14 Mayıs 2008

Fethullah Artık Dön

Fethullah Gülen, ABD’den neden dönmüyor?..

Dönecekti ama birden vazgeçti!..

Dönüş tarihi 8 ya da 11 Nisan’dı

...

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Fethullahçıların tüm planlarını bozdu...

Daha önceleri yazdım...

Fethullahçılar Güneydoğu’yu kuşattılar tam anlamıyla...

Diyarbakır’da “Işık Odaları” açılıyor; Batman, Malatya, Van, Gaziantep, Şanlıurfa gibi kentler “Fethullahçılar” tarafından kuşatılıyor.

Ben Fethullah’ın ABD’den Türkiye’ye hemen dönmesini istiyorum...

Hoca, 10 yıldır yurt özlemi çekiyor...

Hemen İstanbul’a gelsin, Altunizade’deki konutuna yerleşsin; Hakan Şükür’le öpüşüp koklaşsın; işlerini buradan yönetsin!..

Fethullah, ABD’den dönerse, Ergenekon olayı da açıklık kazanır. Belki bizim bilmediğimiz gerçekler ortaya çıkar...

Sahi şu Ergenekon’a ilişkin ayrıntılar nedir, iddianame ne zaman hazırlanacak, çok merak ediyorum...

Benim Ergenekon’a bakışım çok açık, daha önce yazdım, yineleyeyim:

“Bu işin sonuna dek gidilmeli, karanlıkta hiçbir şey kalmamalı!..”

Ergenekon’da ilk gözaltı ve tutuklamalar on ay önce olmadı mı? Oldu! Ardından ikincisi geldi, sonra üçüncüsü!..

Peki iddianame neden hazırlanmıyor?

Bilmiyorum!..

12 Eylül 1980 sonrası sıkıyönetim döneminde 2 bin 500 sanıklı DİSK davasının iddianamesi 15-16 ayda bitirilmişti.

Fethullahçılar, dinciler, Soros’un çocukları, Amerikan mızıkacıları, yobaz-hokkabaz takımı şimdilerde “laikçi faşist” sloganıyla TV ekranlarında boy gösteriyorlar...

Arkalarında ise Avrupalı destekçileri...

***

Olli Rehn, Joost Lagendijk, Javier Solana, Cem Özdemir, Dimitrij Rupel...

Bu beyler AKP’ye, Fethullahçılara koşulsuz destek veriyorlar... Bu ülkenin yurtseverlerini, demokratlarını, gerçek aydınlarını “laik faşistler” olarak görüyorlar...

CHP ve Deniz Baykal ise hedefte...

İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek gözaltına alındıklarında dilleri tutulan bu beyler, “sıkmabaş”, “Tayyip - AKP” gündeme geldiğinde bülbül gibi şakıyorlar.

Damat Lagendijk, Fethullahçıların Avrupa’daki işlerini izleyen Cem Özdemir...

Yaptıkları açıklamaları alt alta koyup okuyun, şaşıracaksınız...

Bunlar Türkiye’yi yönetiyor, yargıya kafa tutuyorlar...

Lagendijk, Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan hakaret etme yürekliliğini kimden alıyor, söyler misiniz?

Cumhuriyet mitinglerine katılan milyonlarca aydınlık yüzlü, laik demokrat insanımızı “Ergenekon çetesi” olarak gösteren düşünce, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu CHP’yi de “darbeci, baskıcı, ulusalcı” olarak değerlendiriyor.

Bu bir oyundur!..

İnsanları “darbeci - çeteci - laik faşist” diye suçlamak Fethullahçıların ortaya attığı bir slogandır...

Para gücü Fethullahçılardadır bugün. Sabah ve atv olayını eşelediğinizde Fethullahçı gücü görebilirsiniz.

Burada Deniz Baykal ve CHP’ye de bir çift sözüm olacak...

İç çekişmeler bitmeli, kısır döngü çatışmaları durmalıdır. CHP, demokrat ve solcu kimliğini ortaya koymalıdır.

Gün “sol”da birleşme, dayanışma, kardeşlik günü olmalıdır...

Dinci ve tarikatçı yapılanma Türkiye’yi kuşatıyor...

***

Türkiye’yi yönetmeye kalkışan, tarikatçıları - Fethullahçıları, AKP’yi “demokrasinin ve özgürlüklerin simgesi” olarak gören, Anayasa Mahkemesi’ne hakaretler yağdıran Olli Rehn, Joost Lagendijk neden bu ülkeyi işgal eden “Çokuluslu Altın Avcıları”na karşı tepki koymazlar...

