02 Mayıs 2008

1 Mayıs

Karanlıkların ince bir sevinçle kapladığı ince güzellikte bir gün müdür 1 Mayıs?..

Öyledir!..

Çünkü işçinin ve emekçinin bayramıdır 1 Mayıs...

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür...

İç çekişin kanadı, emeğin gücü...

Demokrasinin ve özgürlüklerin yaşam biçimine dönüşmesini bekliyoruz hâlâ...

1 Mayıs'ı yazacağım ama yine karmakarışık duygular içindeyim ve biraz da karamsarım...

Nereden başlasam, neleri anlatsam?

1 Mayıs 1977 günü, Taksim Alanı'nda 37 kişi ölürken ben oradaydım...

31 yıl geçmiş aradan...

O katliamı gerçekleştirenler, topluluğa ateş edenler bu 31 yılda ne bulundu ne de yargılandılar...

Taksim Alanı 31 yıldır emekçilere kapalı...

Tayyip Bey ne demişti bir gün önce:

"1 Mayıs kutlamaları belirlenen alanlarda yapılır; benim partim bile Kazlıçeşme'de yaptı..."

Dün sabah "Şahin" Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin kükredi:

" 'Ben yasa tanımam, yönetmeliği tanımam, ben valiliğin kararını da tanımam, ben bildiğimi okurum' denirse bu açıkça Türkiye'deki mevcut anayasal düzene bir başkaldırı olarak da değerlendirilir... Kimse devlete ve devlet erkini kullanan mercilere meydan okumasın, devlet kendisine meydan okutmaz."

1 Mayıs 1977 katliamıyla yüzleşemeyenler, demokrasi ve özgürlük dersi verip halkı korkutuyor, sendikalara gözdağı veriyor...

O yasakçı kafa "devlet içinde örgütlü silahlı gücü" ortaya çıkarma savıyla, İtalya örneğini vererek şöyle diyor:

"Türkiye'yi gladyodan temizleyeceğiz!"

Galiba bir akıl tutulması yaşıyoruz iktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla...

***

Hrant Dink cinayeti eşelendikçe tetikçilerin kimlerle ilişki kurdukları ortaya çıkmıyor mu?

İlişkiler zincirinin kanlı halkalarında olanlar çevremizde dolaşıyor, PKK vahşeti Güneydoğu'da yine ortaya çıkıyor, tarikatçı yapılanma Hrant Dink cinayetinde, Malatya katliamında olduğu gibi "tarikat yurtlarında" kendini gösteriyor...

Şehit cenazelerinde gözyaşları ırmak oluyor, çocuklar, anneler, babalar, kardeşler, eşler...

İnanın bir korku tünelinden geçiyoruz toplum olarak..

Aylardır Cumhuriyet gazetesinin iki ayrı köşesinde, iki ayrı polis aracı, resmi ve sivil polisler...

Cumhuriyet gazetesi ve yazarlarına yönelik bir saldırı bekleniyor... Gazete yönetimi güvenlik önlemlerini arttırıyor...

Alman, Fransız, Hollandalı, Belçikalı sosyalist, sosyal demokrat, yeşil milletvekilleri İstanbul-Ankara arasında "mekik dokurken" başyazarımız İlhan Selçuk'un hangi nedenle gözaltına alındığı, Cumhuriyet gazetesi ve yazarlarının niçin tehdit edildiğini öğrenmek zahmetine katlanmıyorlar...

Tek dertleri var bunların:

"Aman AKP kapatılmasın, Türkiye'de darbe olur!"

Kim yapacak darbeyi?

Askerler!..

Halk, "asker darbe yapacak" diye sindiriliyor, köleleştirilmiş medyanın dolarlarla beslenen adı sanı belli olmayan "köşe maskaraları" yeni numaralarını sergiliyor:

"Ergenekon'un karargâhı Cumhuriyet gazetesi..."

