'nin en büyük gazetelerinden biri olan Washington Times gazetesi ile Fethullah Gülen'in Türkiye'de yayınlanan Zaman gazetesi arasında sıkı bir işbirliği olduğu söyleniyor.

Zaman Gazetesi'nin İngilizce olarak çıkardığı gazetede BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın 15 gün ara ile köşe yazısı yazacağı, Zaman Gazetesi tarafından iki hafta önce okuyucularına duyuruldu.

- Myung Moon liderliğindeki tarikat, Kiliseleri birleştirmek (Unifi-cation Church) felsefesini yaymak amacıyla düzenlediği toplantılarda çeşitli ülkelerin tanınmış isimlerini bir araya getiriyor ve bu ülkelerde örgütlenmeye çalışıyor Tarikat, Hıristiyanları birleştirmenin yanı sıra, Müslümanlarla Hıristiyanları da birleştirmeği gaye edindiği için İslami kesimi de hedef kitle seçiyor.

Türkiye'deki ilk girişimleri de bu amaca uygun olarak "Dini Araştırmalar", "Hoşgörü" ve "Diyalog" görüşmeleri adları altında, Türkiye'den özellikle dini çevreden çok aşina isimler tarikatın toplantılarına katılmaya başlıyor.

ABD'de yapılan "Dinlerarası ilişkiler" toplantısına Türkiye'den 40 kadar ilahiyatçı katılıyor.

Tarikat, Türkiye'de 1991 yılında İstanbul'da, President Otel'de düzenlenen bu toplantıya katılan Hıristiyan din adamları, Müslüman din adamları, basın ve medyaya kapalı üç günlük bir seminer gerçekleştiriyor. 1994 yılında yine İstanbul'da, The Marmara Oteli'nde yine medyaya kapalı olarak gerçekleştirilen bir başka toplantıda Türk kamuoyu için şok isimler katılımcı oluyor.

Bu tarikat ülkemizde müthiş bir MİSYONER faaliyet başlatıyor.

- Fethullah Gülen'in de savunduğu ana kavram "hoşgörü" ve dinler arası diyalog". Dahası, Moon tarikatının başlattığı dinlerarası diyalog girişimine Türkiye'den de Fethullah Gülen destek veriyor.

Papa ile görüşüp, yetkisinde olmamasına rağmen, "Harran da üç semavi dine din adamı yetiştirecek bir ilahiyat üniversitesi kurmayı teklif ediyor. Yani Gülen, İstanbul'da izin verilmeyen ruhban okulunun Güneydoğu da açılmasını istiyor.
(Bkz. Arslan Bulut,Büyük Kurultay Sayı 97, 28.06.1999)

- Moon Tarikatı'nın, ilk Türkiye temsilciliğini Kasım GÜLEK yapıyor... Kasım Gülek ile Fethullah Gülen samimi birer dostlar.

Zira, Fethullah Gülen, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştırılmasını Kasım Gülek'in sağladığını kendi ağzından söylüyor. Abramowitz'in ise Fethullah Gülen'i, Pentagon ve Papa dahil birçok kişi ve kuruluşa taşıdığı biliniyor.

Kasım Gülek'in vasiyeti üzerine cenaze namazı bizzat Fethullah Gülen tarafından kıldırılıyor. (Bkz. 01.09.1997 tarihli Zaman Gazetesi, 21.01.1998 tarihli Yeniyüzyıl Gazetesi)

Gülen, 1992 yılında ABD'ye gittiğinde, Kasım Gülek'in Amerikan Ordusu'nda albay olarak görev yapan, daha sonra şüpheli bir şekilde ölen, baldızı Aylin Rodomisli (Adı Aylin romanında anlatılan kişi) aracılığıyla Pentagon ve CIA ile ilişkiye geçtiğini de bizzat kendisi söylüyor.

Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek, daha sonra DSP'den Adana milletvekili seçiyor. Ecevit'in son yıllarda Fethullah Gülen'e sempati duyduğu bilinen bir gerçek. Tayyibe Gülek'i yetiştiren kişi teyzesi Aylin Rodomisli olup, bu kişi aynı zamanda Fethullah Gülen'in Pentagon'la ilişkisini kuran kişidir.

- Moon Mesihliğe soyunurken, Fethullah Gülen İslam temsilciliğine soyunmaktadır.