Kaz Dağları’nı, Tunceli’yi, Erzincan’ı, Kaçkarlar’ı, Eşme Kışladağı’nı, Madra Dağları’nı işgal eden, çevreyi kirleten, zehirleyen “Çokuluslu Altın Avcıları”nı bağırlarına basarlar...

Çünkü tarikatçı - Fethullahçı sermaye onların sağ koludur Türkiye’de...

Bu öykü biraz uzundur...

Sırası geldikçe anlatacağım!..

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 13 Mayıs 2008

11 Mayıs 2008

Kürt Sorunu Denilen ve Dayatılan Şey

Bugün "Kürt Sorunu" denilen veya dayatılan şeyin ne olduğunu ortaya koyabilmek için öncelikli olarak PKK'nın, nasıl ve ne amaçla kurulduğunu ve bu aşamaya nasıl gelindiğini, kronolojik, sosyolojik ve psikolojik olarak incelemek gerekiyor.

Bilindiği gibi, 1970'lerin başında Ankara'da üniversite öğrenimi gören Abdullah Öcalan, ilk olarak sempati duyduğu dinci ve milliyetçi (Türk) akımlara yönelmiş, toplantı ve eylemlerine katılmış, bilahare nasıl oluyorsa tam karşıtı sol gruplar ile ilişkiye geçmiş, sonuçta da 1975 yılı içerisinde bir grup arkadaşıyla birlikte Dikmen'de gerçekleştirilen bir toplantıyla "Apocular" adı verilen örgütünü kurmuştur.

Marksist ve Leninist ideolojiyi temel alarak, "Özgür ve Komünist Kürdistan" hedefi ile Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde faaliyetlerine başlayan "Apocular" örgütü, örgüt içerisinde "Apocular" ismine karşı oluşan muhalefetin giderek artması neticesinde Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ismini almış, 1985 yılı itibariyle bölgede gerçekleştirdikleri son derece kanlı katliamlarla da ismini duyurmaya başlamıştır.

Köy baskınları gerçekleştiren, kundaktaki bebekleri dahi acımasızca öldüren, terörist eleman temini anlamında zavallı Kürt gençlerini zorla dağa kaldıran örgüt, bölge insanı tarafından "Öcü" olarak görülmüş, uzunca bir süre korku ile karışık örgüte karşı yoğun bir kin duyulmuştur.

Ancak, zaman içerisinde, güvenlik güçleri ile girilen çatışmalarda ölen örgüt mensuplarının cenazelerinin köylere getirilerek defnedilmesi, bölge halkınca örgüte karşı duyulan kini başlangıçta arttırsa da, sonuçta çocuklarının Türk askeri tarafından çıkan çatışmalarda öldürülmüş olması, Devlete bağlılık anlamındaki tavrın az da olsa değişmesine sebebiyet vermiştir.

Ayrıca, zorla kaçırılan gençlerin, siyasi bir eğitim verilmesiyle kafalarının yıkanarak, örgüt tarafından planlı bir biçimde kendi köylerine sıklıkla gönderilmesi, örgüt yanlısı ve devlet aleyhtarı propagandaların bilinçli bir şekilde yaptırılması da, bölge insanının örgüte olan yoğun kininin az da olsa zamanla azalmasına yol açmıştır.

Başlangıçta, yani 1975 yılı itibariyle "Sosyalist ve bağımsız bir Kürdistan" hedefi ile yola çıkan örgüt, bölge insanının oldukça muhafazakâr yapısı nedeniyle hedefine ulaşamayacağını anlamış, 1990'lı yılların başı itibariyle bu sefer, sadece "Kürt Kimliği" üzerinden siyaset yaparak "Özgür ve bağımsız bir Kürdistan" söylemini gündeme yerleştirmeye çalışmıştır.

Bu süreç ve hedef, Apo'nun yakalandığı 1999'a kadar devam etmiş, başlayan İmralı süreci ile birlikte, örgütün, daha doğrusu Apo'nun siyasi sözcüleri tarafından, "Kürt kimliği ve kültürünün tanınması, barış, demokrasi, insan hakları" gibi sözde masum isteklerin gündemleştirilmeye çalışıldığı yeni bir sürece girilmiştir.

Sürekli değişen bu süreçte son olarak, "üniter devlet yapısı içinde demokratik bir Türkiye, demokratik özerk bir idari yapı ve Kürt kimliği, kültürü ve ana dilinin anayasal güvenceye alınması" talepleri öne sürülmeye başlanmıştır.