Bu gazetenin kıdemli emekçilerinden biri olarak darbecilere, darbe planları yapanlara, mafyaya, çetelere, devlet içinde örgütlü silahlı güçlere hep tavır aldım!..

Bu yalanın dolanın, sahtekârlığın tohumlarını ekenlere kim dur diyecek? Bu aymazlardan, çıkar şebekelerinden kim hesap soracak?

***

Sözü fazla uzatmaya gerek yok!..

Bugün Taksim Alanı'nda neler olup biteceğinin kaygısını taşıyorum...

Merak ettiğim ise Avrupalı sosyalist, sosyal demokrat, yeşil milletvekillerinin "demokrasi ve özgürlüğü" nasıl algıladıkları...

Bayraklara sarılı şehit cenazeleri... Sakarya'da bir saat içinde örgütlenen saldırgan topluluk... Hrant Dink cinayetinde ortaya çıkan derin güçler ve bağlantıları... Çokuluslu altın avcılarına peşkeş çekilen dağlarımız ve ovalarımız...

Benim içimde ise yurtsever olarak bir suçluluk duygusu!..

Acaba nerede yanlış yaptık?..

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 1 Mayıs 2008

AKP'nin Taksim'i!

Dünün üç sıcak konusu vardı:

1 Mayıs, 301, AKP'nin içi...

Üç konu ilk bakışta birbirinden ayrıymış gibi görünse de, özü şu:

AKP'nin hep ama hep kendine yontan tutumu ve "devlet benim" anlayışı!

1 Mayıs'tan başlayalım... AKP diyor ki:

"Taksim'de olmaz!"

- Neden?

"Orası yasal olarak miting yeri değil, başka nerede istiyorsanız yapın. Ama orası olmaz!"

- Sendikalar Taksim'in sembolik önemi olduğunu, 31 yıl önce meydana gelen olayda kaybettikleri arkadaşlarını da anmak istediklerini söylüyor...

"Olmaz kardeşim... Kanun var... Kimse kendisini kanunlardan üstün görmesin... Taksim inadı anayasal düzene karşı çıkmak demektir."

Bu tabloya bakan kişi şöyle düşünür:

Vay be, iktidar partisine bak... Yasaları harfi harfine uyguluyor. Milim ödün vermiyor. Demek ki, bu ülkede kurallar çok önemli. Özellikle iktidar bu ilkeyi çok benimsemiş!

Oysa hiç ilgisi yok... Kendisi hakkındaki kapatma davasında yasayı mı değiştirsem, anayasayı mı ikileminde gidip gelen AKP, sendikalara "katı kuralcılık" taslıyor!

Anayasanın tümünü bile değiştirmeyi "özgürlükler" kapsamında ele alıyorsunuz da, işçilerin 2 saatlik eylemi için Taksim'i kullanmasını "özgürlükler" kapsamına alamıyor musunuz?

***

Sendikalara kanun-hukuk dersi veren hükümet, kendi içinde kapatma davasına nereden saldırsam, diye düşünüyor.

Son olarak bir AKP'li; hem partisinin hataları olduğunu hem de kapatma davasının hatalı olduğunu anlatan bir demeç verdi.

Kim?

Adının açıklanmasını istememiş, biz tarif etmeye çalışalım...

Soyadı Çiçek gibi... Yozgat dolaylarından milletvekili seçilmiş... Hükümet sözcüsü ve başbakan yardımcısı... Adının ilk hecesi Cem Sultan'dan geliyor, son hecesi de vilayet sözcüğünün karşılığı... Bakanlar Kurulu toplantılarından sonra konuşur, söylemek istedikleri dışında bir şey söyletemezsiniz... Daha önce Adalet Bakanlığı yapmıştı... Her konuda dili uzun, azıcık boydan kısa...

Çıkartamadınızsa zorlamayın!

Zaten Başbakan da merak etmemiş... Gazeteciler sorunca, "Kim olduğunu bilmiyorum. Önce öğrenirim, sonra mütalaa ederim" türünden bir yanıt verdi!

