28 Mart 2009

Organize İşler…

Vurgun ve soygun sizler için organize işler...

Zimmete mangır geçirme, evrakta sahtecilik.

Uğur Dündar’a, Mehmet Ali Birand’a gözdağı vermek.

Allah rızası için saf Müslümanları soyup soğana çevirmek.

Çocuklara şirket kurmak, gemicik almak, mısır patlatmak.

Yandaşları koruyup kollamak.

2B Yasası’yla Hazine ve orman alanlarını yağmalamak.

Organize işler!

Dokunulmazlık zırhıyla caka satmak, yargıdan kaçmak...

Naylon fatura düzenleyenleri baş tacı yapmak.

Almanya’da paraları tırtıklarken yakalanıp, 42 milyon Avro’yu yutmak.

İslam ideolojisini, demokrasi ve özgürlük olarak maskeleyip, Güneydoğu’da Hizbullah’a ve Fethullahçılara sığınmak, DTP’yi kündeye getirmek.

Özgür bireye karşı durmak, yurtseverleri “darbe yandaşı” diye suçlamak...

Organize işler!

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını, Frankfurt Havaalanı’nda THY uçağından inerken Alman polislerin köpeklerle kontrol etmelerine ses çıkarmamak.

Yurttaşların itilip kakılmasına, Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi olarak görenlere efelenmemek.

İmamları bürokrasinin önemli noktalarına getirmek.

Yalaka gazetecileri baştacı etmek.

Aydınlık Türkiye için gecesini gündüzüne katan bilim insanlarının yerine, cami avlusundan topladıkları müezzinleri “bilim kurulları”na getirmek.

Organize işler!

***

Yandaş medya yaratmak, özel hastane kurmak, tarikat şeyhlerine boyun eğmek.

Rüşvete, yolsuzluğa göz yummak.

Naylon fatura kesmek, milletvekili seçilip yargıdan kaçmak.

Bekir Coşkun’a kızıp, “Bunlar köpekleriyle yatıp kalkarlar” demek...

Ardından İzmir’de köpek maması dağıtarak pişkinlik yapmak.

Organize işler!

Güdümlü medyayı koruyup kollamak.

Kendisini eleştiren gazetecilerin üzerine kırmızı kalemle “çizik atıp” feleğini şaşırtmak.

Ahmet Taner Kışlalı’yı, Gümüşhane Barosu Başkanı Ali Günday’ı, Danıştay üyelerini tetikçilere hedef gösteren gazetenin yazarlarını Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “ANA” uçağında ağırlamak...

Organize işler!

Muhalefet yapan medyayı sindirip susturmak için maliye müfettişlerini üzerlerine salmak.

Alanlarda, “Bu gazeteleri okumayın, okutmayın” demek.

Cumhuriyet’i susturmak!

Özgür bireyin yerine kendisine “biat” eden kul yaratmak.

Yargıyı sindirmek!

Almanya Deniz Feneri e.V’nin Türkiye ayağı soruşturmasında yayın yasağı koymak!..

Hepsi organize işler!

Seçim öncesi “Hükümet biziz, AKP’li adayı seçin, yoksa hizmet gelmez” diyen.

Demokrasiden ve özgürlüklerden söz eden..

Irak’ın işgaline göz yuman... Gazze’de katliama şaşı bakan...

Evet siz, sizler!

Onlara yandaşlık eden, televizyonlardan parsayı toplayan yandaşlar...

Yarın torunlarınıza ne diyeceksiniz?..

Demokrasi ve özgürlükler elinizde birer oyuncak gibi.

Hepiniz birer fırdöndü!

Hacıyatmaz...

Sizde utanmak yok, sıkılmak yok!

Ara sıra aynaya bir baksanız.

***

Demokrasi ve özgürlükler bizim için bir yaşam biçimidir, bunu aklınızın bir köşesine yazın.

Sakın unutmayın!

Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kanlarıyla, canlarıyla kuruldu.

Türkiye mollaların, tarikat şeyhlerinin değildir... Burası, binlerce yıllık tarihin ve kültürün boy verdiği topraklardır.

İslam ideolojisine laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nde yer yoktur!

Sesimize kulak verin!

Koylarımızı, büklerimizi Arap şeyhlerine sattınız... Dağlarımızı, ovalarımızı “çokuluslu altın avcıları”na teslim ettiniz.

Türkiye bir soygun, vurgun cenneti değildir!

Hem rüşvete, talana, hem asker-sivil darbelere, hem hukukun üstünlüğü ilkesini çiğneyenlere karşı demokratik mücadelemiz sürecek!

Demokratik tepkimiz durmayacak, artacak!

Sinmeyiz, sindiremezsiniz.

Bıkmadan, usanmadan yaptıklarınızı yazacağız, söyleyeceğiz.

Bizi yıldıramazsınız...

Hikmet Çetinkaya - 27 Mart 2009, Cumhuriyet

27 Mart 2009

Gelsin 3’üncü, 4’üncü İddianameler…

Ergenekon tertibinde ikinci iddianamenin açıklanması seçimden üç gün önceye rastlatıldı...

Peki, bu planlamayı yapan kim?..

Yanıt yok...

*

İddianame mahkemeye verilmeden önce Mustafa Balbay’ın tutuklanması sağlandı...

Çünkü iddianame kabul edildikten sonra tutuklama yetkisi 13’üncü Ağır Ceza’ya geçiyordu...

Sekiz ay önce Balbay’ın tutuklanmasına gerek görmeyen mahkemeye..

