09 Ocak 2009

Ergenekon Yalakaları

Adam gazeteci, akademik unvanı da var üstelik, inanılmaz bir pişkinlikle,

- Koskoca emekli Yargıtay Başsavcısı’nın evini aradıklarına göre, herhalde bir şeyler var, diyebiliyor.

Bu denli insan haysiyetinden, bu denli demokrasi fikrinden, bu denli hukuk nosyonundan, bu denli aydın namusundan yoksun bir çıkış olabilir mi?

Bir soruşturmayı başlat, çamur at, bunun gibi kakavanlar ortaya çıksınlar, daha yargı yapılmadan, yargıya gerek kalmadan, hemen işin içinde bir suç olduğuna karar verilsin.

Doğrusu bunlar hödüklük katalizörü olarak, yargının yerine kaim olup, hüküm verecek ve kamuoyunu yönlendireceklerse adalete ne gerek var ki?..

Adam güya hukukçu ve de Bakan olmuş, Ergenekon soruşturması ile ilgili olarak,

- Olay siyasi değil, her şey hukukidir, diyebiliyor.

Adam güya hukukçu ama hukuktan nasibini alamamış, herhangi bir tasarrufun siyasi olmayıp, hukuki olabilmesi, hukuken geçerli sonuçlar doğurabilmesi için yalnızca hâkim veya savcılar tarafından yapılmış olmaları yetmez, aynı zamanda kurallara, hukukun öngördüğü hususlara da uygun olması gerekir.

Savcının ya da hâkimin cinayeti, salt bunlar hukuk adamı diye, hukuken meşru olamaz.

Vural Savaş, Ergenekon soruşturması sırasında hukukun nasıl çiğnendiğini anlatıyor. Vural Savaş dün “Kanal Biz”de haykırıyor, bu soruşturmada ve davada hukuk kurallarının çiğnendiğini, “olay yargıya intikal etmiştir” diye susmanın yanlış olduğunu söylüyordu.

***

Ergenekon soruşturmasının ne olduğunu bilmek için, son dalgayı beklemeye gerek yoktu. Son dalgada gözaltına alınan isimlere bir bakın! tabii İbrahim Şahin gibi Susurluk sosu olsun diye katılan isimleri bir yana bırakın, ortak noktaları nelerdir diye bir sorun kendinize, bu olayın ne olduğunu pekâlâ anlayabilirsiniz.

Gözaltına alınan ve evi aranan toplumca bilinen muteber kişilerin ortak noktası, hepsinin de, AKP’nin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, laikliğin, hukukun, yargı bağımsızlığının esamisinin okunmadığı, sosyal devletin yerini, sadaka sistemine bıraktığı bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürmeye çalışan sivil darbesine karşı olmalarıdır. Zaten Ergenekon soruşturması, bugüne kadar tıkır tıkır yürütülen sivil darbenin bir parçasıdır.

Bugün artık, sorulması gereken soru, iktidarın meşruiyetini yitirip yitirmediğidir.

Bu sorunun gündeme gelmiş olmasının sorumlusu bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisidir.

Bu gerçekler artık herkesçe bilindiği için Ergenekon’un ne olup ne olmadığı üzerinde durmak yerine, Ergenekon yalakalarına bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

Ergenekon çerçevesinde gelişen olaylardan duyduğu endişeyi ve rejim hakkındaki haklı kaygılarını dile getiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a karşı, Ergenekon yalakaları (Tayyip yalakalarıyla eşanlamlıdır) hemen seslerini yükselttiler:

- Bu yargıya müdahaledir.

Hemen soralım:

- Başbakanın bu davanın savcılığına soyunması yargıya müdahale değil miydi? O zaman nerelerdeydiniz ey Ergenekon yalakaları?

***

Ergenekon yalakalarının en önemli savlarından biri rejime karşı darbe iddiasıdır.

Bu iddia doğru, fakat yalakaların baktıkları yer yanlıştır. Darbeyi görmek isteyenler, laik rejimi İslami rejime dönüştürmeye çalışanlara bakmalıdırlar.

Onlar da yalakaların baktığı yerde değil, tam aksi yönde durmaktadırlar.

