02 Temmuz 2009

İsmet İnönü Millet Düşmanı mıydı?

CHP yayın organı olan Ulus gazetesinin 17 Mayıs 1968 tarihli nüshasında Milli Mücadele yıllarını anlatan bir yazı dizisinde hatıralarını anlatan İsmet İnönü, İkinci İnönü Savaşı'nı yazdığı hatıralarından birinde, ilerlemekte olan düşmandan kaçan halktan söz ederken, "Kafile hem yürüyor, hem söyleniyorlar, mırıldanıyorlar. 'Ne olacak, ne yapacağız, nedir bu başımıza gelenler' tarzında konuşuyorlar" dedikten sonra kafileyi durdurduğunu ve subayları bir kenara toplayarak şu sözleri söylediğini aktarıyor:
"Padişah düşmanınızdır!.. Yedi düvel düşmanınızdır!.. Bana bakın, kimse işitmesin, millet düşmanınızdır!"
Bu yazı, 17 Mayıs 1968'de yayınlandı.
Peki, sorarım size;
Bu ifadeleri "itiraf" kabul edilip, İnönü hakkında herhangi bir "soruşturma" açıldı mı?..
Soruldu mu kendisine;
"Milleti, hangi cür'etle düşman ilân edebilirsiniz?"
Hayır, sorulmadı!..
Ne İsmet İnönü'ye soruldu, ne de "Atatürkçülük" maskesi altında "İnönücülük" yapanlara!..
Bu soru sorulmadı ki, onlar; tarihin her döneminde; meydanı boş bulup at oynatmaya ve "millet düşmanlığı"nı sürdürmeye devam ettiler!..
Hem, "kim" soracaktı ki;
"Milletin sahibi" mi vardı?!?..


Yukarıdaki satırlar, Vakit yazarı Hasan Karakaya'nın, 13 Haziran 2008 tarihli yazısından alıntılanmıştır. Bu açıklamalardan, İnönü'nün millet düşmanı olduğu sonucunu çıkaran Karakaya, İnönü'den hesap sorulmamasından şikayet ediyor; İnönü aracılığıyla Atatürkçüleri de hedef alıyordu. Aynı iddia, Yeni Şafak yazarı ve TRT 1'de Ezberbozan programını sunan Tamer Korkmaz tarafından da dile getirilmiş, CHPli vekillerin tepkisine neden olmuştu.

Peki gerçekten İnönü'den hesap sormaya gerek var mıydı? Konuşmanın devamı, bu sorunun cevabını da veriyor:

"Sizin yüzünüzden muharebe devam ediyor, zannındadır. Her tarafta fesatçılar var. Bunlar da düşmanınız sayılır. Silahımız yok, adamımız yok. Nasıl muharebe edeceğiz diye propagandalar yapılıyor. Memleketimizde bundan sonra bir muharebe yapacak olursak, böyle bir muharebeye mecbur kalacaksak, en çok silâhlı bulunduğumuz zaman bu gündür. Şimdi memleketi savunuyoruz ve netice alırız diye ümit ediyoruz. Mücadeleyi bıraktık mı, ekmek bıçağı bulamıyacaksınız. Elinizde ekmek bıçağını bırakmıyacaklar. Anlıyor musunuz? Gün, bugündür. Kurtulmak lâzım. Silâhımız bu kadar, cephanemiz bu kadar, siz kağnı arabası ile gidiyorsunuz, ne yapalım? Devlet baba bu kadar veriyor."

I. Dünya Savaşı sona ermiş, kaynakları sınırsız olan dünyanın en güçlü emperyalist devletlerine, Galiçya'dan Aden'e, Makedonya'dan İran'a ve Bakû'ye kadar uzanan geniş bir cephede dört yıl savaş veren Anadolu halkı da bitmiştir. Cephe gerisinde de yokluk, karaborsa, rüşvetçilik, savaş zenginlerinin lüks ve israfı, İttihatçılığı en büyük suç haline getirmiştir. Halk, İttihatçı subaya düşmandır; savaştan kaçmaktadır. Orduların mevcutları İngilizlerin izin verdiği miktarın da altına düşer. 1919 Mayıs'ında silah altında ancak 43 bin kişi vardır. Bu rakam, Müttefikler'in izin verdiğinden 18 bin kişi azdır. General Celal Erikan'a göre, Milli Kurtuluş Savaşı'na, halk savaş istemediği için, savaş denmemiş, "Milli Mücadele" denmiştir!