Peki, bu planlamayı yapan kim?..

Yanıt yok…

*

İddianamede Uğur Dündar’ın da adı geçiyor...

İddianamenin dedikodusuna göre Dündar’ın eşi sık sık Brezilya’ya gidiyormuş...

Uğur Dündar diyor ki:

“- Eşim ömründe bir kez bile Brezilya’ya gitmedi, iddiayı kanıtlasınlar intihar ederim...”

Bu pis dedikodusal yalancılığı iddianameye kim aşıladı?..

Yanıt yok...

*

Yanıt yok; ama, Ergenekon tertibinin ne olduğu konusunda artık açık seçik bir yanıt var...

Uğur Dündar olayı bir ölçüttür...

Ergenekon tertibi iki yıl önce terzgâhlandı, birinci iddianame 2455 sayfa 450 klasör, ikinci iddianame 1913 sayfa, 250 klasör...

Üçüncü iddianameyi hapishanede tutuklu bekleyenler kimler?..

Üçüncü iddianame diyelim ki 1300 sayfa olsun...

Etti mi toptan 5000 küsur sayfa ve 1000 klasör...

Ve arkası yarın tefrikası...

*

Artık şu lafı söyleyenlerin de külahlarını önlerine koyup düşünmeleri gerek...

Diyorlar ki:

- Dava mahkemeye intikal etmiştir, sanıklar suçsuz sayılmalıdır; ‘sonucu, kararı, neticeyi’ beklemeliyiz...

Ergenekon’un sonucu, neticesi, kararı hiç olmayacaktır...

Çünkü bu koşullarda “olabilemez”...

*

Peki, Ergenekon’un gerekçesi ne?..

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde iki kırmızı çizgi çiğneniyor:

1) Laiklik..

2) Bölünmezlik..

Ergenekon tertibi bu siyasetin yürütülmesi ve yaptırımı için kullanılıyor...

Son günlerde gelinen aşamaya bakınız:

Kuyular kazılıyor, kemikler, kafatasları çıkarılıyor, subaylar tutuklanıyor...

Asker ‘Terörle savaşıyorum’ derken meğer neler yapmış?..

PKK’ye bağışlama, Apo’ya af gerek...

Asker kötü...

PKK cici...

Bu süreçte askerin sindirilmesi gerek...

*

Ergenekon’un hukukla, demokrasiyle bir ilişkisi yok...

Yargılamanın yasal kuralları çiğneniyor...

Ergenekon’da iddianameler, delilsiz suçlama politikasının binlerce sayfalık kitapları...

Ergenekon dinciliğe sürüklenen bir korku devletinde aydınlık yurttaşları sindirmek için kullanılan bir araç...

İlhan Selçuk - 27 Mart 2009, Cumhuriyet

22 Mart 2009

Bu Haberi Neden Sakladınız?

Son günlerde gazetecilikle ilgili bazı etik sorunlar yeniden masaya yatırıldı.

Önce yasaya aykırı telefon dinlemeleri, ses kayıtları nasıl yayınlanmalı, bu konuyla ilgili kamu yararı kıstası tartışıldı.

Daha sonra Sabah genel yayın yönetmeni Erdal Şafak’ın ellerine geçen “bomba” bir ekonomi haberini ülke menfaatlerine zarar vereceği gerekçesiyle yayınlamadıklarını yazması başka bir tartışma yarattı. Birçok yazar da bu konudaki fikirlerini açıkladılar.

Ama bugün bu tartışmaların tamamen nafile olduğunu, aslında gazetelerin haber değerlendirmesinde bugün artık tamamen siyasi eğilimlerin hakim olduğunu gösteren tipik ve somut bir örnekle karşı karşıya kaldık.

Haber şu:

Kayseri Garnizon Komutanlığında iki astsubay komutanlığın bilgisayar sistemine girerek sahte emir kaydederken suçüstü yakalandılar. Astsubaylardan biri Fethullah Gülen cemaatine bağlı Işık evlerindeki “ağabeyleri” tarafından yönlendirildiğini itiraf etti.

Şimdi bu haberin hangi gazeteler tarafından nasıl değerlendirildiğine bir bakalım:

Birinci sayfadan görenler:

Posta
Hürriyet
Milliyet
Vatan
Akşam
Habertürk
Sözcü
Cumhuriyet
Yeniçağ
Radikal
Tercüman
Birgün

Birinci sayfadan görmeyenler:

Sabah
Zaman
Türkiye
Star
Yeni Şafak
Bugün
Güneş
Takvim
Milli Gazete
Vakit
Taraf
Yeni Asya

Şu tablo medyanın bugünkü durumunun çok çarpıcı bir örneğidir.

Haberi bir kez daha tekrarlamakta yarar var: Ülke savunmasıyla görevli olan Türk Silah Kuvvetlerinde (kim tarafından sokulmuş olursa olsun) iki köstebek beşinci kol faaliyeti yürütürken yakalanıyorlar ve suçlarını itiraf ediyorlar.

Bu olayın haber değerinin tartışılacak bir yanı var mıdır?

Demek ki aslında gazetecilik, kamu yararı, ülke menfaatleri falan filen tamamen lafı güzaftır.

Bu olayın gazetecilikle ve haber değerlendirmesiyle, kamu yararıyla bir ilgisi yoktur.

Bu manzara, siyasi iktidarın ülkeyi de, medyayı da ikiye bölmüş olmasının manzarasıdır.

Kaynak: OdaTV
Related Posts with Thumbnails