Son sürecin diğerlerine göre tek ve en önemli farkı, "Kürdistan ve bağımsızlık" gibi ifadelere yer verilmemiş olmasındadır.

Apo'nun sözcüleri, buna özellikle dikkat çekerek, "Biz, Türkiye'nin parçalanmasını istemiyoruz, ayrı bir Kürdistan istemiyoruz"u sürekli dillendirmeye çalışıyorlar.

Özetleyelim; önce "Marksist ve Leninist Apocular ve Sosyalist bir Kürdistan", sonra "Marksist ve Leninist PKK ve Sosyalist bir Kürdistan" daha sonra "Etnik milliyetçi Bağımsız bir Kürdistan" ve nihayet "Üniter devlet yapısı içinde demokratik bir Türkiye ve demokratik özerk bir idari yapı".

Devam edelim; önce "Apocular", sonra "PKK", daha sonra "KADEK" ve nihayet "KONGRA-GEL".

Görüldüğü gibi, temelinde, hedefinde ve stratejisinde belli aralıklarla sürekli değişkenlik gösteren bir örgüt, siyasi manevraları doğrultusunda isim değişikliğine dahi zaman zaman gidiyor, bu sayede de muhtemelen izini kaybettirmeye veya hedef şaşırtmaya gayret sarf ediyor!!!

Dikkat edilirse, en başlangıcından Apo'nun yakalanışına kadar geçen 24 yıllık süreç içerisinde, bir kez olsun "Kürt kimliği ve kültürünün tanınarak, anayasal güvenceye kavuşturulması ve anadilde eğitim hakkı" gibi masum gösterilmeye çalışılan istekler hiç görülmüyor, duyulmuyor.

Peki, Apo'nun yakalandığı 1999 yılından buyana geçen 9 yıllık bir süreç içerisinde, sürekli dillendirdikleri ve sözde verilmediğini düşündükleri özellikle "anadil" konusunda gerçekten çok mu samimiler?

Eğer samimilerse, Şam'da krallar gibi uzunca bir süre saltanat hayatı yaşamış olan lider Öcalan'ın, oldukça geniş bir zaman ve fırsata sahipken, bilmediği anadili Kürtçeyi, birkaç basit kelime dışında öğrenmemiş olması nasıl açıklanabilir!!!

Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7645

Fethullah Hareketi Neden Tartışılmaz?

"Türk medyası" Fethullah Gülen hareketini masaya yatırıp enine boyuna tartışabilmiş midir?

Hayır!..

"Türk medyası"nın patronları "Fethullah Gülen" hareketini tartıştırmazlar; kıyısından, köşesinden tartıştırır gibi yaptırırlar, üstüne gidenleri de sustururlar!..

Mustafa Balbay, Fethullah Gülen’in ne yapmak istediğini çok açık bir biçimde köşesinde (12 Nisan 2008) yazdı...

Ben yıllardır yazıyorum...

Şöyle bir hesap yaptım, 35 yıldır Fethullah Gülen hareketini yakından izliyorum...

Fethullah Gülen’in amacı nedir, ne yapmak istiyor?

Fethullah Gülen hareketi "İslam"a değil, ABD’ye yakın. Balbay’ın saptamasıyla "Hz. Muhammed’siz ve Kuran’sız bir İslam hareketi."

Saptama doğru!..

Fethullah Gülen hareketinin ne olduğunu Kerimov gördü ilk kez ve Özbekistan’daki tüm "Nurcu okulları"nı kapattı.

Rusya daha sonraları ayrımına vardı ve okulları devletleştirdi...

Bu okullar "Türk okulları" olarak biliniyor. Doğru değil. ABD güdümünde İngilizce eğitim veren "Nur okulları"dır bunlar. Okulların amacı Afrika ülkelerinden, Orta Asya Cumhuriyetlerine dek yayılmaktır.

Fethullahçılar tüm ülkelerde ABD desteğinde açıyor bu okulları. Kimi emekli paşalar bu okulların düzenlenmesinde görev alıyorlar.

Türkiye’ye gelince...

Okullar, yurtlar, Işıkevleri, dershaneler, hastaneler...

Asya Bank onların!.. Tekstil onların elinde...

Türkiye’de 2500 dershanenin 2 bini Fethullahçıların...

Medyada çok etkinler...

İçlerinde en demokrat görünenleri 1 Mayıs’ı "komünist bayramı" olarak görürler...

***

Michael Rubin, ABD’nin Ortadoğu ve İran uzmanıdır...

