28 Haziran 2007

MOSSAD ve Barzani


Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor.
Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir.

MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür.

Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?


Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi.

Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor.

CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.

MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan “Israel’s Secret Wars: A History of Israel’s Intelligence Services” adlı kitapta sergileniyor.

Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü‘nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış.

Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor.

Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.

* * *

Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.

1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.

Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor.

MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.

Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç:

Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329)

Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)

* * *

70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu?

Kitaba göre sürüyor.

“Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. (sh.521)

Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor.

MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor.

Kitapta, Mesud Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor.

Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek...

Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek...

İlgi belli...

İlişki de belli...

Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?

Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?

Uğur Mumcu - Cumhuriyet, 7 Ocak 1993


Dip Not: Uğur Mumcu, bu yazıyı yazdıktan 17 gün sonra, 24 Ocak 1993 tarihinde, öldürüldü.

26 Haziran 2007

Fethullah Gülen'in gerçek yüzü



Firavunlar çağını yaşıyoruz. Toprak, firavun bitirmek için pek mümbit*. Böyle bir dönemde, tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacağınız ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar, Türkiye'deki devlet yapısı ölçüsüne göre, bütün anayasal müesselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar, her adım, erken sayılır. Her adım, 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir. Civcivleri terk eden bir kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terketmek gibi bir şeydir. Ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler, mikro planda dünyayla hesaplaşma işidir. Biz buyuz. Sesimiz soluğumuz bu. Bunca kalabalık içinde, ben bu duygu düşüncemi sözde mahremce anlattım; ama sizin mahremiyete sadık, mahremiyet mevzusunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki, elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir boş çöp kutusuna attığınız gibi, bu düşünceleri de, açık olma yanıyla, çöp kutusuna atıp geçeceksiniz. Addedebildim mi? Evet. Sırrın senin esirindir, söylersen esiri olursun.

*Verimli

Unutturulan Atatürk


Atatürkçülük ne demektir?
Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.

Amacımız, ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız. Bu konuda karar ve inancımız kesindir.

Atatürkçülüğü, "tam bağımsızlık" inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri "Atatürkçülük" adına savunmanın hiç olanağı yoktur. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarına dayanağı, şu iki temeldir: Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!..

Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...

İşte Atatürk budur, işet "Atatürkçülük" budur...

Kurtuluş Savaşı, kökeninde "antiemperyalist" ve "antikapitalist" düşüncelerin kutsal harcını taşır:

Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.

Bu sözleri söyleyen ve her adımında ulusal bağımsızlığı, devrimci ve ilerici bir dünya görüşü ile sağlayıp pekiştiren Atatürk'ü bugün içine itildiğimiz ekonomik tutsaklığın temeli ve adı gibi görmek, Atatürk'e ve Atatürkçülüğe karşı yapılabilecek en ağır ve de en sinsi saldırıdır.

Atatürkçülük bağımsızlık demektir, Atatürkçülük ulusal onur demektir, Atatürkçülük devrimcilik demektir. Kurtuluş Savaşımızın ve ulusal devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri daha o günden görmekteydi:

Karşılıklı güvenlik ve esenlik, bütün dünya uluslarının üzerinde titremesi gereken bir mutluluk ilkesidir. Ancak bu ilke bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok, sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı, bir takım güçlü ulusların yeni davranış ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir. Hele uluslararası silah alışverişinin, birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak önlemlerin alınması bu kuşkuyu artırmaktadır...

Unutturulan, unutturulmak istenen Atatürk ve Atatürkçülük budur! Televizyon ekranlarında Türk halkına tanıtılmayan, anımsatılmayan sözler de işte bu sözlerdir:

Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız...

"Ezilen uluslar bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, yeniden ezilen ulusların, Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak, biz Atatürkçülerin, biz devrimcilerin namus borçlarıdır.

Bütün dünya bilsin ki benim için tek yanlılık vardır. Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı...

Atatürk'ün bütün dünyaya duyurduğu bu ilerici ve devrimci düşünceleri ne yazık ki, ülkeyi Atatürk'ten sonra yöneten, yönettiğini sanan politikacılar eliyle hançerlendi ve Atatürk, gerçek nitelikleri ile değil, beylik anma törenlerinin donmuş kalıpları olarak tanıtılmak ve benzetilmek istendi.

Atatürk'ü hiç olmazsa bu yıl, gerçek nitelikleri ile tanıtabilirsek, geçmiş dönemlerin ihanetleri bir ölçüde unutulmuş olur. Kurtuluş Savaşı'nın yüce önderini "Atatürk Yılı"nda inançla selamlıyoruz:

Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa...