Hükümette önemli görev yapan bir kişi AKP'nin de hatalar yaptığını söyleyecek, Erdoğan merak etmeyecek. Denizlili çiftçi kardeşimizin deyimiyle, "külahımıza anlatın!"

Erdoğan, bu derin yanıttan sonra 2 Mayıs'ta dolacak olan savunma süresinin uzatımını istemeyeceklerini söyledi. Durumun özeti şu:

AKP çiçek kokmuyor!

***

Taksim deyince güncel konuların "AKP'yi ilgilendirenler ve ilgilendirmeyenler" diye ikiye taksimini anlayan hükümet, örneğin terörle ilgilenmiyor... Şehitler veriliyor, sınırlar girilip çıkılıyor, arkadaşların taksimine girmiyor...

301'se giriyor... Dün 14 saatlik bir mücadeleden sonra 301'de değişiklik yapıldı. Görünen şu:

AB bunu yeterli bulmaz, arkasını getirin der... Muhalefet de AB'nin AKP'yi desteklemesi uğruna hükümetin her şeyi göze aldığını ilan eder!

Bunlar AKP'yi ise ilgilendirmez... Kendi durumuna bakar!

Girişte vurguladığımız çelişkinin altını çizelim:

AKP, kendi çıkarı olunca ne yasa ne anayasa dinliyor; 1 Mayıs İşçi Bayramı olunca, sendikaların önüne yasalarla anayasayı yığıyor!

Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 1 Mayıs 2008

Taksim

Kliment Vefremoviç Voroşilov...

Var mı tanıyan?

Mihail Vesilyeviç Frunze?

*

Hadi bi soru daha... Erkek ceketlerinin düğmeleri sağda mı olur, solda mı?

*

Voroşilov, adı üstünde, Rus.

Frunze de.

Bolşevik devriminin generalleri.

Atatürk için "özel" adamlardı.

Çünkü, Kurtuluş Savaşı’nda dünya bize silah doğrultmuşken, bize destek veren Sovyetler’in "apoletli elçileri"ydi onlar... Frunze, 1921’de TBMM kürsüsüne çıkmış, Rus halkı adına, Sakarya Zaferimizi kutlamıştı. Voroşilov ise, "silahsa silah, paraysa para, isteyin verelim" demek için, savaşın en zorlu günlerinde Ankara’daydı.

Atatürk, onları unutmadı hiç.

*

Diyeceksiniz ki, e-ee?

E’si şu...

Taksim Meydanı’yla ilgili ne zaman bir tartışma olsa, aklıma geliverir Voroşilov ile Frunze... Çünkü, Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda heykelleri var onların... Bizzat, Atatürk’ün emriyle dahil edildiler, Anıt’taki figürler arasına... 1928’den beri orada, Taksim’in göbeğinde, Atatürk’ün hemen yanıbaşında duruyorlar.

*

Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda "ne var, niye var" gibi soruları merak etmeyen, orada "kim"lerin olduğundan haberi bile olmayan bir toplumun, "Taksim’e çıkarım, çıkartmam" diye kavga etmesinin manası var mıdır? "Gomünistler Moskova’ya" diyen dangalakların, Taksim Anıtı’nda Bolşevik generallerin önünde saygı duruşunda bulunması veya onları sendikalardan koruması, komik değil midir?

*

Habire önünden gelip geçtiğimiz Taksim Cumhuriyet Anıtı yıllardır orada dururken, Atatürk, Rus generalleri yanına yerleştirmişken; nasıl oldu da, 1950’den itibaren, Kurtuluş Savaşı’nda bize kurşun sıkanlarla kanka olup, bize destek verenlere düşman olduk? Atatürk o heykeli, kafasına kuş pislesin, siz de seyredin diye mi dikti?

*

Amaaaan, bana ne be...

Sıkıldık tarihten.