Hadi diyelim ki, bunların sığ kafaları yalnızca, askeri darbeye şartlandırılmıştır.

O zaman da onlara şu söylenebilir:

- Efendi darbe arıyorsan mutasavver darbeden önce, gerçekleşmiş darbeye bak. Lideri Marmaris’te duruyor.

Demokratlıktan dem vuranlara da söylemek gerekir ki;

- Yapılmış darbenin hesabını soramayanlar, yapılacağı ileri sürülen darbenin hesabını hiç soramazlar.

Bunların içinden milletvekili bile olmuş güya hukukçu biri de, buyurmuş:

- Artık dokunulamaz kimse kalmadı…

Yapma yahu!

Kendisine hemen dönüp soralım:

- Senin milletvekillerin ve de Başbakan’ın hırsızlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, resmi evrakta sahtekârlık gibi kovuşturmalardan dokunulmazlık zırhının arkasına sığınarak saklanmıyorlar mı? Dokunulmaz değil mi onlar? Onlar orada durdukça, sen hiç utanmadan nasıl ‘kimse dokunulmaz değil artık’ diyebiliyorsun? Sonra kendisine şu husus da anımsatılmalıdır:

- ‘Bizim arkadaşlarımız, yargıya güvenmedikleri için dokunulmazlıkların kaldırılmasını istemiyorlar’ diyen sen değil miydin?

Sizi gidi, Ergenekon yalakaları sizi!..

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 9 Ocak 2009

08 Ocak 2009

‘Laikleri şişe geçireceğim’ diyen adam, Başbakanlık Basın Müşaviri oldu!

Başbakan Erdoğan’ın danışmanı ve Başbakanlık Basın Sözcüsü Akif Beki görevinden ayrılınca dün sormuştum:

“Bakalım bu kez Kanal-7’den hangi isim bu göreve atanacak?”

Yanılmadım... Başbakanlık’ın yeni Basın Müşaviri, Kanal-7 kökenli Kemal Öztürk oldu.

Peki; adı AKP hakkında açılan kapatma davasının iddianamesinde de geçen Kemal Öztürk kimdir?

***

1969’da Ağrı’da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi.

Yazı hayatına 1990 yılında İran Devrimi yanlısı bir yayın politikası olan Girişim ve Selam isimli dergilerde başladı. Bu Meydan, İmza, Nehir, Yeni Zemin, Sözleşme, İstanbullu dergilerinde Mir Mahmut Rıza mahlasıyla laiklik karşıtı yazılar yazdı.

1995’te muhabir olarak Yeni Şafak Gazetesi’ne, 1996’da da belgesel yapımcısı olarak Kanal-7’ye geçti. Hazırladığı “İlk Meclis” belgeseli, laiklik karşıtı bulundu ve RTÜK tarafından yasaklandı.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten bir yıl hapse mahkûm oldu.

1999’da Kanal-7’den ayrılarak, dil ve mesleki eğitim almak üzere Amerika’ya gitti.

Daha sonra Bülent Arınç’a danışmanlık yaptı; ardından AKP Basın Bürosu’nda görev aldı.

Nükte Yayınları’ndan 1994 yılında çıkan ve Mir Mahmut Rıza mahlasıyla yazdığı “Bir Garip Oğlanın Hikâyesi” kitabı mahkeme kararıyla toplatıldı. Bu kitap yüzünden de bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Bakın, yeni Başbakanlık Basın Müşaviri, 15 yıl önce yazdığı o kitapta kahramanların ağzıyla neler diyordu:

***

- “Devlet kimdir? Helvadan yapılmış puttur.”

- “En sonunda beni bir numaralı terörist yapacak bu pez...nkler, bütün laikleri bir bir şişe geçirecem, ondan sonra anlayacaklar laikliğin faziletlerini. Elin o...pusu bile kalkıp ‘Ben laikim, namusumla çalışıyorum, kimse karışamaz’ demeye başladı. Ula ben böyle laikliğin...”

- “Bak bizim sahte Müslümanlar nasıl bölücülük yapıyorlar. Ben bu yüzden bu adamları sallandıralım diyorum. Ayrıcalık yapanın dinde de katli vaciptir çünkü. Ama dinleyen yok!”

