22 Ağustos 2008

Rap Rap Rap!… Durmak Yok, Yola Devam!

İstanbul Erenköy’deki Galip Paşa Camii’nde televizyon kameralarının gözükmediği ilginç bir cenaze töreni. Cemaat, caminin küçük avlusunu ancak dolduruyordu. Avluda en ünlü sima şüphesiz Nilüfer Bayar Gürsoy’du. Kocası, Demokrat Parti dönemi milletvekillerinden Ahmet İhsan Gürsoy’u kaybetmişti. Nilüfer Hanım kısacık kesilmiş kızıl renkli saçlarıyla, çok hoş giyimi ve vakur tutumu ile başsağlığı dileklerini kabul ediyordu. Başı şöyle emaneten bile örtülü değildi! Cenaze törenlerinde bazı kadınların başları üzerine ‘derbeder’ bir biçimde attıkları “saygı eşarbı” bile takmamıştı!

Törendeki kadınların da genellikle başı açıktı! İlginç olan, avluda tek bir türbanlının bile olmamasıydı! AKP de yoktu orada. Gözlere İsmet Sezgin takılıyordu!

Galip Paşa’yı dolduranların hepsi Cumhuriyet’in, Atatürk’ün çocuklarıydı... Hemen hiçbirinin ne AKP’li köktendinci ideolojiyle, ne Arap ürünü türbanla ne de dayatılan, ancak Kuran’da olmayan siyasal İslamcı yorumlarla ilişkisi vardı! Ama şüphesiz, bu kadro, 1950’lerden sonra devraldıkları ülke yönetiminde Atatürk devrimlerini ilerletememiş, dolayısıyla demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşlarıyla kuramamış, ekonomiyi sürekli dışa bağımlı kılmıştı...

Ve, bu başarısızlıkları nedeniyle de AKP ideolojisini besleyip büyütmüşlerdi! Sonunda iktidarı AKP’ye devrettiler!

AKP’nin Demokrat Parti ve türevlerinin devamı olduğu doğru değildir. Ne siyasi anlayış, ne kadro, ne politika, ne yönetim... Seçimlerde kullandıkları “Menderes-Özal-Erdoğan” imajının, Galip Paşa Camii’nde zerre kadar yankısı yoktu!

AKP, bugünkü politikalarıyla, Cumhuriyet tarihinin en gerici, en bağnaz, en dinci oluşumudur! Bu kısa tarih, en büyük talanların yapıldığı olağanüstü bir dönem olarak anılacaktır!

***

AKP’yi biraz frenleyecek olan ise, giderek daha iyi ortaya çıkıyor ki, karşılaşacağı hukuki, sosyal, ekonomik, politik zorluklar, sorunlar ve daha ötesidir!

Bu nedenle, hemen her alanda AKP’ye karşı en geniş muhalefeti inşa etmek tek çaredir! Ergenekon hava cıvadır! Oradan geriye sadece gerçekten demokrasi düşmanı, çeteciliğini Atatürk ardına saklanarak gerçekleştiren bir avuç kriminal tip kalacaktır! Buradan beklenen genel amaç ise AKP karşısında oluşacak geniş muhalefeti, gerçek demokrasi ve özgürlük cephesini engellemeye yöneliktir!

Bugün AKP izinde kuyruk sallayan solcu eskisi liberallere, CHP Milletvekili Osman Çoşkunoğlu’nun anlattığı bir olguyu ithaf etmek gerekir:

Çoşkunoğlu ABD’de üniversitede hocalık yaptığı dönemde, aynı kürsüde kendisinden daha solda bir İranlı akademisyen ile arkadaştır. Solcular Humeyni ile birlikte Şah’a karşı gösteriler yapıyor. Şah devrilir! İranlı akademisyen, Prof. Çoşkunoğlu’na gelir ve “Bizimkiler İran’da iktidara geldi, beni bir süre idare et, derslerime gir, İran’a gidip geleceğim” der. Çoşkunoğlu, bir daha İranlı arkadaşından haber alamaz...