- Moon da, Gülen de Amerika'yı üst olarak seçmişlerdir. Gülen rahatsızlığı nedeniyle ABD'ye gittiğini söylemesine rağmen on yılı aşkın bir süredir dönmemiştir.

- Her iki tarikatın da Amerika'daki NED, CSIS ve CIA örgütlerince desteklendiği söylenmektedir.

- Moon tarikatı ile Fethullah Gülen'i birleştiren bir diğer ismin ise Abdullah Çatlı olduğu söylenir. Zira Çatlı'nın, 1981 yılında Dünya Anti Komünist Ligi'nin toplantısına katıldığı ve 1992'de Gülen'i ABD'de havaalanında karşıladığı ileri sürülmektedir. Abdullah Çatlı Fethullah Gülen ilişkisi, MİT'in düzenlediği Susurluk Raporunda'da yer almaktadır.

- Fethullah Gülen'in Zaman Gazetesi'nde, Elif Şafak, Etyen Mahçupyan gibi yazarların sürekli insan hakları,düşünce özgürlüğü, demokratikleşme, azınlık hakları v.b.konularında yazmaları gözden kaçmamaktadır.

Kaynak: Açık İstihbarat

Attila İlhan - Mustafa Kemal ve Antibatıcılık

"İran İslam Dayatması" öncesi İran Kraliyet Ailesi

Attila İlhan - Laiklik

"İran İslam Dayatması" öncesi ve sonrası



Bize bir şey olmaz diyenlere: Eminim İran halkı da aynı şeyi düşünmüştür...

12 Eylül 2007

Nazlı Ilıcak ve 12 Eylül'ün utanç satırları!

12 Eylül 1980, Türkiye'nin "yarım yamalak" demokrasi tarihinde bir kara leke olarak duruyor. Bugün 27 yaş altındaki yüzbinlerce genç, o tarihte neler olduğunu, neler yaşandığını bilmiyor. 1980'de "açık hapishane"ye çevrilen Türkiye, 12 Eylül'ün izlerini bir türlü silemiyor. Bunda en büyük pay, kuşkusuz bazı aydınların 12 Eylül'de gösterdiği tavır. Zira, cuntacıların postallarını gördüklerinde "hazır ol"a geçenler, halkın demokrasi dışı girişimlere karşı direnmesi için mücadele edemiyor.

O dönem, aralarında Nazlı Ilıcak'ın da bulunduğu birçok kalem, 12 Eylül'ü "düğün bayram" şeklinde karşılamıştı. Nazlı Ilıcak, 12 Eylül cuntası sonrası, Kenan Evren ve arkadaşlarına en büyük desteği veren Tercüman Gazetesi'nde yazıyordu.

Ilıcak, "komünistler"e gereken cezanın verilmesini istiyor, kalemini cunta için oynatıyordu. Fanatik bir Demirelci olan Ilıcak, yazdığı bir makaleden ötürü ise, kısa bir süre cezaevine giriyordu. Ancak cezaevine giriş sebebi, cuntaya karşı direnmesinden değil, Demirel'i övmesinden dolayıydı.

Bugün aynı Nazlı Ilıcak, geçmişte emrine girdiği cuntacıların karşısındaymış gibi duruyor. Yurt Yayınları'ndan 1991 yılında çıkan "Kalemlerin İhaneti" adlı kitap Ilıcak'ın "cunta sınavı"nı belgeleriyle ortaya koyuyor. Zeki Saral'ın hazırladığı kitap bugün topluma demokrasi dersi verenlerin, dün nasıl "içtima düzeni"ne girdiğini gösteriyor.

12 Eylül ürünü olan AKP'nin kanatları altına sığınarak "demokrasi" dersi veren kalemler, cunta döneminde yaşanan acılardaki paylarının unutulduğunu sanıyor. Halbuki yazı; tarihin bir aynasıdır. Siz görmek istemeseniz bile, tarihi silemezsiniz. Yazdıklarınız, karşınıza on yıllar sonra bile çıkar.

Bugün "güya" askerle çatışan Nazlı Ilıcak da, dün yaptıklarının unutulduğunu sanıyor. Tercüman Gazetesi'nde askere alkışlarla destek veren Ilıcak'ın, o yüzden bugün söylediklerinin hiçbir hiçbir anlamı yok. Çünkü; yazı geçmişi cunta övücülüğü yüzünden lekeli...