Beyaz Saray yönetiminin neo-con (yeni muhafazakâr) çizgisinin düşünce kuruluşlarından "American Enterprise Institute"de araştırmacı olan Rubin, "Middle East Quarterly" dergisinin de editörüdür.

Rubin, Fethullah’ı kime benzetiyor?

Humeyni’ye!..

Rubin, AKP iktidarını, AKP medyasını da sert bir dille eleştirirken şöyle diyor:

"Erdoğan çekişmeyi körüklerken, onun ve Gülen’in, Türk köşe yazarları ve yorumcuları arasındaki destekçileri İslamcılığı demokrasiyle, laikliği faşizmle özdeşleştiriyor; çok sayıdaki Batılı diplomatın, ‘ılımlı İslam’ kabulüyle kucaklanmasına hoşgörü göstermeye hevesli olduğu bir çizgi bu. Erdoğan’ın kendisi, Hitler’in yolunu açanın laiklik olduğunu, İslamcılığın asla böyle bir sonuç üretmeyeceğini söyledi."

Rubin, Türkiye’de laik eğitim sistemine yönelik saldırıların kurnazca ama etkili biçimde yürütüldüğünü ise iki yıl önce yazdı...

Ne diyordu Rubin:

"Öğrencilerin önünde üç seçenek mevcut: İmam hatip liselerine yazılıp imam olabilir; ticaret veya meslek okullarına girebilir ya da laik liselere kaydolup, daha sonra üniversiteye gidip kariyer yapabilirler. Erdoğan bu sistemi değiştirdi; imam hatip diplomalarını lise diplomalarıyla eş tutarak İslamcı öğrencilerin üniversiteye girmesi ve devlet görevlerine başvurmasına olanak sağladı. Denetim ve ayar mekanizmalarını da by-pass etmeye girişti. Rektörlerden oluşan YÖK, üniversiteleri siyasi İslama daha davetkâr kılacak taleplerini reddedince AKP ağırlıklı parlamento 15 yeni üniversite kurma önerisinde bulundu.

Erdoğan, diplomatlara amacının eğitimi güçlendirmek olduğunu söylese de Türk akademisyenler bu hamleyle dilediği rektörleri seçip YÖK’ü yandaşlarıyla dolduracağını söylüyor.

Böylesi taktikler artık sıradanlaştı. Pek çok laik şahsiyetin itirazlarına rağmen Erdoğan’ın ısrarıyla AKP teknokratların zorunlu emeklilik yaşını indiren bir karar da geçirdi.

Bu, 9 bin yargıcın neredeyse 4 bininin değiştirilmesi manasına geliyor.

Türkler AKP’nin yargı bağımsızlığını tırpanlama peşinde olduğundan şüphe ediyor. Mayıs 2005’te AKP’li Meclis Başkanı Bülent Arınç, yargıçlar çıkarılan yasaları engellemeye devam ederse AKP’nin Anayasa Mahkemesi’ni kapatabileceği uyarısında bulundu."

***

Rubin’in iki makalesinden iki örnek verdim...

Fethullah Gülen 8 ya da 12 Nisan 2008’de Türkiye’ye dönecekti ABD’den...

Dönemedi!..

Çünkü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Fethullah’ın aklanmasını öngören Yargıtay Dokuzuncu Dairesi kararına itiraz etmiş; Gülen’in çalışmalarının “cürüm işlemek üzere çete oluşturmak” kapsamında değerlendirilmesini istemişti...

Bitmedi, devamı salı gününe kaldı...

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 10 Mayıs 2008

AKP’nin A ve B Planı: AB

Avrupa Birliği’nden gelen haberlerle AKP’nin verdiği mesajlar arasında çok ciddi bir paralellik dikkati çekiyor. Bunda elbette şaşılacak bir durum yok, ama bu gelişmeler önümüzdeki günlerde atılabilecek kimi adımların da habercisi...

Başbakan Erdoğan, partisini tek parça halinde tutabilmek için her yöntemi deniyor, denemeye devam edecek. Kamuoyuna çok seçenek varmış gibi görüntü verse de özünde AKP’nin A ve B planlarını toplayıp yan yana getirdiğimizde şu çıkıyor:

AB!

Avrupa’dan Mart sonundan beri gelen yorumların dozu giderek ağırlaşıyor. Bu gidişle doz aşımına az kaldı!

Geçen hafta müthiş bir koro vardı. AB-Türkiye Karma Parlamento Eşbaşkanı Joost Lagendijk İzmir’den seslendi:

“AKP kapatılacak, yerine kurulacak parti daha güçlü gelecek... AKP’yi türbanda daha sessiz ve sakin hareket etmesi için uyardık, dinlemediler...”