Uğur Mumcu - Cumhuriyet, 6 Ocak 1981

25 Haziran 2007

Demokrasinin Yıldızları mı?


Geçenlerde "Demokrasinin Yıldızları" diye bir tabela ve bu tabelada da Menderes, Özal ve RTE'yi gördüğümde gözlerime inanamadım, adeta dehşete düştüm...

Neden mi?

Gelin isterseniz Tarihimizle Bir Yüzleşelim...

1950'den bu yana iktidar olan sağ partiler, hemen her seçimde demokrasi için yıllardır mücadele ettiklerini ifade eder dururlar.

Bu uğurda verdikleri savaşın, halk için seçkinlere karşı yapılan mücadelenin kahramanları olarak kendilerini gösterirler... Verdikleri mücadelenin halk için seçkinlere karşı yapıldığından dem vurup dururlar...

Acaba gerçekler öyle midir?

Bakınız 1945 yılında CHP "Toprak Reformu" yasası ile topraksız köylülere toprak vermek ister...

Ancak CHP içindeki büyük toprak ağaları buna şiddetle karşı çıkarlar...

Bu grubun bayraktarlığını yapan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Emre Sazak partiden ayrılır ve Demokrat Partiyi kurarlar. Toprak Reformu kanunu da engellerler...

1950 seçimlerini de "Yeter Artık Söz Milletin" sloganı ve Ulusun Demokratik hakları için iktidara gelirler... Ve Demokrasi deneyimimiz de böylelikle başlar...

Demokrat parti Meclis'teki çoğunluğu ile tüm özgürlükleri ve insan haklarını ayaklar altına almaya başlamıştır…

İktidar partisi milletvekillerinden oluşan "Tahkikat Komisyonu"nu kurarlar ve baskılar başlar...

Bu komisyona sadece gazete ve dergileri değil, onları basan matbaaları da kapama yetkisi verilir...

Emniyet teşkilatı istediğini günün 24 saati, evinden, işinden, sokaktan alıp gidebilir, haber de vermezdi...

Bilemezdiniz tutuklu mu, yoksa kaçırıldı mı, ya da vurulup bir yere atıldı mı?

Ne Avukat tutma hakkınız vardı ne de ailenize bir haber verebilme... Mahkemeye çıkma günü de yoktu. Yargıcın önüne çıkmak sizi tutuklayanın insafına kalmıştı...

Demokrat partili değilseniz Yurt dışına çıkma hakkınız da yoktu...

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da yoktu... Hukuk da hani "İspat Hakkı" denen şeye o zamanki iktidar milletvekilleri "İsmail Hakkı" mı derlerdi… Planlama diyenlere ne planlaması bize pilav lazım denirdi...

Ama Menderes halka "Siz isterseniz Hilafeti Bile Geri Getirirsiniz" veya "Odunu koysam Mebus seçilir” gibi demokratik laflar ederdi orada burada...

Sonra ihtilal oldu ve 1961 Anayasası ile Türkiye bugünkünden çok ileride bir Anayasa'ya sahip oldu...

Ülkemizdeki özgürlüklerin ve demokrasinin temelleri bu Anayasa ile atıldı... İsteyenlere detayları ile anlatabilirim ama devam edelim.

Demirel sonraları "Bu anayasa bize bol geliyor" demeye başladı ve 12 Eylül ihtilali ve ardından da diğer Demokrasi havarisi, orta direk dostu Özal ile tanıştık…

Bakın Özal ile demokrasinin hangi nimetlerinden faydalanmaya başladık;

"Anayasayı bir kere ihlal etsek ne olur";

"Benim memurum işini bilir"

söylemleri hemen herkes tarafından demokrasinin bir gereği olarak kabul edilir olmuştur...

Siyasal partiler yasası bugünkü haline bizzat Özal tarafından getirilir ve liderler sultası devri başlar...

Bakanlardan üstü boş imzalı istifa mektupları baştan alınır olur...

Milletvekillerine “Siz gidin işlerinizin başına biz her şeyi burada hallederiz; ama şu boş kağıtlara imzalarınızı atın" devri başlar... Kanunlar ve kanun hükmünde kararnameler bu şekilde çıkmaya başlar...

Ayrıca hukukun etrafından nasıl dolaşılır, ekonomik suçlarımıza ekonomik cezalar alınmasını öğreniriz, bunu ödemeyince de af etmeyi öğreniriz...

Atamalarda Cemaat öncelikli tasarruflar, kayırmalar, hazinenin yağmalanması, ekonomi için yapılan hemen her şeyin mubah sayılmasını da öğreniriz...