16 Eylül 1980 tarihinde Tercüman'da kaleme aldığı yazı, Ilıcak'ın nasıl bir darbeci olduğunu açıkça gösteriyor: "Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekatının başarısı ile neticelenmesidir." Bu sözler, Ilıcak'ın boynundaki bir yafta gibi duruyor.

Ilıcak'ın ümit ettiği başarıyı gerçekleştiren cuntacılar, yazarın isteklerini tek tek hayata geçiriyor.

14 Eylül 1980 tarihli yazısında askere seslenen Ilıcak şöyle diyor: "Türkiye’de demokrasi, demagojiye ve anarşiye dönüşmüştür. Otorite ve hürriyet arasındaki denge, birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silâhlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdular. Açıklanan hedef, “Demokrasinin işlemesine müsait ortamı hazırlamaktır. Bu ortam ne kadar süratle oluşursa, milletimiz, memleketimiz o kadar çabuk huzura kavuşacaktır."

Askerler, darbeci Ilıcak'ın isteklerini tek tek gerçekleştiriyor. Memlekete kendi yöntemleriyle "huzur ve güven" getiren askerler, Ilıcak'ın "güven"ini boşa çıkarmıyor. Cunta öncesini, "Mehmet Ali (Ilıcak) okula rahat gidemiyordu" sığlığında değerlendiren yazarın istediği "huzur" postal ve dipçik gücüyle gerçekleşiyor. Aşağıdaki tablo ise Ilıcak'ın istediği "huzur"un yansıması olarak önümüzde duruyor:

NAZLI ILICAK'IN ÖVDÜĞÜ CUNTA, HUZURU NASIL GETİRDİ?

"Ülkenin gerçek sahibi biziz" havasındaki beş general, 12 Eylül 1980'de, ABD'nin açık desteğiyle, TBMM'yi kapattı. Anayasayı ortadan kaldırdı, siyasi partilerin kapısına kilit vurdu ve mallarına el koydu.

O günden sonra;

**650 bin kişi gözaltına alındı.
**1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
**Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
**7 bin kişi için idam cezası istendi.
**517 kişiye idam cezası verildi.
**Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
**İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
**71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
**98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı.
**388 bin kişiye pasaport verilmedi.
**30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı.
**14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
**30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti.
**300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
**171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi.
**937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı.
**23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
**3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
**400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
**Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
**31 gazeteci cezaevine girdi.
**300 gazeteci saldırıya uğradı.
**3 gazeteci silahla öldürüldü.
**Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
**13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
**39 ton gazete ve dergi imha edildi.
**Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
**144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
**14 kişi açlık grevinde öldü.
**16 kişi ''kaçarken'' vuruldu.
**95 kişi ''çatışmada'' öldü.
**73 kişiye ''doğal ölüm raporu'' verildi.
**43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi.

Kaynak: Gerçek Gündem

Papadopulos: Tek düşmanımız Türk askeri

KIBRIS Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos, tek düşmanlarının adadaki Türk askeri olduğunu söyledi.

Papadopulos, dün akşam Rum televizyonlarından canlı yayınlanan basın toplantısında tek düşmanlarının Kıbrıs'ta 'işgalci' olarak nitelendirdiği Türk askeri olduğunu söyleyerek Rumlar'ı bu konuda birleşmeye çağırdı. Papadopulos, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile 5 Eylül'de yaptığı görüşmede ise Kıbrıs Türk tarafında barış için gerekli siyasi iradeyi görmediğini iddia ederken, "Bu olumsuzluklara aldırmadan yolumuza devam edeceğiz" dedi. Rum lider, Annan Planı'nın Rum tarafınca veto edilmesine de destek çıktı. Papadopulos, "Annan Planı'nın ardından karşılaştığımız sorunların üstesinden gelmeyi bildik. Türkiye de, işgal edilmiş adada, yasadışı Kıbrıs Türk rejimi kurma hedefine ulaşamadı" dedi.

Papadopulos konuşmasının sonunda Rum halkına fanatizmden uzak durmalarını istedi. Tasos Papadopulos, şöyle konuştu:

"Tarih bize ayrılıkların sadece kötü olayları beraberinde getirdiğini öğretti. Tek düşmanımız Türk ordusu. Mücadelemizin en değerli temeli olan birlik ve beraberliğimizin koruyucusu olmalıyız. İçimizde düşmen yoktur. Tek düşmanımız vardır. O da işgalci Türk ordusudur. Siyaset sahnesindeki ve seçim arenasındaki rakipler sadece farklı düşünen siyasi rakiplerdir. Düşman değillerdir."