Aynı gün AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn Oxford’dan yetişti:

“Türkiye’deki kırılma, aşırı laiklerle Müslüman demokratlar arasında...”

***

Bu iki orta düzey AB temsilcisinin tamamlayıcısı, “üstleri” oldu. AB’nin bir anlamda başbakanı olarak tanımlanan Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso hafta başından bu yana ilginç açıklamalar yapıyor. Arkadaş dedi ki:

“Bakalım, Müslüman bir ülkede laiklikle demokrasi ne kadar bağdaşacak? Türkiye’de zamanla göreceğiz.”

Bu demecin Türkçesi şudur:

“Türkiye’yi bir laboratuvar olarak kullanacağız. Asıl olan bizim kullanma kapasitemiz... Bakalım, laikliği dinci siyaset kıskacına aldığımızda ne kadar yaşayacak...”

Barroso durmuyor... Önceki gün de Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da, 11. AB Forumu’nda Türkiye yorumunda bulundu:

“Laiklik zorla dayatılamaz. Avrupa’daki demokrasilerde normal olduğu şekilde tüm garantileriyle uygulanan demokratik bir süreç olmalı. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin gerçek bir demokrasiye dönüşüp dönüşemeyeceği çok önemli bir konu. Henüz dünyada böyle bir örnek yok. Türkiye bunu gerçekleştirebilirse, tüm dünyada demokrasi isteyenler için büyük bir teşvik olacak.”

Barroso hem laikliğe dayatma gözüyle bakıyor hem de Türkiye’deki tartışmanın seyrine bakıyor!

Mademki dayatmalar yapılamaz, AB niye Türkiye’ye kendi kurallarını dayatıyor?

Barroso’nun ya Türkiye’nin gelişimi hakkında hiç bilgisi yok ya da başka niyetleri var!

***

AKP’nin kapatma davasına verdiği “cevapname”yi dün işlemiştik. AKP’nin cevapname dışındaki başlıca çalışması, başlıkta vurguladığımız planı yaşama geçirmeye dönük. Dün Yargıtay’dan AKP’ye şöyle bir sitem geldi:

“Yargıda yapılması gereken değişiklikler bizden önce AB’ye bildiriliyor...”

Yerinde bir sitem... Erdoğan, AB’ye hangi konularda değişiklik yapacaklarını “dosya halinde” bildirdi. AB temsilcileri bunlardan hangisi ne işe yarar, çalışmaya başladı bile!

Ama bizim haberimiz yok!

AKP, AB planına “C” ekleyebilir miyim diye soruyor. Yani Türkiye’de tam yandaş bir “cephe” kurabilir miyim?

Zor görünüyor...

O zaman “D” ekleyebilir miyim, diyor:

ABD...

O da zor görünüyor...

Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 10 Mayıs 2008

Sağlık reformu!

Size kötü bir haberim var...

Milletvekillerimiz hasta.

*

2007 yılında, sadece 1 yıl içinde...

"18 bin 784 kez" doktora gitmişler!

*

Evet... 18 bin 784 kez.

*

Elimde, TBMM Baştabiplik Polikliniği’nin "hasta sayısı"nı döküm döküm gösteren istatistik raporu var.

Göz doktoruna 412 kez...

Dişçiye 643 kez...

Kulak burun boğaza 784 kez...

Dahiliyeciye 1.013 kez...

Dermatoloğa 1.470 kez...

Pratisyene 11.256 kez gitmişler.

351 kez röntgen çektirip...

2.393 kez tahlil yaptırmışlar.

*

İşin hazin tarafı...

Eşleri ve çocukları da hasta.

*

Milletvekillerimizin eşleri ve çocukları, "19 bin 716 kez" doktora gitmişler!

*

Daha hazin tarafı...

Meclis’in personeli ve emekli milletvekillerimiz de hasta...

Onlar da, sadece 1 yıl içinde, "94 bin 441 kez" doktora gitmişler!

*

Fatura?

56 trilyon 535 milyar liracık.

*

Üstelik, iyileşemiyorlar...

Çünkü, 2006 faturası ne?

52 trilyon 611 milyar liracık.

*

Siz seçtiğiniz ve parasını da siz ödediğiniz için, belki bilmek istersiniz diye düşündüm... Cümleten geçmiş olsun.

Vatan sağolsun!

Yılmaz Özdil - Hürriyet, 10 Mayıs 2008
Related Posts with Thumbnails