- “Herkes, sineğin şıraya yapıştığı gibi laikliğe sarılır ama kimse onun gerçekte ne anlama geldiğini bilmez. Ne kadar da utanmazlar. Rahmetlinin (Atatürk’ü kastediyor) mirasına sahip çıkan mendeburların hiçbiri, laikliğin ne anlama geldiğini ve nereden geldiğini bilmezler.”

- “Eskiden Türkler’in yetiştirdiği ‘marimus öküzü’nün sol arka bacağının uyluk yeri ile işkembesinin ayrıldığı yerde bir et parçası bulunur. İşte tam buraya ‘laik’ denir. Vee bugün kullandığımız kelimenin de aslı buradan gelmektedir.”

***

İşte; Başbakan’ın yeni Basın Müşaviri böyle biri!

Eminim ki o da, “Canım ben de Sayın Başbakanımız gibi değiştim, öyle düşündüğüm günler geride kaldı” diyecektir!

İyi de Başbakan; hep geçmişte laikliğe küfreden adamları bulup da böyle kritik görevlere getirmek zorunda mı?

***

GÜNÜN SORUSU

Dünkü şok gözaltılardan Başbakan Erdoğan’ın haberi var mıydı?

***

Fethullah’ı eleştirdiler Ergenekoncu oldular!

Türkiye dün bir kez daha bilmem kaçıncı dalga Ergenekon gözaltılarına tanık oldu. Evleri aranan ve gözaltına alınan bu çok önemli isimlerin bir ortak özelliği de Fethullah Gülen cemaatinin laiklik karşıtı eylemleri konusunda toplumu uyarmaları...

İşte birkaç örnek:

***

Gülen davasını sonuna kadar kararlılıkla takip eden Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Ergenekon soruşturmasının sonunun Şemdinli gibi olacağını dile getirmişti. Unutmayın ki; Fethullah Gülen’le bağlantısı olduğu belirtilen ve meslekten ihraç edilen Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya, halen ABD’de bulunuyor.

Bedrettin Dalan, her fırsatta Fethullah Gülen’in okullarının cemaatçi çocuklar yetiştirdiğini ve bunun laiklik için tehdit olduğunu söylemişti.

Emekli Orgeneral Kemal Yavuz, “Fethullah Gülen’in hedefi şeriat devleti” demişti.

MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç ise Fethullah Gülen ve Milli Görüş zihniyetinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını defalarca açıklamıştı.

***

Ne dersiniz... Bu tavırlarının faturasını ödüyor olabilirler mi?

Mustafa Mutlu - Vatan, 8 Ocak 2009

Yahudi düşmanlığının faturası kime çıkacak?