Magazine geçelim...

Erkek ceketlerinin düğmeleri sağda olurken, Taksim Cumhuriyet Anıtı’ndaki Atatürk’ün ceket düğmeleri neden solda?

Yılmaz Özdil - Hürriyet, 1 Mayıs 2008

29 Nisan 2008

Nihayet

İlk kez AKP milletvekillerinden parti genel başkanına ve Başbakan'a aykırı sesler yükseliyor.

Beş yıldır ilk kez AKP milletvekilleri RTE'yi eleştiriyor. Başbakan'ın türbanla ilgili anayasa değişikliğine karşı çıkıyor, AKP Milletvekili Vahit Erdem, hükümetin çeşitli alanlardaki icraatını derinlemesine eleştiriyor.

Kapalı kapılar arkasında türban yasağını kaldıracağı iddia edilen anayasa değişikliğinde MHP'nin oyununa gelindiğini söyleyen milletvekillerine RTE'nin verdiği yanıt, pek üstünkörü ve hatasını itiraf eder nitelikte: "Olan oldu. Vatana ihanet etmedik ya!"

Oysa milletvekillerinin saptaması doğru.

RTE, türban sorununu çözmenin yolunun tek maddelik bir yasa değişikliğinden geçeceğini söyleyince; MHP, hemen o gece Anayasa'nın ilgili maddelerinde değişiklik içeren bir yasa önerisi kaleme aldı ve TBMM'ye verdi.

RTE, MHP'nin tezgâhladığı oldubittinin sonuçlarını hesaplamadan, türban sorununu çözme hevesiyle öneriye sarıldı.

MHP ile temaslar sonucu türban yasağını kaldıracağına inandığı anayasanın iki maddesini değiştiren yasayı Meclis'ten geçirdi.

Sonuçta ne oldu; türban sorunu çözülemedi, mahkemeye düştü.

RTE, sorunu çözeceğim derken ülkeyi toplumsal yeni sorunlarla siyasal bunalımlara itiverdi.

***

Üniversitelerde türban sorunu çözülemediği gibi, RTE'nin parlak zekâsının yarattığı siyasal bunalımların içinden hâlâ çıkılamıyor.

Ben yaptım oldu kafasının beş paralık değeri olmadığını artık AKP milletvekillerinin de anladıkları, sızan haberlerden anlaşılıyor.

Kapalı kapılar arkasındaki irdelemelerin, eleştirilerin dışa vuran yüzü Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem'in yerel bir gazeteye iki gün üst üste yaptığı açıklamalar.

Erdem'i Demirel'in Cumhurbaşkanlığı zamanında Köşk'te tanıdım.

Çankaya'da genel sekreter yardımcılığı görevindeydi ve.. en ufak yasadışı bir girişim Vahit Erdem'in süzgecinden geçemiyordu.

Kuşku yok; Vahit Erdem'in titizliği, devlete en ufak zarar gelmemesine özen gösteren tutumu, yasalara saygısı kimilerini rahatsız etti.

Bir ara ANAP'tan aday oldu. Seçilemezse tekrar Köşk'teki işine dönmesine yasalar olanak sağlamasına karşın, Erdem bir oldubitti ile karşılaştı. O göreve bir başkası atanmıştı!

Bu kısa bilgileri vermemizdeki neden, özü ve sözü bir Vahit Erdem'in hiçbir art düşüncenin tutsağı olmadan doğru bildiklerini söylediğine inanmamızdan kaynaklanıyor.

***

Ne diyor Erdem? Bir saptama yapıyor; "partisinin din partisi olduğu, irticayı getireceği yönünde kaygılar" bulunduğunu bir AKP milletvekili olarak seslendiriyor.

AKP önder kadrolarının yıllardır bastıkları havanın tam tersini söylemekten çekinmiyor. Kılık kıyafetin, türbanın "dinin önceliği" olmadığını.. gizli kapaklı toplantılarda değil, gazeteye verdiği demeçte açıklıyor.