***

AKP, engelleri bir bir aşarak, her kurumda, kesin ve tek ses iktidarını adım adım kuruyor.. Arkasında dosyaları olan Cumhururbaşkanı Gül, suçdaşı Erbakan’ı affediyor! Ve üniversite rektörlüklerine bir bir adamlarını getiriyor! Rektörler, Gül ve AKP adına pasta kesiyor! Ne arsızlık! Bir rektör de “Biz ülkede devleti yönetiyoruz, hızaya gelirsiniz ya da kötek yersiniz” gibi, ne tür bir diktatörlüğe doğru gittiğimizin işaretini veriyor! Üniversite her türlü baskıya direnmelidir!

Erdoğan, koltuğa ilk oturduğunda “Ne demek, buraya atama yapamayacak mıyız yani” dediği ve özerklik kavramı ile tanıştığı TÜBİTAK’ı, 6 yılın sonunda tek parti yönetiminin kurumu yapmayı gerçekleştiriyor!

Adamlar, özerklikten nefret ediyor! Özerk kurumlara karşı tavırları bile, nasıl bir dikta ve baskı yönetimi anlayışına sahip olduklarının göstergesidir!

AKP engelleri aşarak yürüyor: Durmak yok, yola devam! Başka ne kaldı? Sıradaki gelsin!

Rap rap rap!...

Orhan Bursalı - Cumhuriyet, 21 Ağustos 2008

19 Ağustos 2008

Bay Fuller’in Marifetleri!

Türkiye'nin başına gelenleri Gazeteci Yılmaz Polat’ın "CIA'nın muteber adamı" kitabından öğrenmeyi sürdürelim. Graham Fuller nam muhteremi okuyorduk!.. Bu bey, USA'ya, CIA merkezine dönmüştü ve...

"Fuller, çalışmalarını Müslüman ülkeleri laik sisteme dönüştürerek değil, Türkiye'yi Ilımlı İslam'a çevirip model yapma üzerine yoğunlaştırdı!.."

Ne zaman?.. 1990'lı yılların başında raporunu sunduğunu okuyup bu zamanı tahmin edebiliriz...

Fuller'in "Türkiye'deki İslamcı Akımlar" raporu Türkiye'nin İslami düşünce ve eğilimleri konusunda daha esnek olabileceğini savunuyordu. Proje, AB temelleri üzerine inşa edilecekti; ama Türkiye'nin önünde üyelik için ciddi engeller vardı. Özellikle yaratılan bu sorunların özünde, kemikleşmiş Kemalizm'in yattığı iddia ediliyordu. Fuller, Atatürk İlkeleri arasında yer alan devletçiliğin, bugün, geniş anlamıyla, Türkiye'nin gelişmesinin önünde en büyük engel oluşturduğunu yazdı. TC Anayasası'nın ilk cümlesi olan "Türk Devleti ebedidir" sözünün, Orwell dilini anımsatan daha eski bir dönemi çağrıştırdığını savunuyor, şöyle diyordu: "Liberal olmayan bir düzen, Türkiye'nin demokratik değişimini engellemekte, İslamcılık ve Kürtler gibi iki ana sorunun çözümü de zorlaştırmaktadır. Birincisi din meselesidir. Türkiye laik bir devlet olarak ülkedeki tek ve aynı zamanda en büyük İslamcı partiyi yasaklamaya devam ediyordu. Türkiye laik sistemi sürdürmelidir; ancak bu sistem kilise ve devletin ayrıldığı gibi gerçek laiklik olmalı. Fransız tepeden inmeci anlayışında ve Türkiye'de de olduğu gibi, devletin, din üzerinde kesin bir kontrol uyguladığı bir sistem olmamalı. Türkiye'nin ikinci büyük bir krizi de Kürt sorunu. Homojen bir ulus kurma kaygısı içinde, Kemalist devlet, Türkler dışında hiçbir kimliği tanımamak üzerine inşa edilmiştir.