Çok geriye değil, Abdullah Öcalan'ın yakalanıp İtalya'da 'konakladığı' günlere dönelim. O zamanlar İtalya Başbakanı Massimo D'Alema'ydı ve PKK liderini Türkiye'ye iade etmediği için basın tarafından 'dallama' diye adlandırılmıştı. Milliyetçi rüzgarlara kapılan yayınların da etkisiyle İtalya karşıtı gösteriler düzenlenir olmuştu. Haklı olarak başlayan bu protestolar kendini giderek İtalyan ürünlerinin boykotuna bırakmıştı. Sokaklarda İtalyan markalarına ait buzdolapları yakılıyordu. İş giderek absürtleşmişti de: Koç grubunun ürettiği, yüzde yüz yerli, sadece İtalyan lisansıyla çıkan arabalar yakılıyordu.
Ve bu vandallar Beyoğlu'nda eteklerinden tanıyıp fişledikleri İtalyan liseli kız öğrencilerin üzerine saldırır hale gelmişlerdi.
Unutmamışsınızdır umarım.
Bir başka örnek: Eski ev kadını faşist İçişleri Bakanı'nın ağzından dökülen 'Ermeni dölü' sözünün Türkiye'de nasıl insanları birbirine düşürdüğünü hatırlar mısınız? Bu küçük kıvılcım değil miydi giderek büyüyüp Hrant Dink cinayetine kadar varan...
Katil zanlısı polisler tarafından eline bayrak verilerek, sevinçle kameranın önünde 'ağırlanmıştı.'
Yükselen milliyetçilik Türkiye'nin yakın tarihine Trabzon'daki rahip cinayeti gibi yeni kara lekeler ekledi.
Maalesef, Türkler protestoyla provokasyonu çok kolay birbirine karıştıran bir millet. Belki genlerimizde ve kültürümüzde demokrasi olmadığı için eylemler bu topraklarda hiçbir zaman sivil düzeyde kalmıyor. Ne otorite 'sivil' tepki veriyor, ne tepkiciler yeteri kadar 'sivil' davranıyor.
Şimdi her geçen gün İsrail aleyhtarı mitingler düzenleniyor. Cüppeli, sarıklı, çarşaflı insanlar tarafından. Tekbir çekiyorlar, aşırı İslamist sloganlar atıyorlar. Bildiğimiz duyarlı Türk Müslümanları değil bunlar, maalesef sayıları da epey fazla, giderek de çoğalıyorlar.
Onların bu provokatif diline, bir de Başbakan'ın Türkiye'nin stratejik ilişkilerini hiçe sayan üslubu ekleniyor.
Tamam, İsrail'in yaptıkları kabul edilemez. Çok zalim bir devlet politikası uyguluyor. Ama bütün gerçeklik ve akıl 'zavallı Filistin' hamaseti altında yok oluyor. HAMAS'ın bir terör örgütü olduğu, İsraillerin gündelik yaşamlarında ne gibi tehlikeler yaşadığı gerçeği unutuluyor. Sinemaları, cafe'leri, otobüsleri bombalanan, gündelik yaşamda aşırı paranoyak tedbirler almak zorunda kalan da bir İsrail halkı var...
Elbette bütün bunlar Gazze'de saldırılarını meşru kılmıyor.
Tabii ki İsrail'in de eleştirilecek tarafları var.
Ama Türkiye bu işte de dozu kaçırıyor. İş bir provokasyona dönüştü. Ve maalesef bu ölçüsüz tepkilerin sonu 'Yahudi Düşmanlığı'na varıyor.
Türkiye'nin tarihinde, Avrupa'yla kıyasladığımızda Yahudilerle ilişkisinde neredeyse hiçbir pürüz, hiçbir sorun olmamış. İkinci Dünya Savaşı'nda insanlığın en büyük kıyımı yaşanırken Türkiye dahil olmamış. Osmanlı Devleti, Yahudilere ev sahipliği yapmış.
Şimdi bu denge bozuluyor. Birkaç sarıklının önderliğinde toplumsal histeriye kapılmak üzere Türkiye. Hepimiz biliyoruz ki asli amaçları Türkiye'yi dönüştürmek: Laik ve demokratik Cumhuriyet'ten İslam Cumhuriyeti'ne geçişi sağlamak.
İsrail'in Gazze'de yaptıklarıyla insanın özdeşleşmesi zor.
Peki başta Saadet Partisi'nin İsrail karşıtı mitingi olmak üzere, büyük şehirlerde patlak veren bu radikal dincilerle mi özdeşleşeceğiz? Seçeneğimiz bu mu? Onların sunduğu ve üzerinden prim yaptığı düşmanlığa alkış mı tutacağız? Yıllar sonra bu topraklarda bir din savaşının patlamasını mı istiyoruz? Kusura bakmayın, ben bu prostestocularla aynı safta yer almak istemiyorum.
Maksat İsrail devletini protesto etmekse orada tekbirin, sarıklının, cüppelinin ve onlarca başka siyasi simgenin işi ne?
Provokasyona getirilen halk ellerinde görünmez swastika'larıyla şov yapıyor meydanlarımızda. Bu işin nerelere varabileceğini kestirmek zor değil. Ama maalesef Başbakan bile görmezden geliyor.
1 Mayıs mitinglerinde güvenlik gerekçeleriyle solculara saldıran 'gazcı kardeşler', Vali Güler ve Polis Cerrah, radikal dincilerin eylemlerinde herhangi bir tehlike görmüyor mu?
Başka türlü bir Hrant Dink cinayeti tekrarlanırsa sorumluluğu kimin üstleneceğini merak ediyorum.

Oray Eğin - Akşam, 8 Ocak 2009
Related Posts with Thumbnails