Ama önemli değildir bu Özal ekonomiyi uçurmaya başlamış, Türkiye çağ atlamıştır...

Armudun sapı, üzümün çöpünün sırası değildir...

Aradan yıllar geçer ve Demokrasinin Son Havarisi denilen RTE iktidara gelir;

O zamanda demokrasinin başkaca nimetlerini öğrenmeye başlarız; Bir kere eğer çoğunluğunuz varsa her şey mubah olur...

Her dediğinizi herkesin kabul etmesi gerekir...

Anayasaya uygunluk da nedir öyle??? Çoğunluk ne derse o olmaz mı demokrasilerde...

Mahkemelerin aldığı kararlar sonrası bir de "Ulemaya Danışmak" gerektiği ortaya çıkar...

İktidarların her dediğinin veya her fikrinin demokratik, karşıt fikirlerin ise anti-demokratik olmasını da öğrendik bu süreçte...

Kişilerin laik olamayacağını ama devletin laik olmasının demokrasinin ana koşullarından olduğunu öğrendik...

Cumhurbaşkanının bir kişi tarafından seçilmesinin doğal bir demokratik hak olduğunu basınımız dâhil hemen herkes kabul etti...

İktidarın Devletin tüm kurumları ile kavga etmesinin halk için olduğunu, halkın oyları ile seçilen Başbakanının halkını, çiftçisini, basınını, askerini azarlamasının demokrasinin gereği olduğunu öğrendik...

AB'nin ve ABD'nin her dediğinin yapılmasının demokratikleşmek için çok gerekli olduğunu da öğrendik...

Ali Diboların, tüm kadroların iktidarca değiştirilmesinin ve yandaşlarla doldurulmasının, demokrasinin rahat işlemesi için gerekli olduğunu öğrendik bir de...
Demokratik bir ülkede ülkeye adını veren millet adının aslında bir alt kimlik olduğunu öğrendik bir de...

Sanırım bunu ihraç etmek de istedik ama İngiltere'de yaşayan İngilizler ile Almanya'da yaşayan Almanlar ve Fransa'da yaşayan Fransızlar ile Amerikalılar buna karşı çıktılar nedense...

Ama tabii ki tüm bunlar halkımız için seçkinlere karşı yapılan demokratik bir mücadele içindi... Ülkemize de zaten daha fazla demokrasi lazımdı ki halkımız seçkinlere karşı dik durabilsin...

Gördüğünüz gibi üç liderimiz de demokrasinin yıldızları!!!
Bence biz yine de Armudun sapı, üzümün çöpü demeyelim sonra bakarsınız sap gibi kalır çöpe gideriz...

Celal Toroğlu
Kaynak: www.acikistihbarat.com

ABD'nin PKK'ya yardımları

Askerimizin Tanık Olduğu Olaylar
Cudi Dağı'nda kıstırılan PKK'ya karşı 10 Ocak 1992 yılında yapılan operasyon sırasında, Irak sınırındaki Damlacı Karakolu, bir ABD helikopterinin Irak'tan gelip iç kesimlere doğru uçtuğunu bildirdi. Bu helikopterin Bisi Yaylası'nda alçalarak aşağıya malzemeler attığı belirlenmesi üzerine, askeri timimiz bu bölgeye giderek 27 çuval dolusu yardımı PKK'lılardan önce ele geçirdi.

Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, olay hakkında yorum yapmazken, ABDli yetkililer olayı kabul ettiler; ancak olayın "yanlışlıkla" meydana geldiğini belirttiler.

Ayrıca öldürülen PKKlıların üzerinden ABD malı silahların çıkması da bir başka kanıttır. Genelkurmay, bu silahların seri numaralarını Amerikan yetkililerine bildirmesine rağmen, aylarca yanıt verilmemiştir.

1993/95 yıllarında Hakkari'de Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı yapan Tümgeneral Osman Pamukoğlu da ABD'nin, PKK'ya yardım ettiğine dair duyumlar aldığını belirtmiştir.

Yine dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, Tümgeneral Osman Özbek'e, yaptıkları operasyonlar sırasında İncirlik'teki Amerikan askerlerinin kullandığı gıda ve ilaç torbalarının Kuzey Irak'taki kamplarda bulunduğunu anlatmıştır.

Bunlar geçmişte yaşanan olaylar olsa da ABD, halen PKK'ya yardım etmektedir. Kuzey Irak'ta kurulan Kürt devletine yardım etmesi ve destek sağlaması, bunun en büyük göstergelerindendir. Bilindiği gibi, Kuzey Irak'taki kukla devlet yöneticileri, PKK'ya maddi ve manevi yardımlarını esirgememektedir.
Related Posts with Thumbnails