AKP'nin RTE'nin iddialarına karşın merkez sağ parti olamadığını vurguluyor. Ona göre (RTE'nin "Bizim referansımız İslamdır" söylemine karşı) dinin referans olmadığını söylüyor.

RTE'nin icraatı ile aksini kanıtlayan davranışlarına karşı çıkan görüşü gerçeğin ta kendisi: "Yüzde 47 oy aldık ama, yüzde 53'ün partimize yönelik çok büyük endişeleri var" diyor ve:

Genel olarak sürekli irdelenen bir başka gerçeğe parmak basıyor: "Keşke daha dengeli bir Meclis yapısı olsaydı... Cumhurbaşkanı mutabakatla seçilmiş olurdu ve bugün yaşadığımız sıkıntılar olmazdı."

Olmaz mıydı?.. Bu RTE, bu kafa ile... Acaba?..

Cüneyt Arcayürek - Cumhuriyet, 27 Nisan 2008

AB'nin Yolu Nereden Geçer?

- AB yolunda tek engel Kıbrıs'tı. "Yes be annem"ciler kazandırıldı; AB yolundaki engel Denktaş, AKP tarafından tasfiye edildi; Washington ve Brüksel'in güvenini kazanmış Talat iktidara getirildi ama AB yolu yine açılmadı.

Şimdilerde, "Türkiye'nin garanti anlaşmalarına dayalı olarak" adada bulundurduğu askerlerinin çekilmesini istiyorlar. AB kriterlerine göre adada yalnız İngiliz, Yunan ve Rum askerleri bulunabilirmiş!

- AB yolundaki diğer bir engel de Güneydoğu. AB, "PKK ile masaya oturun, Brüksel yolu açılacak" diyor. AKP iktidarında DTP Meclis'e sokuldu; AKP hükümeti, Barzani ile masaya oturmaya hazır. AB yolu yine de açılmadı...

- AB'nin yolu Patrikhane'den de geçiyor. Lozan'ın dışına çıkarılmış bağımsız ve siyasallaşmış bir din devleti, AB yolunu kapatan başka bir engelmiş. Bu talep de yerine getirilirse AB kapısı açılacakmış...

- Ermenilere tazminat ödenmesi, başka bir AB engeli. Listede bu da var...

- AB'nin yolu Dicle ve Fırat'tan da geçiyor. Onlar da devredilmeliymişler... Belgelere bile yazıldı.

- Yalnız nehirler değil madenler, limanlar, ormanlar, bankalar da AB yolundaki engeller. Kısaca, "AB'nin yolu Sevr'den geçiyor".

Adım adım nereye?

AB'nin Türkiye politikası çok açık; fiilen yapılanlar, belgelere yazılanları ve istenenleri alt alta koyduğumuz zaman AB'nin yolu, ayrıştırılarak parçalanmış ve sömürgeleştirilmiş bir ülkeden geçiyor.

- Kürdistanı, Patrikhane devleti ile üçe, dörde bölünmüş bir ülke...

- AB'nin içine alınsa alınsa Patrikhane devleti alınır. 2025 yılında Avrupa Birleşik Devletleri'nin başkanı, "17 yıl önce O. Rehn adındaki Komisyon üyesi çok doğru bir laf etmişti; bakın Türkiye'nin bir parçasını AB'ye aldık" diyecektir.

Aptalları oynayan 'oligarşi'

Ülkeyi yöneten oligarşi AB sürecinin Türkiye'yi nereye götürdüğünü çok iyi biliyor. Bile bile bu işi yürütenler, neyin peşindedir?

1) İşbirlikçi dinciler, AB'yi zaten arkalarına almışlar. Onlarla alışveriş yapıyorlar. Yollarını AB'ye açtırıyorlar.

Cumhuriyete karşı anlaşmışlar. Graham Fuller'in son kitabında itiraf ettiği gibi, geçen yazımda anlatmıştım...