Fuller'e göre Kemalizm olarak adlandırılan devlet doktrini, sorunun çözmediği gibi, Türkiye'ye çok pahalıya mal oluyordu. Fuller, bir yandan da fikirlerini eyleme dönüştürmek için yakın çalışma arkadaşlarıyla hedef belirliyordu. Türkiye'deki İslamla ilgili fikirleri, Fuller'i, İslamcıların vazgeçilmez konuşmacıları arasına soktu. Sık sık İstanbul'a çağrılıyordu. Fuller de çağrıları yanıtsız bırakmadı; Saidi Nursi konferanslarında boy gösterdi. En gözde konuşmacılar arasına girmeyi başardı. CIA'cı aynı zamanda Amerika’daki Ilımlı İslamcı yanlarını kendi kafasına göre örgütlüyordu. Fuller'in çalışma arkadaşları arasında Türkiye'de doğup büyüyen Washington'a CIA bağlantılı Henry Barkey de vardı; İstanbul'dan Washington'a gelmiş ve Fuller'in asistanı oluvermişti. Barkey artık Fuller'in güvendiği, ona en yakın kişilerden biriydi.

Graham Fuller, Türkiye'nin sorununun Atatürkçülük'ten kaynaklandığı konusunda ısrarcıydı. Üç ayda bir yayınlanan National Interest'de "Atatürk ve Sonrası" başlıklı bir makale yazdı; Atatürk'ün düşüncelerinin yeniden yorumlanmasına ihtiyaç olduğunu savundu. Fuller'in görüşleri, Türkiye'de İkinci Cumhuriyetçi olduğunu söyleyen bir grup eski komünist, yeni dinci yazar aydın-akademisyen tarafından çabucak benimsenip desteklendi. Bu destek raslantısal değildi. Kapalı kapılar ardında Ilımlı İslam tezi, Kürtçülüğü de içine alarak ağını planlı biçimde örüyordu..."

Polat, Fuller'in bir başka "arkadaşını" daha bize şöyle tanıtıyor:

"Pentagon için hazırlanan 80 sayfalık raporun mimarlarından biri de Profesör Sabri Sayarı. Profesör Sayarı, İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesi'nde, Washington'da Georgetown Üniversitesi'nde öğretim üyeliği; RAND'de araştırmacılık ve Washington'da Heath Lowry'den sonra Türk Araştırmaları Enstitüsü'nde başkanlık yaptı. Daha sonra Washington'dan ayrılıp İstanbul'a, Sabancı Üniversitesi’ne geldi...”

Bu kitabı okuyunuz, daha neler var neler!!

Behiç Kılıç

Kaynak: İlk-Kurşun

Yılmaz Polat’ın Kitabı

Gazeteci Yılmaz Polat, 28 yıldır Washington’da, Türk-ABD ilişkilerini izliyor... Polat bu süre içerisinde hem mesleğini, hem kendisini korumayı bildi; söz konusu ilişkiler nedeniyle ruhunu Pentagon’a kiralamadı... Bu yüzden köşeyi dönemedi, ceberutların muteber adamı olarak ülkesi aleyhine kurulan oyunlarda rol almadı, yurtsever bir onurlu kişi olmayı seçti...

Kitap yazıyor...

Yazdığı kitaplarda da, doğruları yansıtıyor... Son kitabı "CIA’nın Muteber Adamı" Ulus Dağı Yayınları tarafından basılıp piyasaya sürüldü. Mutlaka okumalısınız. Ben, lafı uzatmadan kitaptan bazı bölümleri sunacağım.

Polat, kitabında ABD derininin bir "Çalışma dosyasını" şöyle tanıtıyor...

"Siyahla karalanmış sayfalarda, ad verilmeden "16 No'lu ülke" olarak tanıtılan bir ülke vardı. "16 No'lu ülke", Türkiye idi..."

Şimdi bu "16 nolu ülke" ile ilgili olarak, 1992 yılında CIA'nın hazırladığı bir Kürt raporunda "En Muhtemel Senaryo" bölümünden satırlara bakalım...