Kaynak: Hürriyet

11 Eylül 2007

Bahçeli'nin sırrı

Seçim kampanyasında Erdoğan’a ağır suçlamalar yönelten Bahçeli’nin ‘Söğüt şenliklerinde’ Tayyip Bey ile ‘can cana’ görüntüsü hakkında ne düşünüyorsunuz? Tamam, seçimler öncesinde MHP Genel Müdürü pardon Genel Başkanı Bahçeli’ye ‘inanan saflar’ listesinde yer aldığım için ben ‘kırk katırı da kırk satırı da’ ceza olarak kabul ediyorum efendim, üzgünüm, itiraf ediyorum işte.

Geçtiğimiz günlerde de yazdığım gibi, Bahçeli, Erdoğan’a ikinci defa yol verdi. İlk olarak... 3 Kasım seçimleri öncesinde Bahçeli aldığı şok bir kararla ki neden böyle bir karar aldığını hâlâ kimseye açıklamadı, ülkeyi seçime götürüp, AKP’nin iktidara gelmesini sağladı. Tam bu noktada durup, ilginç bir anektodu paylaşalım.

3 Kasım seçimlerinden hemen sonra MHP’nin o tarihteki tepe isimlerinden-eski bakanlardan Koray Aydın, yaptığımız bir özel sohbette (ki bu notları o tarihte yazmıştım) Bahçeli’nin apar topar seçim kararı almasında en büyük nedenin ‘Aydın Doğan’ın Almanya’da yaptığı bir toplantı’ olduğunu belirterek şunları söylemişti; ‘Aydın Doğan, erken seçim kararı alınmadan hemen önce, Doğan Medya Grubunun Almanya’daki tesislerinin açılışı için düzenlediği törende, Mesut Yılmaz, Çiller ve Erdoğan’ı bir araya getirip, Türk siyaset tarihi adına kadersel önem taşıyan bu toplantıda ‘king-maker’lık yaptı. Bu toplantıya MHP’den kimse katılmadı. İşte bu önemli toplantı üzerinden duygusal reflesleri çok iyi hesaplanan Bahçeli’ye manipülasyon-yönlendirme yapıldı ve Bahçeli, Aydın Doğan’ın organizatörlüğünde Almanya’da yapılan Çiller-Tayyip Erdoğan ve Yılmaz zirvesinin hemen ardından erken seçime yol verdi. (Bir anlamda da Erdoğan’a yol verilmiş oldu)’ Peki bu zirvenin diğer saklı kodları neydi? Cevap vermesi gerekenler ortada, soruyu yüksek sesle soran yok.

Asıl ilginç olan da... O tarihte sadece seçimler erkene alınmamıştı, eşanlı Washington da ‘Irak işgalini’ erkene aldığını açıklamıştı. Bush, Irak operasyonunu erken tarihe çeker iken Ankara’daki derin stratejik ortağının kimler olacağını/olması gerektiğini de acaba hesabına dahil etmiş midir dersiniz?!

Ve bugün. Sayın Bahçeli, şahin muhalefet sözü ile seçmenden oy aldıktan sonra, AKP’nin adayını KÖŞK’e taşıyarak hatta daha ötesi, bakınız Söğüt şenliklerine, AKP ile tam ittifak haline de geçmiştir. Bahçeli’nin 22 Temmuz seçimlerinden hemen birkaç gün sonra, sandıklar ortadan kalkalı daha 3-5 gün olmuşken alel acele AKP’nin KÖŞK adayını destekleyeceklerini açıklayıp- kenara çekilmesinin ‘asıl’ nedenini yine bilmiyoruz.

Ve yine 3 Kasım öncesi benzer bir süreç bugün içinde aynen yürürlükte; Washington bu defa da İRAN’a operasyonu erkene çekti. 3 Kasım tablosu Irak, 22 Temmuz tablosu da İran... Bitmedi, Washington aromalı TÜRK-İSLAM SENTEZİ KARTI Türkiye’nin önderliğinde tüm TÜRK Cumhuriyetlerine ne modeli/neye karşı tez olabilir dersiniz? Söğüt’teki fotoğrafın fonunda (Türk; MHP-ılımlı İslam;AKP) TÜRK-İSLAM SENTEZİ projesi ne yoğunlukta görüntüdeydi sizce? Bu anahtar kart hatta bir ucuyla ‘KÜRT Dosyasında’ da işlev görür mü? En iyi barış şahinle mi yapılır dediniz?