2) AB sürecinde en gönüllü olanlar bölücüler. Onlar, AB marifetiyle Türkiye'yi parçalayıp amaçlarına ulaşmak istiyorlar.

3) Batı kapitalizminin Türkiye'deki yerli ortakları ise "hem ağlarım hem giderim" oyununu oynamak zorunda kalıyorlar.

Bu üç grup da "AB yolunun hangi istasyonlardan geçtiğini" çok iyi biliyor. Ancak Türkiye'nin esas sorunu, "bu gruplar dışında bulunan büyük çoğunluğun" Sevr sürecine karşı bütünleşememesi, net bir siyasi irade ortaya koyamaması.

- CHP ve MHP, "AB süreci karşısında nerede duruyor? Somut girişimleri neden yok"?

- İşçi sendikaları "işçiye neden bu kadar uzak"? AB süreci işçiyi yok ederken neden somut eylemlere girişmiyorlar?

- "AB'ci" iş çevreleri dışındaki iş dünyası, sanayici ve çiftçi neden tepki veremiyor?

- Meslek odaları, biz Atatürkçüyüz diyen kurumlar ve sivil toplum örgütlerinin gerçek duruşları nasıl? Neden "yüzeysel bir Atatürkçülük ve laiklik düzeyinde kalıyorlar"?

AB süreci Cumhuriyeti tasfiye ederken "neden görmezlikten geliyorlar"? Sakın kalkıp kimileri, "AB bizim devlet politikamızdır" demesin, yoksa herkes kendilerinin "örtülü bir işbirlikçi" olduğunu düşünmek zorunda kalır.

Herkes yerini almalı

- Oligarşinin, "AB süreci" adı altında yürüttüğü ve dış odaklarca desteklenen operasyon, belgeleri ve uygulamalar ile apaçık ortada.

- Biz muhalefetiz diyen siyasal partilerin, sendikaların, biz Atatürkçüyüz diyen meslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin, "gerçekten nerede durduklarını" açık seçik ortaya koymaları gerekir.

Kalkıp da "AB süreci bir devlet politikasıdır, biz de bunun bir parçasıyız" demek, en büyük aldatmacadır. Kendilerini, "oligarşinin örtülü ortakları" durumuna düşürmüş olurlar.

Herkes nerede durduğunu, ağzında gevelemeden, açık olarak ortaya koymalıdır. Gözümüz onların üzerinde olacak...

Erol Manisalı - Cumhuriyet, 28 Nisan 2008

Otuz Yıldır Aynı Kafa

İstanbul Valisi Muammer Güler'in açıklamasını dinlerken Türkiye'nin otuz yıldır aynı yerde "bir, iki, üç" diye saydığına tanık oldum...

Yazımı İzmir'den yazıyorum...

Birkaç saat sonra İzmir'den İstanbul'a döneceğim...

Otuz yıldır Taksim Alanı, 1 Mayıs'ta emekçilere yasak. Otuz yıldır yetkililer aynı gerekçeyi gösteriyor:

"Marjinal gruplar provokasyon yapacak!"

1 Mayıs İşçi Bayramı dünyanın tüm ülkelerinde coşkuyla kutlanır...

Bu kutlamalar Türkiye'de yapılmaz...

Neden?

Marjinal gruplar eylem yapacak!

Gerçekten, İstanbul Valisi Muammer Güler'in konuşmasını dinlerken tüylerim diken diken oldu...

Vali Güler, öyle bir anlattı ki "Taksim'de kutlama yapılamaz" gerekçesini, inanın şaşırıp kaldım...

İçimden bir hüzün bulutu geçti...

İlkyazın sürgün verdiği bir İzmir sabahı. Otelin balkonundan körfezi seyrettim. Balıkçıl kuşları, kırlangıçlar mavi körfezin üzerinde yay çiziyorlardı.