"Türkiye'deki, Irak'taki ve daha az bir düzeyde de İran'daki Kürtler'in, merkezi hükümetlerden daha çok özerklik ve siyasal olarak tanınma isteklerini sürdürmelerini bekliyoruz. Ancak onlar her üç durumda, özellikle kendi ulusal davaları çerçevesinde hareket edeceklerdir. Zamanla ortak çıkarılan, genişledikçe ve birbirlerine bağımlılıkları artıkça, işbirliği yapmaları da daha önemli bir hale gelebilir. Ancak kısa dönemde bunun yapılmasını önemli gerginlikler ve rekabetler olduğunu görüyoruz. Bütün bunlara bakarak, Iraklı Kürtler daha güçlü bir durumda olacaktır. Çekiç Güç'ün varlığı sürdükçe, Bagdat'ta güçlü bir merkezi hükümet kurulsa bile, Kürtler kendi kurdukları yeni kurumları ve oldu bittiye getirdikleri otonomiyi korumayı başaracaklardır."

Rapor tarihi, doksanların başı ve gelinen noktaya dikkat ediniz...

Yılmaz Polat, kitabında, ABD gizli servisi adına Türkiye'de oyun kuran muhteremin adını da veriyor: Graham Fuller. Bakınız bu Bay Fuller kimmiş?..

"Yirmi yıl CIA Ortadoğu bölge sorumlusu oldu. 1964-67 arası Türkiye'deki CIA şefi oldu, ülkesine dönünce CIA'nın Ulusal İstihbarat Kurulu Başkan Yardımcılığı'na kadar yükseldi. Türkiye'ye ilgisi hiçbir zaman azalmadı. Ekmeğini Türkiye'deki Müslümanlıkla oynayarak kazandı. Başının üzeri keldi, yan taraftan uzattığı saçları ve uzun sakalıyla ajanlığını gizlemeye ve kendisine bir entelektüel görünümü vermeye çalıştı. Sakallı hali, Türkiye'deki aşırı dincilerin de hoşuna gitti; Kürt ve İslam uzmanı oldu. Türk-Kürt-İslam sentezini birleştirip Türkiye'nin jeopolitik yapısını irdeledi. CIA'dan emekli olduktan sonra da bağlantısını kesmedi. Merkezi Kaliforniya'da olan Rand Corporation adlı araştırma kurumunda bölge uzmanı olarak çalışmaya başladı ve kendisi iyice Türkiye'deki İslam'a verdi. Yazdığı raporlar, tarikatlar için umut ışığı, Türkiye'de şeriat rejimini görmek isteyenler için yol haritası oldu..."

Bundan sonraki satırlar sizlere "pek tanıdık" gelecektir!..

"Graham Fuller, 1920'lerde Türkiye'nin ayakta kalma mücadelesi sırasında Atatürk'ün tarihsel rolüne çok büyük saygı duyduğunu; ancak George Washington, Nehru, Lenin ve Gandi gibi liderlerin bile sonsuza kadar yaşayabilecek bir ürün vermediğini ve zaman içinde belleklerden silinebileceklerini söylüyordu. Fuller'e göre İncil ve Kur’an kalıcıydı. Liderler ölüyor; önce bedenleri, zaman içinde de düşünceleri yok oluyordu. Oysa Kur’an ve İncil yaşıyordu.

Geçmişteki radikal laiklik politikaları döneminde İslam'ın yaşamımızdan nasıl dışlanacağı adeta bir fikri sabit haline gelmişti. Bence bu, bugün daha az lazım olan bir tepki.

Fuller’in sözleri, soğuk savaş sonrası CIA'nın dikkatlerini Türkiye'ye çevireceğinin önemli işaretiydi. Belli ki yeni çalışmalar, İslam ve Kürtçülük ağırlıklı olacaktı.
Fuller'in iddiasına göre, Türkiye'nin sorunu Atatürkçülük'ten kaynaklanıyordu..."

Kitaba yarın devam edeceğim...

Behiç Kılıç

Kaynak: İlk-Kurşun
Related Posts with Thumbnails