Son bir önemli not, 8 Temmuz 2005’te yazdım, aktarıyorum; ‘MHP’nin tepe isimlerinden biriyle konuşuyor iken dedi ki; ‘’Sevgili Güler, Amerikalıların sıcak operasyon planları sanıldığı gibi öncelikli olarak Suriye’yi değil İran’ı kapsıyor. Amerikalılar son bir-iki aydır bize/MHP’nin tepe yönetimine gelip, ‘İran’a olası bir saldırıyı, MHP ve milliyetçi cephe nasıl karşılar’ diye soruyorlar. Amerikalı uzmanlar bu soruya AKP’lilerin vereceği cevabı biliyor ve o cevaptan ürkmüyorlar, ancak milliyetçi çevrelerin bakışının Türkiye’nin genel muhalefeti adına belirleyici olacağını bildikleri için bu konuda MHP’nin takınacağı tavrı çok daha fazla önemsiyorlar.’ İşte MHP’nin ABD’lilere cevabı; ‘Açıkçası Washington’ın İran’a yönelik bir operasyonu, AKP’liler gibi MHP camiasında da ‘büyük tepki TOPLAMAZ.’ İran’a karşı geçmişten gelen malum nedenler, ülkücüler-milliyetçilerin ABD’nin İran saldırısına tepkisini yumuşatacaktır.’ MHP’den operasyona yeşil ışık mı?

Evet. Sam amcamın İran ve Türk-İslam sentezli BÜYÜK TURAN PLANI ‘can cana’ görüntü ile artık pürüzsüz işleyebilir mi? Eksik parçaları tamamlamanız için notlar sundum. Sıra sizde, ben sizin labirentinizim efendim.

Güler Kömürcü - Akşam, 11 Eylül 2007

Dinci Oligarşiye Geçişin Aşamaları

Türkiye Cumhuriyeti'nin Çok Partili Rejim 'e geçişi, 1946'da yapılan genel seçimlerle resmen onaylandı.

Bu tarihten itibaren, 60 yıllık süre içinde rejim, yavaş yavaş, adım adım, tedricen, Dinci Oligarşi 'ye doğru yol aldı.

Bugün gelinen noktadaki korkutucu gerçek, artık ülkemizde Çok Partili Rejim 'in tümüyle yozlaştırılmış ve Demokrasi 'den çok uzaklaşmış olmasıdır.

Türkiye'de Demokrasi dediğimiz rejim, günümüzde zaten, çoğunluk diktatörlüğüne, yağmacılığa ve Liderler Oligarşisi 'ne dayalı, dışa bağımlı, garip bir kimliğe bürünmüştür.

Rejimimiz, anayasamızda yazdığı gibi, "Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" kimliğini tam oturtmuş olsa, ne dincilik bir tehlike oluşturabilirdi, ne de Dinci Oligarşi iktidara gelebilirdi.

Türkiye'nin önündeki Dinci Oligarşi tehdidinin gerçekliği ve büyüklüğü, bu oligarşiye, gerçek bir Demokrasi 'den değil, zaten oligarşik niteliğe dönüşmüş bir başka yapıdan geçiyor oluşumuzdan kaynaklanmaktadır.

Gerçek bir Demokrasi 'den, ne türlü olursa olsun bir oligarşiye, hele Dinci Oligarşi 'ye geçiş daha zordur.

Batı'da Dinci Oligarşi tehlikesinin söz konusu olmayışı bundan dolayıdır.

Oysa bir oligarşiden başka bir oligarşiye geçiş daha kolaydır.

Çünkü rejim zaten oligarşiktir, bütün yapılacak iş bunun temellerini dinciliğe kaydırmaktır.

***

Türkiye'de Çok Partili Rejim 'in Dinci Oligarşi 'ye dönüşme süreci, kimi zaman birbirini izleyen, kimi zaman da birbirinin içine geçen şu aşamalardan oluşuyor:

Çoğunluk diktatörlüğü.

Yağmacı düzen.

Liderler Oligarşisi.

Dışa bağımlılık.

Dinci iktidar.

Dinci Oligarşi'nin kurumlaşması.

Bu aşamalar üç dönemde gerçekleşti.

Birinci dönemde, Çok Partili Rejim , Demokrat Parti'nin iktidarında, Demokrasi 'ye doğru evrimleşeceğine, Çoğunluk Diktatörlüğü 'ne dönüştü.