Sabah erken saatlerde başlayan yağmur dinmiş, bulutların arasından güneş yüzünü göstermişti. İçimde bir kıpırtı, gözlerimde yaşamın o ince çizgisi belirmişti.

Ne zamana dek?

İstanbul Valisi Güler'in, TV'lerin canlı olarak verdiği, 1 Mayıs'la ilgili konuşmasına kadar!..

Zaten Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ilk işaretleri vermişti:

"Taksim sendikalara yasak, bir başka yere..."

Hani AKP Türkiye'de demokrasi ve özgürlükleri genişletecekti?

Hepsi palavra!..

Hepsi kandırmaca!..

İşçiden, emekçiden, sendikalardan, 1 Mayıs'tan korkan bir düşünce, bu kafayla mı Türkiye'yi daha da demokratikleştirip özgürleştirecekti?

Haydi, liberal tosuncuklar, bu soruya yanıt verin...

***

Türk-İş, DİSK, KESK'in oluşturduğu 1 Mayıs Düzenleme Komitesi ne istiyor?

Kutlamalar Taksim Alanı'nda yapılsın...

Hükümet ne diyor:

"Hayır yapılmasın!"

1 Mayıs, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür...

1 Mayıs, tüm dünya kentlerinde aynı coşkuyla kutlanır...

Taksim Alanı otuz yıldır her türlü etkinliğe açıktır ama işçi sınıfına, sendikalara kapalıdır.

1 Mayıs 1977...

O alanda 500 bin kişinin gözleri önünde bir katliam yaşandı. Katliamın en acımasızı Taksim Alanı'nda gerçekleşti:

36 ölü...

Sendikalar, emek örgütleri yeniden Taksim Alanı'na çıkmak istiyorlar ama hükümet "hayır" diye karşı çıkıyor, halkın üzerine korku bulutları serpiliyor:

"Marjinal gruplar provokasyon yapabilir..."

Taksim'deki Kazancı Yokuşu ve 36 ölü...

O katliam "derin güçlerin" iç ve dış eylemcileriyle gerçekleşmemiş miydi?

Kazancı Yokuşu'nda emekçiler ezilerek, kurşunlanarak ölmemiş miydi?

Peki emekçilerin üzerine ateş edenler kimdi, nereden gelmişlerdi?

Tarihle ve 1 Mayıs 1977'yle yüzleşmek.

Solun bugün ne duruma geldiğini sorgulamak!..

Yağmurlu bir İzmir sabahında körfezin üzerine bir sis inerken yazımı bitirmeye çalışıyorum...

Ayaklar baş olduğu gün kurtulacaktır Türkiye...

Aynen öyle olacaktır!..

Sol kendini tanıdığı gün "ayakları" hafife alan, emeğin gücüne inanmayan din bezirgânları ve Soros'un çocukları tarihin çöplüğüne atılacaktır...

Umutsuz değilim!..

***

1 Mayıs'ta Taksim Alanı'nda olacağım ben!...

Yaşamı hepinizin artık ezberlediği, "türkülü çiçekli dallarda" çoğaltacağım...

Susmak yok!..

Çünkü çoğalmak zamanıdır!..

Türkiye'de temel hak ve özgürlükleri savunmak suç!..

Dolandırıcılar, çeteler, hortumcular içimizde dolaşırken mimar Alev Şahin, bir geceyarısı gözaltına alındı...

Türkiye'de temel insan haklarını savunmak suç; dağlarımızı, ovalarımızı, çokuluslu "altın avcıları"na teslim etmek, koylarımızı, büklerimizi Arap şeyhlerine satmak ise özgürlük!..

Evet!

1 Mayıs'ta "ayaktakımı" kendi gücünü, yüreğini ve yurtseverliğini ortaya koyması için el ele vermelidir...

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 29 Nisan 2008

AKP Savunma mı Yapacak Savurma mı?