İşte Kurtuluş Savaşı, bu koşullarda başlar.

Millet savaştan nefret ettiği içindir ki kendisine karşı en çetin savaşı verdiğimiz İngiltere, Türkiye'yi yok etme kararını aldığını saklamadığı halde, acı gerçek görmezden gelinip bir dost gibi karşılanır. Kurtuluş, milletten umut kesildiğinden, İngiltere ve Fransa'nın insafından, ABD'nin cömertliğinden ve Bolşevik Rusya'nın Yeşil Orduları'ndan beklenir.

Ordu, önemli bir karşı koyma olmadan silah ve cephanelerini İtilaf devletlerine verir. 43 bine inen kuvvetleri bile elde tutmak mümkün olmaz. Nitekim Samsun'a çıkan Ordu Müfettişi Mustafa Kemal, oradaki 15. Tümen'in durumu hakkındaki raporunda şöyle yazar:

"15. Tümen, terhisten sonra pek düşük olan kuvvetini son üç ay içerisinde görülen 700 firar olayı ile büsbütün yitirmiştir. Taburlar 50 ila 100 askere inmiştir."

Yunan işgaline rağmen Ege'de de birliklerde çözülme devam eder. Örneğin Ödemiş'deki bölüğün komutanı Hüsamettin, o günlerde Celal Bayar'a şöyle der:

"İzmir'den kopup gelen panik ve kaçak asker seli bizim bölüğü de sürükleyip götürdü. Orada bir makinalı tüfekle ben ve bir de Subay Mehmet Efendi kaldık."

Denizli Mutassarrıfı Faik (Öztırak), Aydın bölgesindeki 57. Tümen'in ve askerlerin durumunu dramatik bir biçimde Bâbıâliye bildirir:

"İzmir olayları, asker üzerinde kötü etki yaptı, işgal edilen yerlerdeki askerlerin tutsak edildiği fikri yayıldı. Böylece önce 57. Tümen erleri, toptan denilecek ölçüde firar ettikleri gibi şimdi de buradaki topçu erleri dağılmış ve ancak 60 mevcudu kalmıştır. Silah ile kaçan asker, kırlarda ve yollarda rahat durmayarak olaylar çıkarıyor. Bunların yakalanması ve asayişin sağlanması, kuvvetli bir jandarmanın varlığına bağlı iken, onun da durumu üzüntüyle bilinmektedir."

Bursa Valisi Hacim Muhittin, Temmuz 1920'de Ankara'ya duyurur:

"Orhaneli ve Bandırma'da iki taburun yalnız subayları kalmıştır."

Milli Mücadele'ye karşı isyanların patlak verdiği Konya'da da 12. Kolordu Komutanı Fahrettin Altay, askerlerin savaşa isteksiz olduğunu belirtir:

"İstanbul'un fena propagandaları durmadan işlemeye devam ediyor. Kötü ruhlu kişiler, aralıksız ve gizli gizli halkın ve askerlerin fikrini bozuyorlar. Bu yüzden askerler arasında kaçaklar çoğalmaya başladı. Sonu gelmez bir savaş ile milleti boşuna kırdırıyorlar. 'Hicaz gibi, Bağdat gibi kutsal yerler gittikten sonra Gavur İzmir için milleti kırdırmak olur mu?' gibi kaba sözler kulaktan kulağa geçiyor. Bütün çabamız kötü haberleri çürütmek ve bu yoldan firarın önünü almaktır."

Atatürk, Nutuk'ta elde mevcut az sayıda askerin kaçışını, yerine yenisinin alınamayışını fetvaların ayaklanmalara yol açışını çarpıcı bir dille anlatır:

"Bütün Batı Anadolu illerimizde, Ankara ve dolaylarında, daha doğrusu bütün yurtta kuvvet denilebilecek bir birlik bırakılmış mı idi?