Böylece birinci aşama da, ortaya çıktı.

Tabii aynı anda, yağmacılığın, Liderler Oligarşisi 'nin ve dışa bağımlılığın da tohumları atılıyordu.

İkinci dönemde, 1965'ten sonra gelen iktidarlar zamanında, rejim, hem yağmacılık hem de lider sultası çizgisinde evrimleşti.

Çok Partili Rejim artık, yağmacı bir ilişkiler yumağına ve Liderler Oligarşisi Düzenine dönüşmüştü.

Bu sırada dışa bağımlılık iyice gelişti.

Aynı süreç içinde Dinci Oligarşi 'nin tohumları da yeşermeye başlamıştı.

Böylece ikinci, üçüncü ve dördüncü aşamalar eşzamanlı olarak gelişti.

Üçüncü dönem 1980 darbesi ile yaşandı. Bu darbe sonucunda iktidara gelen Evren-Özal ikilisi, yağmacı düzeni, Liderler Oligarşisi 'ni ve dışa bağımlılığı iyice kurumlaştırdı , Dinci Oligarşi'nin filizlenen tohumlarını daha da büyüttü.

Dördüncü dönem, 2002 seçimleriyle başladı.

Bu dönemde, beşinci aşama olan Dinci Oligarşi'nin iktidarı vücut buldu.

Şimdi, 22 Temmuz 2007 seçimleri ve 28 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi ile, iktidardaki Dinci Oligarşi'nin kurumlaşması başladı.

Bundan sonra çok daha hızlı ve açık bir biçimde bu oligarşinin kurumlaşma çabalarına tanık olacağız.

Başta anayasa olmak kaydıyla tüm yasalar, yönetmelikler Dinci Oligarşi 'nin önünü açacak biçimde değiştirilecek.

Tüm hükümet, devlet ve yerel yönetim kadroları dinci cemaat mensupları tarafından doldurulacak.

Tabii bu arada yargı ve üniversiteler de ihmal edilmeyecek.

Medya buna göre yeniden yapılandırılacak.

Sermaye el değiştirecek, iç ve dış kaynaklı dinci sermaye piyasalara egemen olacak.

Toplumsal yaşam da "mahalle baskısı" ile denetim altına alınacak; tesettür, haremlik-selamlık ve benzeri uygulamalar yaygınlaşacak.

***

Tabii zaman içinde bu Dinci Oligarşi kurumlaşmasının da diyalektik tepkileri oluşacak.

Onları da hep birlikte izleyeceğiz.



Emre Kongar - Cumhuriyet, 10 Eylül 2007

09 Eylül 2007

"Kardeşlerime terörist diyemem"

Hürriyet Video'larını izlemet için Flash 7 veya daha yüksek eklenti yüklenmeniz gerekmektedir. Yüklemek için tıklayınız!!!


Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 60. Hükümet programı görüşmeleri sırasında Meclis kürsüsünden Demokratik Toplum Partisi'ne yaptığı "PKK'ya terör örgütü deyin" çağrısına DTP'den yanıt geldi.

DTP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel, "Kimse bizden kardeşlerimizi terörist ilan etmemizi beklemesin. Hiçbir Kürt bunu demez" diye konuştu.

Batman'da, 'Hasankeyf Kültür ve Sanat Festivali' etkinlikleri kapsamında belediye tarafından yapılan Yaşar Kemal Kent Ormanı'nın açılışı için bir tören düzenlendi. Törene, AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç ve AKP Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen ile DTP'li Tuncel katıldı.

21 arkadaşıyla Meclis'te temsil edildiklerini belirten Tuncel, şunları söyledi: "Bize dediler ki, çocuklarınızı terörist ilan edin, sizi farklı görelim. Kimse bunu bizden beklemesin. Hiçbir Kürt ferdi bunu kabul etmez. Kendi farklılıklarımızla bu coğrafyada yaşamak istiyoruz. İlk kez bu kadar Kürtlerin temsil oranı var. Bu şansı iktidar partisinin iyi değerlendirmesi gerekiyor."

Erdoğan, salı günü Meclis'te yaptığı konuşmada DTP'nin farklılık vurgusuna dikkat çekerek, "Elbette farklılıklarımız zenginliklerimizdir, ancak öncelikle terör örgütünü terör örgütü ilan edeceksiniz" demişti.

Kaynak: Hürriyet
Related Posts with Thumbnails