Anayasa Mahkemesi'nin AKP'ye tanıdığı bir aylık savunma süresi bu hafta sonu doluyor. AKP yönetimi büyük olasılıkla ek süre isteyecek. Ancak savunma hazırlıklarının da tüm hızıyla sürdüğü anlaşılıyor.

AKP'nin davada kendisini hangi yöntemlerle savunacağı, siyaset-yargı ilişkileri açısından da önemli. Zira AKP, davanın açıldığı günden bu yana mahkemeye yönelik tutumunun ne olacağına bir türlü karar veremedi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddianameyi mahkemeye sunduğu 14 Mart Cuma gününü izleyen hafta, saldırı haftasıydı. Yargı katlarında hedef göstermedik makam bırakmadılar. Anayasa Mahkemesi'nin 31 Mart Pazartesi günü davayı görüşmeye başlaması, ardından 2 Nisan'da iddianamenin AKP'ye resmen ulaşması durumu değiştirdi.

Arkadaşlar "uzlaşma" haftasına girdiler.

Baktılar bununla da sonuç almak zor, bu kez AB haftasına girelim dediler. 7 Nisan Pazartesi günü yapılan MKYK toplantısından sonra Avrupa kurumlarını Türkiye'nin üzerine salma kararı verdiler.

***

Geldik, nisan sonrasına... Yani mahkeme önüne çıkılacak haftaya...

Erdoğan, Türkiye'de hiçbir kurumla aram iyi değil, bari Suriye'yle İsrail'in arasını bulayım deyip Şam'a doğru yola çıkarken dedi ki:

"Anayasa değişikliği yapıp yapmayacağımıza henüz karar vermedik. Yararı olup olmadığına bakacağız. Ondan sonra adım atacağız!"

Partisinin Anadolu toplantılarında mangalda kül, tespihte püskül, edebiyatta fasikül, ağırlıkta baskül bırakmayan Erdoğan, Ankara'da değişti!

Görünen şu:

AKP, mağduru oynama kredilerini bitirdi. Saldırganlığın da aleyhine olduğunu gördü. Bunun şaşkınlığı içinde!

O nedenle savunma yaparken izleyeceği yöntemi saptayamıyor.

Başsavcının geçen eylül ve ocak ayında yaptığı iki ciddi uyarıyı yok sayan AKP, şimdi davayı yok saymaya çalışıyor...

Ama olmuyor!

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç 'ın her kesime yönelik mesajı da AKP'ye yol oluşturabilecek cinsten değil...

***

Önümüzdeki dönemde AKP yönetiminin en ciddi endişesi şu:

Partide çatlama olur mu?

Erdoğan'ın milletvekillerini 50'şer 50'şer çağırıp konuşmasının nedeni "akıl almak" değil. O, kendisinde fazlasıyla var. Partinin bütünlüğünü sağlamak.

Bu yönde AKP yönetimini kaygılandıran ilk önemli çıkış Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem' den geldi. Erdem, sağduyulu her kesimin altına imza atacağı bir değerlendirme yaptı. Şu mesajlar Erdem'e ait:

1- Yüzde 47 bize büyük geldi. İçimize sindiremedik.

2- Atamalarda liyakate önem vermedik.

3- Türban için anayasayı değiştirmekle hata yaptık.

4- Merkez sağ parti görüntüsü veremedik.

5- Bize oy vermeyen kesimlerin kaygılarını gideremedik.

6- AB'den parti kapatmaya karşı destek istemekle yanlış yaptık.

7- Bakanlar Kurulu'nda kan değişikliğine gitmedik.

Bize göre erdemli değerlendirmeler!

AKP içinde Erdem gibi düşünen başka milletvekillerinin de olduğu konuşuluyor.

Erdoğan ve çevresini parti içi dengeler açısından da ilgilendiren bir ikilem var:

Anayasa Mahkemesi'nde savunma mı yapacaklar savurma mı?

Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 28 Nisan 2008
Related Posts with Thumbnails