Bursa'da Bekir Sami Bey'in buyruğu altına verilen kuvvetin çekirdeği, İzmir'de tüfek attırılmaksızın Yunanlılara tutsak olarak verilen ve Yunan gemileri ile Mudanya'ya çıkarılan iki alay kadrosu değil mi idi?

Yine İstanbul Hükümeti ile Halife ve Padişah değil mi idi ki, Hendek-Düzce yolunda Halife Ordusu'na ve ayaklanmış topluluklara Yunan cephesinde kullanılacak oldukça güçlü tümeni, 24. Tümen'i, ayarttırıp dağıtmış ve komutanlarını şehit ettirmişti."


"Gerçekten birçok yerlerde, kimi ordu erleri, ayaklananlarla çarpışmadıkları gibi, tersine silahlarını onlara bırakarak köylerine, yurtlarına savuşuyorlardı."

Hatta bazen erler, subaylarına karşı bile dönebiliyorlardı. Falih Rıfkı Atay, iç ayaklanmalar sırasında görülen bu durumu yazar:

"Halk, ayaklanma bölgelerinde göreve giden kuvvetleri tekbirler getirerek karşılıyor, kolayca kandırıp dağıtıyordu. Ankara çevresi güvenliği için yola çıkan Âkif Bey kuvveti, Beypazarı ve Ayaş'ta başarı kazandıktan sonra, komutan kendi erleri tarafından öldürülmüş ve kuvvet dağılıvermişti. Kütahya'da uzun süre iyi giden binbeşyüz mevcutlu milli tabur, bir gün ansızın dağılmış, komutanı güçlükle canını kurtarmıştır."

Savaş bıkkınlığı ve korkusu o kadar şiddetlidir ki, bazı yerlerde halk, savaşa ve öce yol açabilir diye, arkeri kuvvetlere karşı çıkar. Yunana karşı Yüzbaşı Kemal (General Balıkesir) komutasında Ege'de kurulan müfreze dağılır, toplanan gönüllüler Yüzbaşı Kemal'i Yunanlılara teslim eder. Trakya'da 1920 Temmuzunda Yunan ilerleyişi karşısında birliklerimiz dağılırken, Vize-Saray bölgesindeki suvari birliği halk tarafından silahları zorla alınır ve birlik savaş dışı edilir. Bögedeki komutan, Cafer Tayyar (Paşa), atından düşmüş yerde baygın yatarken, köylüler tarafından Yunanlılara teslim edilir.

İzmir'in işgali üzerine, içerilere çekilen subaylar, yılgınlık ortamında bir tehlike sayılır. Tire Şube Başkanı Vekil Yüzbaşı Mehmet, 18 Mayıs'ta Aydın'daki Tümen Komutanına şu telgrafı çeker:

"Her ne kadar asayiş sağlanmışsa da, burada kalan bir kısım asker ve subayların memleketin ihtilaline yol açmak girişiminde bulunduklarını öğrenen memleket hallkı, bunların buradan hemen ayrılmalarını israrla istemektedir."

Tire Belediye Başkanı Vekili Abdülkadir de Tümen Komutanı Albay Şefik Aker'i uyarır:

"İzmir dolaylarından geri çekilmiş ve Binbaşı Aziz Bey komutasında 25 kadar subay ile 50 kadar erden kurulu bir kuvvet vardır. Memleketi ihtilale vermek için buradan hareket etmiyorlar. Müslim ve gayrimüslim bütün ahali heyecandadır. Bunlar hakkında yapılacak işlemin acele yapılması ahali adına rica olunur."

Bu bıkkınlık ve tükenmişlikten yararlanmak isteyen Yunanlılar, subay düşmanlığını körüklerler. Genelkurmay Başkanı İsmet İnönü'nün Temmuz 1920'de Meclis'te açıkladığına göre, Yunanlılar, erleri kışkırtmak için, onlara değil, yalnızca subaylara karşı oldukları propagandasını yaparlar.

Doğan Avcıoğlu'nun Milli Kurtuluş Tarihi, 3. Cildinden derlenmiştir.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails