15 Mart 2008

Hayata Dönüş Operasyonu

Ankara kulislerinde konuşulan, Yalçın Küçük tarafından dillendirilen şey gerçek oldu.

Ve uzun süredir beklenen, Ankara kulislerinde konuşulan, Yalçın Küçük tarafından dillendirilen şey gerçek oldu. Borsanın da kapanması beklenerek, AKP için kapatma davası açıldı.

Bu gelişmeye Başbakan Erdoğan’ın sık kullandığı deyimle, “Hayırlara vesile olur inşallah” mı demeli? Yoksa AKP’nin dudağına kondurulan bir hayat öpücüğü, ekonomi başta olmak üzere gelen kötü sinyallerle inişe geçen ve asabı bozulan parti önderliği için “hayata dönüş operasyonu” olarak mı bakmalı? Asıl mesele burada.

AKP’nin sözcüleri ne derlerse desinler, ekonomideki kötü gidiş örtülemiyor, saklanamıyorken, YÖK’ten türban konusuna, sosyal güvenlikten özelleştirmeye, kadrolaşmadan emekli maaşlarına dek hemen her şey AKP’nin eline, ayağına dolanıyorken atılan bu adım, bahane arayışında olan Başbakanı ve diğer AKP kadrolarını hayli rahatlattı besbelli.

ABD’nin en büyük 20 bankasından birinin battığı hafta içinde, Beyaz Saray’dakilerin, AKP yönetiminden tasfiye edilen Cüneyt Zapsu’nun deyimiyle, AKP liderini “deliğe süpürmeyip, kullandıkları” bir dönemde, tam da ABD’den kaynaklanan ama önlenemeyen küresel krizin öncü dalgaları, Boğaz’ın kıyılarına vurmuşken bu adım atıldı. Bu nedenle insanın aklına, aynen Başbakanın bir zamanlar hapse atılması gibi “Atlantik’teki büyük patronla oynanan bir ortaoyunu mu, yeni bir danışıklı dövüş mü” sorusu geliyor.

Boğaziçi’nin büyük patronlarının, onların birkaç aydır hükümetle arası açık olan üyesinin yani en büyük medya patronunun ve de bu büyük patronun zenginler kulübü başkanı olan kızının hükümete yüklendikleri bir ortamda bu dava açıldı. Bu kadarı da tesadüf mü?

Gelelim yakın gelecekte olabileceklere. AKP mağdur ve mazlum edebiyatına sarılır, “biz herşeyi çok iyi yönetiyorduk, Türkiye’de ortam güllük gülistanlıktı” demeye başlar ve siyaset masasından, kendi yaptıklarının bedelini ödemeden kalkar. Yani hesabı ödemeden masayı terk eder. AKP’nin tüm beceriksizliği ve olumsuzlukları unutulur, belleği zayıf olan insanlar da AKP’yi mağdur olmuş dürüst delikanlı olarak anımsar dururlar. AKP’nin bir süre önce küstüğü liberallerden büyük iş çevrelerine kadar hemen herkes ve her kesim, AKP’yi desteklemeye başlar yeniden.

Cumhurbaşkanı ve başbakan da dahil parti yöneticilerine beş yıl yasak gelince, “dürüst, özelleştirmeye karşı mırın kırın eden, Nazım Hikmet seven ve Mülkiye mezunu AKP’li” yani Abdüllatif Şener ortaya çıkar. Neden tekrar aday olmadığına ve hangi konularda AKP’nin lideriyle ters düştüğüne ilişkin uzun açıklamalar yapar ve “yeni bir yüz, yeni bir ses, yeni bir soluk” olarak ABD, sermaye, medya işbirliğiyle piyasaya sürülür.

Sonuç mu? Türkiye, IMF ve Dünya Bankası’nı sorgulamadan, NATO, ABD ve AB’yi sorgulamadan, kamucu, toplumcu, halkçı siyasetleri gündemine almadan, başındaki çuvalı çıkarmadan demokrasi ve serbest piyasa oyunu oynamaya devam eder. Taa ki yeni bir krizle sarsılana kadar.

Kaynak: Gerçek Gündem

11 Mart 2008

AKP-Erbil-Bağdat Hattı...

Öyle anlaşılıyor ki 5 Kasım 2007'de Washington'da kabaca bir hat çizildi.

- ABD, kendi üretip geliştirdiği PKK'ye karşı bir dizginleme işine girecekti.

- Türkiye'ye sınır ötesi "sınırlı harekât için" izin verecekti.

- AKP hükümeti, PKK'nin biraz hırpalanması karşılığında Talabani ve Barzani ile siyasi ve iktisadi işbirliğini ileri götürecekti.

- Türk kamuoyunda ABD'ye karşı olan (yüzde 90) oranı böylece biraz geri çekilecekti.

- Ankara BOP'a, hükümeti ve askeri ile biraz daha bağlanmış olacaktı.

ABD, "AKP, Talabani (Bağdat), Barzani (Erbil) ve PKK (DTP) dörtgeni içinde" istediği amaçlar doğrultusunda ilerliyor. Geri çekilme sabahı olan 22 Şubat Cuma günü Cumhuriyet'te çıkan yazımda , "sınırlı askeri harekât karşılığında Kürdistan projesinde siyasi ilerleme sağlayacaklarını" madde madde anlattım.

Talabani'nin Ankara'ya, hem de Çankaya'ya gelişi ile 5 Kasım 2007'nin ikinci adımı da atıldı. PKK'nin TSK tarafından askeri olarak biraz yıpratılması karşılığında, Kürdistan projesinde ABD siyasi ilerleme sağladı.

AKP, ABD ile hangi konularda anlaştı? Ne Meclis ne de kamuoyu biliyor.

- Talabani (Bağdat) ve Barzani (Erbil) ile yakınlaşarak yeni bir zemin hazırlıyor.

- Talabani, Barzani ve PKK bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Onları birleştiren dış güç ABD ve AB'dir. Talabani'nin Çankaya'da onurlandırılması, Bağdat, Erbil, PKK (DTP) ve Washington çevreleri tarafından olumlu karşılandı.

- AKP alıştıra alıştıra, ABD'nin BOP'taki ilk Kürdistan adımını resmen atmış oldu.

Sonuçlara bakalım...

Olayın sonuçlarını geniş bir pencereden değerlendirmek gerekir. Son birkaç haftanın "askeri operasyon karesine" sıkıştığımız zaman tuzağa düşeriz, bir şey anlaşılmaz.

5 Kasım 2007'den sonra neler oldu? Kimler ne elde ettiler?

1)Türkiye'de AKP hükümeti kamuoyuna, "Meclis'te karar aldık, siyasi irade gösterdik, PKK'yi inine kadar izledik ve gerekeni yaptık" diyerek başarı kazanmış oldu.

2) TSK, en zor kış koşullarında, kısa süre için de olsa, başarılı bir kara harekâtını, "ABD'nin de bilgi desteği ile" başardı.

3) PKK'nin Irak'ın iç kesimlerine rahatlıkla kaçırılan ve saklanan geniş kesimi dışında kalan 250 dolayındaki terörist etkisiz hale getirildi.

4) ABD, "PKK'nin küçük bir bölümünü feda etme karşılığında" AKP'den Talabani ve Barzani ile işbirliği güvencesi aldı.

5) Geniş bir reform ve teröriste af paketi için güvence sağlandı. Hatta, Washington'a bazı taahhütlerde bulunulduğu ve bir "reform paketi sunulduğu" ortaya çıktı.

6) Amerika "Türk kamuoyunda rahatladı".

7) Türk-Kürt federasyonunu kamuoyunda tartışacak bir altyapının temelleri atıldı. Kimi yazarlar hemen işe koyuldular. ABD ve AB çevreleri, "siyasal çözüm taleplerini" sunmaya başladılar.

8) Siyasal çözüm adı altında, bireysel haklar yerine, "toplumsal haklar" gündeme getiriliyor.

9) Ve en önemlisi, asker ile CHP ve MHP'nin arası açıldı. ABD, AKP ve DTP açısından bundan iyi bir beklenti olur mu? Dün AKP ile liberaller çatışmaya başlamıştı; bugün, asker ile Meclis'teki muhalefet karşı karşıya getirildi.

ABD 5 Kasım'da kurguladığı oyunu adım adım sürdürüyor. Gates , "eski bir CIA başkanı olarak" çok başarılı bir oyun sergiledi.

Kazananlar; ABD, AKP ve DTP. Kaybedenler ise, Türkiye'nin geri kalanı. İşin en ilginç yanı, "tuzağa düşenler, yerdeki mayınları göre göre üzerine bastılar".

BOP yürüyor...

ABD ve AB'nin Büyük Ortadoğu Projesi AKP'nin de desteği ile adım adım yürütülüyor. Projeye Şanghay İşbirliği Örgütü üyeleri karşı çıkıyorlar. Rusya, Çin ve Hindistan önlemler alıyorlar.

Bölgemizde Türkiye, İran ve komşu Arap ülkeleri projenin hedef ülkeleri arasındalar. Türkiye ve Irak'ta, "ABD'nin desteği ile" işbaşına gelen yönetimler BOP'un bir parçası olmuşlar. En çelişkili ülke Türkiye.

- Görünürde, biçimsel bir demokrasi var. Açık bir rejim, her şey yazılıyor, çiziliyor, söyleniyor.

- Ama uygulamalar Türk halkının değil, bölgeyi sömüren Batı emperyalizminin işine yarıyor.

- Dinci ve sermayeci oligarşi işbaşında ve onların denetiminde.

- Sistem, "dinci ve büyük sermaye oligarşisi tarafından" kilitlenmiş durumda.

- Emperyalizme karşı Türkiye'nin tarafında durması gereken örgütler ve kurumlar birbirlerine düşmüşler. İnsanın kendi kendine yumruk atması gibi bir şey...

Türkiye bu kaostan çıkmak zorunda. Kendimizle ve emperyalizmle yüzleşmek zorundayız...

Erol Manisalı, Cumhuriyet - 10 Mart 2008

İslamcı İktidar, Kürtçü Muhalefet Oyunu ve GAP

ABD ve AB, Türkiye üzerinde "İslam ve Kürt kartlarını" oynuyorlar. Her iki kart " hem rakip ve alternatif hem de tamamlaşma halinde". Çelişkili gibi görülen bu durum, AKP iktidarı ile birlikte çok güzel oynanmaya başladı.

Güneydoğu'daki 22 Temmuz seçim sonuçlarını ve ileriye yönelik beklentileri alalım:

1) Güneydoğu'da hem AKP-DTP çatışması hem de örtüşmesi ile karşı karşıyayız. Biri İslamcı, diğeri Kürtçü (ayrılıkçı). Ortak noktaları ne? Cumhuriyetin değerlerine ve Lozan'a mesafeli (ve karşı) durmaları.

Her ikisi de bu nedenle, ABD ve AB'nin Türkiye üzerindeki hesapları (ve talepleri) ile örtüşüyorlar.

2) AKP iktidar partisi (ve iktidar); DTP ise muhalefet olarak sergilenmiş durumda. CHP ve MHP, ABD ve AB karşısında "ortaya net ve stratejik tavır koyamadıkları için" gerçek bir muhalefet olamıyorlar. Üstelik MHP'nin Abdullah Gül' ün Köşk'e çıkışına verdiği destek, AKP'nin iktidar koltuğunu sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramadı.

İktidar ve muhalefet adeta AKP ile DTP arasında bölüştürülmüş durumda. ABD, AB ve İsrail'in AKP üzerinden yürüttüğü plan başarılı bir biçimde işliyor. CHP kendi iç iktidar ve muhalefet kavgası içine itilmiş; MHP, AKP'nin yerini sağlamlaştırmasına yardım eder bir görünümde.

- AKP'nin İslamcı iktidarına karşılık,

- DTP Kürtçü (ve bölücü) muhalefeti oynuyor. ABD ve AB, iktidardan da muhalefetten de çok memnun. İşbirliği yapsalar Batı kazanıyor; çatışsalar da Batı'nın sonuçta kaybettiği bir şey olmayacak. İktidar da muhalefet de "Batıcı" olduğu için emperyalizm her iki durumda da kaybetmiyor.

İslamcı Kürtçü uzlaşması mı?
Acaba ABD (ve AB) önce biraz kapıştırıp sonuçta her iki tarafı da kendine muhtaç hale getirecek bir süreç mi başlattı? Öyle ya, her iki taraf da onların denetiminde, ipleri Batı'nın elinde.

"İşbirlikçi bir İslamcı Kürtçü yapılanma" en ideali olurdu. Batı emperyalizminin BOP içindeki hedeflerine büyük katkı sağlardı.

Biraz geriye dönüp Batı'nın Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) üzerindeki engellemelerini anımsamakta yarar var.

GAP, BOP'un alternatifiydi
Güneydoğu Anadolu Kalkınma Projesi (GAP), dünyanın sayılı bölgesel kalkınma girişimlerinden birisiydi ve halen de bu potansiyeli vardır. GAP neydi?

- GAP, Güneydoğu Anadolu'da yalnız sulama ve elektrik enerjisi projesi değildir; çok geniş kapsamlı iktisadi, sosyal, kültürel ve siyasal bir projedir. Sosyal devletin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya elini uzatıp onu kucaklaması projesidir.

- İktisadi alanda tarıma dayalı sanayiden imalat ve enerji sanayii dallarına; ulaştırmadan iletişime çok geniş ve kapsamlı bir projedir.

- Yalnız Türkiye için değildir. İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün'e de etkisi vardır. Böylelikle, "bölge ülkeleri arasında iktisadi işbirliği için bir öncü proje niteliğindedir". Türkiye ve bölge ülkeleri arasında iktisadi (ve siyasi) işbirliğinin öncüsü olacak konumdaydı.

- Devlet ilk yıllarda, "kişi başına yatırım olarak", en büyük altyapı yatırımlarını GAP çerçevesinde buraya yapmaya başladı.

- ABD, AB ve İsrail, GAP projesini sabote etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. PKK terör örgütü Batı tarafından, GAP'ın önünü kesmek ve BOP'un yolunu açmak için başlatıldı.

Batı, kredi ve yatırım konusunda GAP'a tamamen uzak durdu, projenin yürümesini istemedi. Ankara'nın isteğine rağmen teknik yardım vermedi.

Çok ilginçtir, GAP'ın Ankara tarafından başlatılması ile PKK'nin silahlı eylemlere yönelmesi aynı tarihlere rastlar.

- PKK terörü, ABD ve AB tarafından desteklenmese ve GAP Ankara hükümetleri tarafından planlandığı gibi yürütülmüş olsa, "sosyal devlet Güneydoğu'da etkili ve başarılı olacaktı".

Ancak ne Türkiye'de sosyal devletin gelişimi ne de komşu ülkeler ile bölgesel işbirliği ABD, AB ve İsrail tarafından hiç istenmedi ve engellendi. Batı desteği ile Ankara'ya taşınan kimi hükümetler, Güneydoğu'ya Washington ve Brüksel'in gözü ile bakmaya başladılar. Sosyal devleti etkisiz hale getirirken GAP'ı da bir kenara ittiler.

- AKP hükümeti, Güneydoğu'da sosyal devlet ve iktisadi kalkınma yerine "kömür ve yiyecek dağıtarak" işini yürüttü. "Balık tutmayı öğretmek yerine" balık vererek amacına ulaştı. Aynen Marshall Yardımı ile ABD'nin bizim tesislerimizi kapattırıp askeri malzeme vermesi gibi.

Yazımın başında AKP ve DTP'nin bugün Güneydoğu'da "iktidar ve muhalefet sandalyelerinde" yarıştığını söylemiştim.

Bu süreç, ABD ve AB'nin BOP operasyonunun bir parçasıdır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti'nin planladığı GAP, BOP'un önünü kesecek alternatif bölgesel işbirliği projesiydi.

Batı emperyalizmi, GAP'ın önünü kesti. İşleri piyasaya havale ettirdi. Şimdi BOP'u uygulamaya çalışıyorlar. Bölgede bugün GAP yerine İsrailliler, Amerikalılar ve Hıristiyan misyonerler oyunlarını oynuyorlar. Hem de hepimizin gözleri önünde...

5 Kasım ertesinde ve Abdullah Gül'ün Amerika ziyaretinden sonra neyi konuşuyoruz? Amerika PKK'yi geri çekecek ve AKP hükümeti buna karşılık onun Ortadoğu politikasına fiilen katılacak. Kısacası, "Küçük belanın rafa kaldırılması karşılığında başımıza büyük bela, BOP sarılacak". Amerika, PKK şantajından sonuç almış görünüyor. Ya da AKP ile Washington arasında oynanan bir oyun bu... Hem de Türkiye üzerinden...

Erol Manisalı, Cumhuriyet, 11 Ocak 2008

10 Mart 2008

Hâlâ Yeni Zelanda’ya kaçılabilir mi?

Dün, bizim gazetenin magazin sayfasında Neslihan Yargıcı’nın bir açıklaması vardı. Zamanında Fransa’da yaşayan modacı, Türkiye’ye dönmesinin sebebini açıklamış yıllar sonra. Bana kalırsa magazin servisi bu haberi mizah gibi yazmış ama aslında son derece ilginç, haberin diline inat ciddiye alınması gereken bir açıklama.

“Fransa’da yeni çalışmalar yapıyordum. Ülke kaos içindeydi. Ama rahmetli Turgut Özal’ı çok tatlı buldum” demiş Neslihan Yargıcı, “Başbakan çıkmış elinde kalem bir şeyler anlatıyordu, çok hoşuma gitmişti. Ben de Türkiye’ye dönme zamanımın geldiğine inandım. Madem Türkiye bir yerlere geliyor, ben de bunun içinde olayım istedim.”

Habere bir de Özal’ın şortlu fotoğrafı iliştirilmiş ki, işte bunun simgesel değeri gerçekten büyük. O kare değişim Türkiye’sinin de özeti gibi... Kendi ülkenizden bezmiş, uzak kalmış, buranın kapalılığından sıtkınız sıyrılmış bir şekilde gönülllü sürgündeyseniz bir ülkenin liderinin şortla askeri birlik denetlediğini görmek Türkiye’yle ilgili algılarınızı da yeniden değerlendirmenize sebep olur...

Ancak sadece simgesel değişimler de yaşamadı Özal Türkiye’si. Mehmet Barlas’ın Soner Yalçın-Mehmet Ali Birand imzalı “The Özal” kitabına anlattıklarından dinleyelim:

“Renkli televizyon yoktu, yasaktı. (...) 1984’ten önce otomatik telefon yoktu. Şehirlerarası aramak isterseniz santrala yazdırırdınız, beklerdiniz bir saat-iki saat. (...) Özal’dan önce Türkiye’de karayolu kavramı yoktu. (...) Özal’dan önce bir dolar bulundurmak yasaktı. Özal’dan önce sigara, içki, bunların hepsi suç maddesiydi. (...) Yabanccı araba ithal etmek, imkansız derecede zordu. (...) Özal’dan önce bir Türk şirketinin dışarıdan borç alması mümkün değildi. (...) Özal, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kabul ettiği için şu anda Türk yargıçları haksız karar verdikleri zaman Strasbourg’daki İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılanıyor.”

Bugün elinde kalemle televizyonda konuşan kimse yok. Şort da siyasi hayatımızdan çoktan çıktı. Şimdi devlet erkanının eşi tesettür defilelerinde türbanlarıyla boy gösteriyor. Artık içki yasak değil mesela, ama yüzde 200-300’e varan vergilerle almak herkesin harcı değil...

Türkiye elimizin altından kayıyor...

Bırakın yurtdışından buraya bakıp “Bir şeyler değişiyor, parçası olmalıyım” diye vatanına dönecekleri, içinde yaşayanlar bile derin bir umutsuzluğun pençesinde. Peki bugün Türkiye heyecan vermiyorsa, acaba bu ülkenin yarattığı sıkıntılarla boğuşmanın çözümü acaba gerçekten kaçmak mı?

Aslında “kaçmak” bu topraklarda yeni bir fikir değil... Ta 1898’de bir grup aydın, Osmanlı’nın dünyadaki değişimlere adapte olamamasından bıkkın ve umutsuzdu. Kendilerine bir kurtuluş yolu arıyorlardı...

O dönem Servet-i Fünun dergisinde yazan Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Hüseyin Kazım Kadri ve Dr. Esat’ın ortak özelliği Padişah’a muhalif olmalarıydı.

Soner Yalçın, 3 Haziran 2007’de Hürriyet’teki sayfasında beş aydının “alıp başını gitme özlemini” anlatıyor:

“Bir misafirlik günü... Mehmet Rauf elinde tuttuğu bir broşürle geldi. Bu broşür, konaktaki sohbetlerin seyrini değiştirecekti... Broşür İngilizce’ydi. Mehmet Rauf hem okuyor hem de Türkçe’ye çeviriyordu: ‘Londra’da bir dernek varmış, Yeni Zelanda adalarına göçmen götürüyormuş. Göçmenlere yüzlerce dönüm parasız toprak veriliyormuş...’ Önce Yeni Zelanda’nın nerede olduğunu konuştular. Ardından broşürün de yardımıyla, bu adanın iklimini, toprakların verimliliğini vs. öğrendiler. Ve: Tevfik Fikret, hep birlikte Yeni Zelanda’ya gitme teklifini ortaya att?. Heyecanlandılar.”

Sosyalist bir cemaat fikri ortaya atıldı, planlar yapıldı. Yeni Zelanda projesinin en ilginç tatışmalarından biri temelli mi gidileceği, yoksa II. Abdülhamid ölene kadar mı kalınacağıydı.

Tevfik Fikret bir daha dönmeme taraftarıydı, tartışmaya son noktayı da o koymuştu: “Hele bir gidelim, o zaman düşünürüz...”

Ancak çeşitli sebeplerden dolayı bu ütopya gerçekleşmedi...

Dün, o küçücük magazin haberini okurken Yeni Zelanda ütopyasının günümüzde gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini düşündüm. Malum, bugünkü Türkiye doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız ve hayal ettiğimiz bir ülke değil artık. “Sığmakta” güçlük çektiğimiz, istenmediğimiz de ortada...

Peki temelli mi, bir süreliğine mi?

Oray Eğin - Akşam, 6 Mart 2008

Cumhuriyet Gazetesi reklam filmi (2)

Cumhuriyet Gazetesi reklam filmi (1)

11 Şubat 2008

AKP’nin tesettüre girme hikáyeleri

Deniliyor ki: Örtülü eşleri AKP’lilere "türban yasasını hemen çıkarın" diye evde baskı yaptı! Peki, AKP’lilere baskı yapan örtülü eşler, ne zaman, nasıl örtündü? Aile, mahalle, koca baskısı gördüler mi? Mesleklerini bırakıp "ev kadını" olmaya mecbur mu edildiler? Hepsi aynı sosyal sınıftan mı geliyor?


İşte onların, isim isim örtünme hikáyeleri...

EMİNE ERDOĞAN


Emine Gülbaran
15 yaşında intihar etmeyi düşündü. Yıl 1970’ti. Mithatpaşa Akşam Sanat Okulu’nun öğrencisiydi.

Romantik bir kişiliği vardı. Cep romanları okuyor. Artistlerin kartpostallarını biriktiriyordu. Emel Sayın ve Ajda Pekkan’ı beğeniyordu. Bir de sinemaya gitmeyi.

Ziya amcalarının eski Amerikan otomobilinde ilk kez direksiyona geçti; otomobil kullanmak istiyordu. Giyinmeyi çok seviyordu. Dikiş dergisi Burda’nın patronlarından kalıp çıkarıp, kendine elbise dikiyordu. İlk diktiği giysi ise çift taraflı bir pelerin oldu. Bir tarafı uçuk bir eflatun, diğer tarafı uçuk griydi.

Ağabeyi Hüseyin Gülbaran kendisinden bir yaş büyüktü. Kız kardeşi Emine’ye artık örtünmesi gerektiğini söyledi. Emine Erdoğan, yıllar sonra "Nasıl Örtündüler?" kitabının yazarı Gülay Atasoy’a o günü anlattı:

"Ağabeyim bana örtünmem gerektiğini söylediği zaman intihar etmeyi bile düşünmüştüm. Nasıl olur da örtünürdüm! Çevremde bir tane örneği yoktu. Köy gibi bir yerde olsam neyse... Orada dikkati çekmezdim. Ama burada (İstanbul’da) olamazdı. Bu karışık duygular içindeyken, bir vesileyle Şule Yüksel Şenler’le tanıştım. Bu tanışma beni çok etkiledi. Böylelikle bir Müslüman hanımın hem modern, hem kültürlü, hem de örtülü olabileceğini gördüm."

Emine Gülbaran
15 yaşında örtündü.

Okuldan ayrıldı.


HAYRÜNNİSA GÜL


Abdullah Gül’ün annesi Adviye Hanım, gelini olmasını istediği Hayrünnisa’yı Kayseri’de bir akraba düğününde gördü.

Hayrünnisa 14 yaşındaydı. İstanbul’da Çemberlitaş Ortaokulu’nu yeni bitirmişti. Takdirname almıştı. Liseye başlayacaktı.

Abdullah Gül 29 yaşındaydı. Sakarya Üniversitesi’nde asistandı. Gül Ailesi, Özyurt Ailesi’ne görücüye gidip Hayrünnisa’yı istedi.

Aileler anlaştı. Ama ortada sorun vardı. Medeni Kanun, 14 yaşında bir kızın evlenmesine izin vermiyordu. Hayrünnisa’nın 15’ini doldurması beklenecekti.

18 Ağustos 1980.

O gün Hayrünnisa’nın yaş günüydü.

O gün yasal engel kalktı.

O gün 30 yaşındaki Abdullah Gül ile 15 yaşındaki Hayrünnisa Özyurt evlendi.

Ve o güne kadar başı açık olan Hayrünnisa, işte o gün, evlendiği gün tesettüre girdi.

Okuldan ayrıldı. Artık ev kadınıydı.

ZEYNEP BABACAN

Hacettepe Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencisiydi.

İleride eşi olacak Ali Babacan’ın üç kız kardeşi Betül, Tuğba ve Merve ile yakın arkadaştı.

Ali Babacan öğrenimini tamamlayıp ABD’den döndü.

Babası Hilmi Babacan, oğlu Ali’nin evliliğini şöyle anlattı:

"Amerika’dan dönünce Ali’nin kız kardeşleri, kendi arkadaşlarının arasından birini belirledi ve ’Ağabeyciğim, şu kız (Zeynep Yurter) senin için uygundur’ dediler. Biz de Allah’ın emriyle istedik. İstediğimiz gün de kabul edildi. Kız kardeşleri, Ali’nin kendi karakterini ve nasıl birini istediğini bildikleri için mevcutların içinde sana bu uygun dediler. Biz de görücü usulüyle gittik, baktık ve beğendik."

Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyacağı söylenen genç Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın evliliği görücü usulüyle böyle gerçekleşti.

Evlenmesiyle birlikte Zeynep Yurter örtündü.

Ev hanımı oldu.

Uzatmayayım...

Hayati Yazıcı’nın eşi Selma; Hüseyin Çelik’in eşi Şahsenem; Mehdi Eker’in eşi Yasemin; Faruk Çelik’in eşi Beyhan...

Liste uzayıp gidiyor.

AKP çevresi diyor ki; kızlarımız-kadınlarımız tesettüre girmeye kendileri karar veriyor!

Ne yazık ki türbanı "özgürlük sorunu" olarak gören entellerimiz de öyle düşünüyor.

Ama hayat öyle demiyor işte.

AHSEN UNAKITAN

Edirneliydi ailesi; merkeze bağlı Musabeyliği Köyü’nden. Orta halli Eral Ailesi’nin kızıydı. Mandolin ve piyano çalmayı küçük yaşta öğrendi. Tenis oynamayı seviyordu.

Öğrenim hayatında hep başarılıydı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Avukatlık yapmaya başladı. Solcuydu. 1971 yılında Maliye Bakanlığı’nda Hesap Uzmanı olarak çalışan Kemal Unakıtan ile evlendi. Edirne’den çocukluk arkadaşıydılar. Bir gün...

Yolda gördüğü bir işportacıdan eşarp aldı.

Örtündü.

Avukatlığı bıraktı. Ev hanımı oldu.

Eşi bakan olunca, örtünme modelini değiştirdi; türbanı kulaklarının arkasından bağlayarak kendi tarzını yarattı.

Türban, Eral Ailesi’ni böldü.

Bugün Eral Ailesi’nin çoğu hálá solcu.

MÜNEVVER ARINÇ

Yıl 1978.

Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Giyim Bölümü’nden, 5 üzerinden 4.5’la mezun oldu. Okulun en başarılı öğrencisiydi.

Münevver Tay, üniversite yıllarında modern giyimiyle dikkat çeken biriydi. Bir de yardımseverliğiyle tanınıyordu. Kırşehir Kaman’da öğretmenlik yapmaya başladı.

Manisa MSP İl Başkanı Avukat Bülent Arınç, hemşerisi Münevver Öğretmen’i partisinin önde gelen isimlerinden İsmail Tay’dan istedi. Münevver Tay öğretmenliği seviyordu. Evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu.

Ancak...

Babasının ısrarına fazla karşı koyamadı. Ve evlendi. Damat Bülent Arınç 31, gelin Münevver Tay ise 22 yaşındaydı. Öğretmen Münevver Tay evlenince ev hanımı oldu; tesettüre girdi.

Öğretmenliği bıraktı. Çok sevdiği öğretmenliği ancak bir yıl yapabilmişti.

SEMİHA YILDIRIM

O da öğretmendi.

Eşi; Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Erzincan Refahiye İlçesi Kayı Köyü’nden akrabasıydı.

Görücü usulüyle evlendiler.

Evlenince o da öğretmenliği bıraktı.

Örtündü.

Ev hanımı oldu.

GÜLTEN ÇİÇEK

Ailesi Yozgatlıydı. Yozgat ile Yerköy arasındaki Saray İlçesi’nde öğretmenlik yapıyordu. Cemil Çiçek ise Yozgat’ta avukattı. Görücü usulüyle evlendiler.

Gülten Hanım’ın öğretmenliği sadece beş yıl sürdü. Örtündü. Ev hanımı oldu.

FATMA Ş. AKDAĞ

Fatma Şeyda, Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi.

Babası subaydı.

Başı açıktı.

Nesrin Akdağ, müstakbel gelinini Erzurum’da bir toplantıda görüp beğendi.

Oğlu Recep Akdağ, Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş; üniversitede kariyer yapmıştı. Bekárdı.

Akdağ Ailesi, Ordu’ya gidip Fatma Şeyda Hanım’ı ailesinden istedi.

Evlendiler.

Fatma Akdağ, okulu yarım bıraktı.

Tesettüre girdi.

Ev hanımı oldu.

MEHTAP GÜLER

CHP Muğla Milletvekili Hasan Fehmi İlter’in kızıydı. Annesi Sevilay İlter ressamdı. DSP’li, eski Dışişleri Bakanı Sina Şükrü Gürel ile kuzendiler.

Hilmi Güler, ODTÜ’den Metalürji Mühendisi olarak mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans, doktora yaptı. TAŞ-TUSAŞ, MKEK, ETİBANK, İGDAŞ kurumlarında üst düzey görevler aldı. 33 yaşındaydı. Mehtap İlter ile tanıştı. Flört ederek, 1981 yılında evlendiler.

Babası Hasan Fehmi İlter bu mutlu olaya şahit olamadı; çünkü üç yıl önce vefat etmişti. Mehtap Güler evlenince örtündü. Çalışmayı bıraktı, ev hanımı oldu.

SANİYE ŞAHİN

Mehmet Ali Şahin ile Saniye Şahin teyze çocuklarıydı.

Mehmet Ali Şahin, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden okul arkadaşıydı.

Memleketi, Karabük’ün Ovacık İlçesi’ne bağlı Ekincik Köyü’nde 1.5 yıl imamlık yaptı.

Teyzesinin kızı Saniye ile evlendi.

Bu akraba evliliğinden midir bilinmez; oğulları Fatih Şahin zihinsel engelli doğdu.

Mehmet Ali Şahin sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirme başarısını gösterdi.

Sonra siyasetin merdivenlerini hızla tırmandı.

En büyük destekçisi ise eşi; ev hanımı Saniye Şahin’di.

Politikacıların üniversite bitiren kızları neden çalışmıyor

BÜYÜK olasılıkla, üniversitelerde türban serbest olacak. Herkes merakla bekliyor, sonra ne olacak?

Deniliyor ki, "mahalle baskısı" gibi üniversitelerde "türban baskısı" olacak; özellikle Anadolu’daki üniversitelerde başı açık kız öğrencilere örtünme baskısı gelecek.

Bu olabilir mi? Evet olur. Bitmedi. Meselenin bir başka yönü daha var:

Türbanlı kızlarımız üniversitelere girince ne olacak? Söyleyeyim:

Çok iyi okuyacak, çok başarılı olacak ve okullarını hep dereceyle bitirecekler. Peki, sonra ne olacak?

Ne olacak biliyor musunuz; evlenip, ev hanımı olacaklar!

Bunu da nereden çıkardınız demeyin. Gelin Türkiye’yi yöneten birkaç politikacının kızlarına bakalım:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kızı Kübra, Bilkent Üniversitesi’ni bitirir bitirmez evlendirildi. Çalışıyor mu, hayır!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra, ABD’de Indiana Üniversitesi’nde okudu. Çalışıyor mu? Hayır. Başbakan’ın diğer kızı Sümeyye çalışıyor mu; hayır!

Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ın kızları; Elif Bilkent Üniversitesini bitirdi, Zeynep ise ODTÜ’yü. Üstelik "başları açık okudular" diye parti içinde muhalif sesler çıkmıştı. Peki, bugün çalışıyorlar mı; hayır! Evlendiler, çocuk yaptılar. Yani ev hanımı oldular.

Enerji Bakanı Hilmi Güler’in kızı Ayşe Şeyma da Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nü bitirir bitirmez, eski Orman Bakanı Osman Pepe’nin oğlu İsmail ile evlendirildi.

Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Bilkent Üniversitesi’ni bitiren kızı İclal’i hemen evlendirdi.

Ulaştırma Bakanı Binalı Yıldırım’ın kızı Büşrah...

Listeyi uzatmaya gerek var mı?

Çok merak ediyorsanız; daha yaşları küçük olan Büşra Şahin, Zişan Güler, Büşra Çelik’i medyadan takip ediniz. Onlar da ablaları gibi üniversiteyi çok iyi dereceyle bitirecekler ve sonra hemen evlendirilecekler.

Niye?

Bu gencecik kızlarımız üniversiteyi bitirir bitirmez, çalışmalarına fırsat verilmeden neden hemen evlendiriliyor?

Şimdi derler ki, "Sana ne, bu da bir özgürlük sorunu".

Öyle ya...

Aslında tüm bunlar; özgürlüğün tesettüre sokulması değil mi?

Soner Yalçın - Hürriyet, 10 Şubat 2008

08 Şubat 2008

Fes ve Türban

Mine G. Kırıkkanat gazetedeki köşesine Aziz Paulus'un İncil'de yer alan öğütlerinden aktarmalar yapmış; "aziz"in bir tümcesi şöyle:

"-Ey kadınlar, kocalarınıza Tanrı'ya itaat eder gibi itaat edin..." (Vatan, 6 Şubat 2008)

Fazla lafa gerek var mı?..

Erkek egemenliği binlerce yıldan beri süregelen bir olgu...

Üç dinde geçerli tesettür ise yalnız kadınlara özgü bir şey değil...

*

Eskiden evde bile fes giyilirdi...

Başı açık erkek görmek olanağı yoktu...

Giyim-kuşam düzeninin, erkek egemenliğiyle birlikte, dinsel kökenlerini de tarihsel açıdan doğal saymak gerekir...

Çünkü eskiden devlet düzeni dinle özdeşti; bir arada yaşamanın koşulları, İslamın (ya da Hıristiyanlığın veya Museviliğin) dışında düşünülemezdi...

Bugünkü Türkiye'de "türbancı", kadın değildir...

Erkektir...

Erkek egemen toplumuz...

Bu nedenle yaşadığımız türban kavgası, seçim sandığında, AKP'ye yarayacaktır...

*

Bugün Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan RTE fesle dolaşmıyorlar..

Fes için ne düşünüyorlar?..

İbret dersi olsun diye vaktiyle (23 Nisan 1965) bu köşede "Fes Tartışmaları" başlığıyla yayımlanmış yazımdan kimi bölümleri aktarayım...

*

"Meclis, 23 Nisan 1920'de ilk oturumunu yapmış, altı gün sonra 29 Nisan'da Bursa mebusu Operatör Emin Bey ile Sinop mebusu Şevket Bey bir önerge veriyorlar..."

Diyorlar ki:

"-Uzun harp senelerinin tevlit eylediği birçok buhran arasında bir de fes buhranı çıktı...

...yalnız Avusturya'dan ithal ettiğimiz feslerin senede altın tutarı 5 milyon lirayı bulmaktaydı... Diğer yabancı memleketlerden ithal olunan feslerin bedelini de eklersek her yıl 7-8 milyon liralık bir servetin dışarı gittiği görülür ki bunun kâğıt para olarak karşılığı 40 milyon lira demektir..."

Peki, ne yapmalı?..

"-...Sultan İkinci Mahmut zamanında adalı Rumları takliden serpuş olmak üzere kabul edilmiş fesin bir milli serpuş mahiyetinde bulunmadığı nazarı itibara alınarak, ekseri Şark ve Müslüman milletlerin öteden beri bir serpuş olarak taşıdıkları ve şu son günlerde herkesin seve seve giymeye başladığı kalpağın bir milli serpuş olarak kabul ve ilanını teklif ederiz..."

"Takrir (önerge) Meclis'te okunduğunda alkış sesleri duyulmuş, fakat büyük bir çoğunluk "Hayır, hayır, olamaz!" diye bağırmıştır.

Tunalı Hilmi Bey (Bolu): Fes, Türk'ün ruhunda yerleşmiştir...

Haşim Bey (Çorum): Esbabını arz edeyim efendim! Fas, Tunus İslam ahalisi bütün fes giyiyorlar. Hakikat böyledir efendim. Tunus, Cezayir ahalisi Araptır. Bunlar hep Müslümandır... (Gürültüler) Olmaz efendim, katiyen istemem...

Mustafa Taki Efendi (Sıvas): Efendiler fes gerçi yeni bir şeydir, fakat bugün İslam âlemi için fes bir alameti farikadır... İslam milletlerine mahsus olan kıyafet, bilhassa Osmanlılar için hususi olan kıyafet bu festir. (Alkışlar, evet sesleri)

Sonuç:

Başkan - Takrir nazarı itibara alınmıyor...

("Yaşasın fes" sesleri)"

*

Bilmem ki yukardaki Meclis tutanaklarına yorum gerekiyor mu?..

Ülke düşman işgali altındayken bile Meclis "fes mi kalpak mı" tartışması yapabiliyormuş...

Bugünkü durum ise türban üzerine...

1920'den bu yana, aradan geçen sürede, erkeklerimiz fesi başlarından attılar; elbet bir gün kadınlarımız da çarşafı, başörtüsünü, türbanı tarihe gömecekler...

İlhan Selçuk, Cumhuriyet - 7 Şubat 2008

7.0 Yetmedi mi?


Bir hafta önce türban protestoların sırasında "7.4 yetmedi mi?" pankartını açan sevgili kardeşime seslenmek istiyorum bugün... 20 bin insanın acısı ve cenazesi üzerine politika yapmaya kalkan "o güzel insana" bir çift sorum var. Ey mantosu uzun, aklı kısa kardeşim benim. 7.0 yetmedi mi?

Senin okuduğun gazeteler yazdı mı bilmiyorum; ama Amerika'nın, hani o gavur ve Hıristiyan Amerika Birleşik Devletleri'nin, hani o Siyonistlerle iş birliği yaptığı için her yerde bayrağını yaktınız ABD'nin Los Angeles şehrinde 7.0 büyüklüğünde bir deprem oldu bacım... Neredeyse bizimkine yakın bir deprem. Bizde aynı şiddetteki bir depremde 20 bin kişi ölüp 20 bin kişi sakat kalırken, gavur, Hıristiyan ve Siyonist dostu Amerika'da sadece 2 kişi yaralandı güzel ablam.

Şimdi türbanlı başını ellerinin arasına alıp düşünüyor musun acaba? Sakarya gibi muhafazakar bir bölgede Allah binlerce Müslümanı öldürerek cezalandırıyorsa eğer, Hıristiyanlara ve Siyonist dostlarına niye kıyak geçiyor? Seks shoplarıyla, porno filmleriyle tüm dünyaya "seks", "uyuşturucu" ve "günah" ihraç eden bu ülkenin Allah katında ayrıcalığı ne olabilir ki güzel annem?

Oysa adım gibi eminim Sakarya'da, Gölcük'te hayatlarını kaybedenlerin çoğu ölmeselerdi eğer, sabah ezanı ile birlikte camilerin yolunu tutacaklardı. Üç aylarda oruç tutacak, Ramazan'da devrilmeyen minarelerin ışıklarıyla birlikte senin ağzına adı bile yakışmayan Allah'ın adı ile birlikte oruçlarını açacaklardı. E nooldu şimdi? 7.0 yetmedi mi güzel ninem?

Eğer her coğrafya olayını, her doğal afeti bilimin ve aklın süzgecinden geçirmeden böyle yorumlarsan bu ülkenin yarısı her deprem felaketinden sonra dinsiz olur güzel hala kızım...

Fay hattında 10 katlı binalara izin veren şapşal belediyecilik anlayışını, deniz kumundan inşaat yapan edebiyatçı müteahhitleri, depreme dayanıklı konut üretme çabalarını, hırsızları, uğursuzları bir kenara bırakıp her şey ilahi kudretin intikamı olarak açıklarsan, bu deprem 10 yıl sonra gene aramızdan binlerce "dinsizi" alır gider güzel amca kızım...

Beynin var mı bilmiyorum, betonların altında inleyerek can veren 20 bin insanı, kadını, çocuğu ve bebeği bir kalemde günahkar diye silip atan kuş beynini, türbanın altında görmek mümkün olamıyor çünkü; ama bence bu yazıyı oku ve bütün gece uyumadan düşün.

Allah'ın kullarına böyle cezalar verebileceğini hala düşünüyorsan da git Hıristiyan ol... Çünkü senin bu mantığına göre Allah onları daha çok seviyor. "Gavurlar" hem senden daha zengin, hem de evleri tepelerine yıkılmıyor.

Gani Müjde

23 Aralık 2007

'Kendinize kürtçe bilen tercüman tutun'

DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, Ağrı parti binasında düzenlenen bayramlaşma töreninde konuşmasını Kürtçe olarak yaptı. Konuşmasını Türkçe olarak da yapmasını isteyen basın mensuplarına "Kendinize Kürtçe bilen tercüman tutun" dedi.

Demokratik Toplum Partisi (DTP) Van Milletvekili Özdal Üçer, Ağrı parti binasında kürtçe yaptığı konuşmadan sonra, Türkçe açıklama da yapmasını isteyen gazetecilere, “kürtçe bilen tercüman edinmeleri” önerisinde bulundu.

Milletvekili Üçer, partisinin Ağrı il başkanlığı binasında düzenlenen bayramlaşma törende partililere kürtçe konuştu. Konuşmasından sonra gazetecilerin, Türkçe açıklama da yapmasını istedikleri Üçer, “Türkçe açıklama yapmayacağım. Basın mensuplarından ricam şu: Ben söylediklerimi kendi dilimde söylüyorum. Sizler de kürtçe bilen birer tercüman edinirseniz herhangi bir sorun yaşanmayacağını düşünüyorum” dedi.

Üçer, bir gazetecinin, konuşmasında geçen ABD-Türkiye ilişkileri hakkındaki sorusuna ise Türkçe yanıt verdi. Üçer, “AK Parti Hükümetinin Meclis içerisinde bulunan kürt temsilcileri ile görüşme yerine ABD ile birlikte olduğunu” öne sürerek, sözünü ettiği “temsilcilerle diyaloğun geliştirilmesi halinde bu işin çok daha rahat çözüleceğini düşündüklerini” bildirdi.

Üçer, Şemdinli davası hakkındaki bir soruya da yine Türkçe olarak “Türkiye'de binlerce insanın, haklarında herhangi bir sabit suç olmaksızın yargılandıklarını ve cezaevlerinde kaldıklarını, ancak haklarında sabit suç delilleri olan kişilerin serbest bırakıldığını” ileri sürdü.

Kaynak: Hürriyet

01 Aralık 2007

Onlar ve Bizler...

Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar adlı eserinden alıntıdır.

...Ve biz onlara diyeceğiz ki:

Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve çıkarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldığını ileri sürdüler. Biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık. Her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. Esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. Sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. Ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. Bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakarlıktı. Arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. Onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! Bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. Onlar da sizin gibi onlardı. Düzeni çok iyi kurmuştunuz. Hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. Kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. Gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. Tabii sizler de bu arada boş durmadınız. Birtakım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. Sizlere ne kadar minnettardık. Buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (Sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. Bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle, anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. Böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. Bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.

27 Kasım 2007

DTP, ETP, FTP... Harf çok ZTP’ye kadar yolu var

Günlerdir tartışılıyor...

DTP kapatılsın mı?

Kapatılmasın mı?

*

Kapatılırsa ne olacak?

Yenisi açılacak.

Kapattın daha önce...

Yine açtı.

*

Peki...

Mesela, Avrupa’da parti kapatan "tek" devlet bizimki mi?

Değil.

Ama, Avrupa’da "en çok" kapatan bizimki.

Niye?

Çünkü, Avrupa’da kapatılan partiyi, hem de aynı kadrolarla, bir daha açtırmazlar adama...

Yok öyle yağma!

Bizde ise, çaycı alırken bile temiz káğıdı istiyorlar, parti kurmaya kalk, tescilli PKK’lı bile olsan, fark etmiyor...

Bile bile lades!

*

E sonra?

"Aç kapa, aç kapa!"

Nasıl olsa, soran yok...

"Kardeşim, devlet mi yönetiyorsun, musluk reklamı mı çekiyorsun?"

*

Halbuki...

3 satır tarih okusan.

Aradan 89 sene geçmesine rağmen, Kürt Teali Cemiyeti ile PKK arasında hiçbir fark olmadığını görürsün.

Bu topraklarda kurulan, Kürt İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, Kürt Milli Fırkası’nı, Kürdistan Teşriki Mesai Cemiyeti’ni hatırlamazsan... Hadiseyi sadece DTP’den ibaret sanman, normal.

Osmanlı’daki Jin, Rozi dergilerini, Serbesti Gazetesi’ni bilmezsen...

Roj TV’yi yeni icat zannetmen de, normal.

Suudi Arabistanlı Lawrence vardı da, Binbaşı Noel yok muydu?

Bugün Amerikalı General Petraeus var da, o gün, Amiral Bristol yok muydu?

Şeyh Said’in taaa 1925’te ayaklanma için belirlediği tarih, Nevruz değil miydi?

Zaten asıl mesele, yine Musul’un, petrolün paylaşımı değil miydi?

*

Öyleydi... Ama, demem o değil.

*

PKK’nın 1978’de kurulduğunu kabul edersek, o günden bugüne, yönetim kadroları aynı mı?

Aynı.

Ya bizim?

10 başbakan değişti.

6 cumhurbaşkanı.

*

Var mı devlet politikası?

Yok.

Ecevit’in yoğurt yiyişi farklıydı, Demirel’in farklı... Yılmaz başka baktı, Çiller başka, Erdoğan başka bakıyor... Evren’in görüşü ne yöndeydi, Özal’ın ne yöndeydi, Gül’ün ne yönde?

Öbürü, ısrarla, hep aynı hat üzerinde ilerliyor.

Sen, habire şerit değiştiriyorsun.

*

Netice?

İşte böyle, döner dolaşır, gelirsin başladığın noktaya ve sanki ilk kez duyuyormuş gibi sorarsın, "kapatalım mı, kapatmayalım mı?"

Yılmaz Özdil - Hürriyet, 27 Kasım 2007

Kemalist Devrim ve Kürt-İslam Sentezi...

Yaygara yeniden başladı...

AKP'ye arka çıkan ABD ve AB'li "akıl hocaları"yla onların Türkiye'deki uzantıları "Soros çocukları" son günlerde yine aynı tekerlemeyi söylüyorlar:

"Kemalist devlet yapısı çökmedikçe Türkiye demokratikleşemez, yeni dünya düzenine ayak uyduramaz..."

Kaynak Yayınları'ndan çıkan İskender Gökalp-François Georgeon'un derlediği "Kemalizm ve İslam Dünyası" adlı kitabı okurken, Türkiye'nin dününü ve bugününü anımsadım...

Arkadaşım Cüneyt Akalın'ın güzel Türkçesiyle okura sunulan kitap, gerçekten yakın tarihimize ışık tutuyor...

1984 yılında uluslararası üne sahip uzmanların katılımıyla yapılan "Kemalizmin Magrip ve Doğu'daki Etkileri" konulu toplantı sonuçlarının bir bölümü yer alıyor kitapta.

Kemalizm "İslam Toplumu" üzerinde nasıl etki yapmıştır? Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kanları ve canlarıyla kurdukları Cumhuriyetimizden hangi İslam ülkeleri etkilenmiştir?

Bugün Türkiye'yi, tarikatların şemsiyesi altında, ABD ve AB ülkelerinin desteğiyle yöneten Nakşi İskenderpaşa Dergâhı'ndan yetişenler yönetiyor...

Karadeniz'de Türk-İslam sentezi; Güneydoğu'da Kürt-İslam sentezi "AKP şemsiyesi" altında yaşam buluyor...

Bir İslam ülkesi olan Türkiye, laik demokratik sistemi Kemalizme borçludur...

Bu aynı zamanda bir aydınlanma devrimidir ve aklın özgürleşmesidir...

***

Mustafa Kemal'in "Aydınlanma Devrimi"ni baskıcı, faşist olarak gören İkinci Cumhuriyetçiler, dinciler, Soros çocukları, Kürtçüler bugün ABD'nin Irak'ı işgalini, Büyük Ortadoğu Projesi'ni "demokrasi ve özgürlükler" adına ayakta alkışlıyorlar...

12 Mart'ları, 12 Eylül'leri yapan faşistleri "Atatürkçü" olarak görmeyi görev edinen aynı kesimin neler yazdığını anlatmaya gerek yok!..

Bunlar arkalarına dönüp bakmıyorlar, bir kez olsun!..

Suudi Arabistan Kralı Abdullah, 10 Kasım gününün Atatürk'ün ölüm yıldönümü olduğunu bilmiyor mu?

Bilerek geliyor Ankara'ya ve Anıtkabir'i ziyaret etmiyor, "Vahhabi" geleneklerini öne sürerek...

10 Kasım günü Türkiye'den ayrılırken Esenboğa'da VIP Salonu önündeki direklerde "Suudi bayrağı" yoktu...

Türk bayrağı ise yarıya indirilmişti...

Suudi heyeti bunu kabul etmedi...

Nedeni de şuydu:

"Bizde Kelime-i Tevhid'in bulunduğu yeşil bayraklar hiçbir zaman yarıya inmez!"

Suudi Kralı laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'da her istediğini uygulatıyor; Abdullah Bey'i, Tayyip Bey'i kaldığı otele çağırıyor...

Otelde şifreli yayınlar kaldırılıyor, bar bölümüne duvar örülüyor, minibarlardan içkiler toplatılıyor.

Alın size Türkiye'nin 2007 fotoğrafı...

Atatürk, laik demokratik Cumhuriyeti, "Türkiye'yi imamlar yönetsin", Öğretmenler Günü'nde "mevlit okunsun", "tarikat yurtları açılsın", "Kürtçüler silahlanıp dağa çıksın" diye kurmadı...

Ne demişti Mustafa Kemal:

"Yurtta sulh, cihanda sulh!"

***

Kaynak Yayınları'ndan çıkan "Kemalizm ve İslam Dünyası" beni tarihin derinliklerine indirdi...

Bugün Güneydoğu'yu kuşatan "Kürt-İslam Sentezi"ne dayalı "Kürt milliyetçiliği" AKP'yle yaşam buluyor, DTP'nin "Kürtçülüğü"ne karşı ivme kazanıyor...

Hizbullah 1990'lı yılların başında, PKK'ye karşı "devletin desteğiyle" örgütlenmedi mi?

Bizim "Soros çocukları" nedense bu konulara hiç girmezler...

Örneğin 12 Eylül'de salt "Kürt aydınları"nın işkenceden geçtiğini anlatıp "Türk aydınları"na dokunulmadığı mesajı verirler...

Oysa 12 Eylül faşizmi Türk'ü de, Kürt'ü de, Lazı da, Çerkezi de, Aleviyi de, Sünniyi de işkenceden geçirip zindanlarda çürütmedi mi?

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 27 Kasım 2007

Cami Kapısından Kaldırılan Ayet...

İstanbul'un göbeği Eminönü...

Eminönü'nde Zeynep Sultan Camii...

Caminin kapısına Kuranıkerim'den bir ayet asılmış...

Maide suresinden 51'inci ayet...

Diyor ki:

"Ey Müslümanlar!..

Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudur.

Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır."

*

Hürriyet gazetesi, Eminönü müftüsü Muharrem Bilgiç 'i aramış...

Müftü Efendi demiş ki:

"Cami imamını hemen arayacağım. Bir ihtar yazısı yazıp (ayeti) hemen kaldırttıracağım." (Hürriyet 24 Kasım 2007).

Yazıya devam etmeden, Maide suresinden 64'üncü ayetin ilk tümcesini de sunayım:

"Yahudiler 'Allah'ın eli sıkıdır' dediler..

Dediklerinden ötürü elleri bağlansın, lanet olsun..."

*

Olayı bildiren Hürriyet'in başvurduğu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı İzzet Er'in açıklamasını da kısaca aktarıyorum:

"...Biz İstanbul Müftülüğü'ne talimat verdik. Müftü Bey'in o imam hakkında gereken ikazı yapacağına inanıyorum ben...

Kesinlikle Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarımıza karşı öyle bir tavrımız yok.

Zeynep Sultan Camii'ndeki yazıyı doğru bulmadık."

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sayın Er, Kuranıkerim'in ayetini "doğru bulmuyor"...

Ve karşı çıkıyor...

*

Türbancı Başbakan RecepTayyip ...

Türbancı Cumhurbaşkanı Gül ...

Her ikisi de Cumhurbaşkanı Şimon Peres'ten başlayarak Yahudi kavminin ileri gelenleriyle dostluk tezahürleri içinde...

Hem türbancılık yaparak İslamcılığı politikada, devlet yönetiminde, laik cumhuriyette öne çıkarıyorlar; hem cami kapısından Kuran ayetini kaldırıyorlar...

*

Bugün Türkiye dünyada faiz şampiyonu...

Faiz için Bakara suresinin 275'inci ayeti ne buyuruyor:

"Faiz yiyenler mahşerde, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..."

"Allah, faizi haram kıldı..."

Türbancı AKP yönetimi, faizcilik denen günahı 'tefecilik' düzeyine tırmandırdı...

Amerika'nın idare ettiği Ilımlı İslam Devleti modelinde tesettür yalnız kadına uygulanmıyor...

Asıl tesettür yurttaşın gözlerindeki bağdır...

*

Kuranıkerim'i içselleştirmek için okumak gerek...

Bu köşede bir süreden beri başlatılan fikir eyleminin özü budur!.. Kuran'ı okuyan aklı başında yurttaş, Atatürk devriminin kaçınılmaz gereğini duyumsayacak ve anlayacaktır...

İslamcılar yurttaşlarımızı hurafelerle ve aslı astarı bulunmayan, sonradan uydurulmuş sözde hadislerle aldatmaya çalışıyorlar..

Yurttaş, Kuranıkerim'i okumalı!..

İslamda aracı papazlara yer yok!..

İlhan Selçuk - Cumhuriyet, 27 Kasım 2007

26 Kasım 2007

Kuran Ayetleri...

'Tecahül-ü arifane' deyişi eski dilde 'bilerek bilmezlikten gelmek' anlamına kullanılırdı...

Türkiye'de bilerek bilmezlikten gelinen en önemli ve çarpıcı konu ne?..

Askıya alınan Kuranıkerim ayetleri bizim toplumda bilerek geçiştirilir...

Aile, miras, ceza ve ekonomi alanlarında Kuranıkerim'in nice kuralı, buyruğu, hükmü, Türkiye'de yasaklanmıştır...

Dinciler bu alanda sanki dillerini yutmuşlardır...

*

Batı'da -herkesin bildiği ya da bilmesi gerektiği gibi- demokrasi ilk aşamada dinde 'Reform' la tohumlanmıştır...

Sonra Rönesans (Yeniden Uyanış) ve Aydınlanma devrimi gündeme girmiştir...

Atatürk devrimi, 'Reform-Rönesans-Aydınlanma' üçlemesini 'Milli Kurtuluş Savaşı' ile birlikte bir kuşağın tarihsel bilincine aşılayan olağanüstü bir uygarlık atılımıdır...

Dünyada ve İslam coğrafyasında tektir...

*

Hıristiyanlıkta Reform, Kilise egemenliğine karşı dinde evrimle gerçekleşti...

Luther , okullarda belletilir...

Peki, İslamda reform yaşandı mı?..

Milattan sonra 600'lerde başlayan İslamın 1000'li yıllarında ortaya çıkan Gazali 'yle bu defter dürülmüştür; bugün bile -Türkiye dışında- İslam coğrafyasında dinci kireçleşme beyinlerde çözülemedi...

Peki, Atatürk devrimi İslamda, dinsel açıdan, ne anlam taşıyor?..

*

Atatürk devrimi aynı zamanda ve kapsamda dinde reformla Aydınlanmayı içeriyordu.

Bu tarihsel dönüşümde türbancılık yüzeysel ve biçimsel bir siyasal kurnazlığın ötesinde içeriğe sahip değildir...

Evet, 21'inci yüzyılın başında, Türkiye'de, AKP iktidarında Kuranıkerim'in birçok ayeti askıya alınmış bulunuyor...

Ceza hukukunda..

Aile hukukunda..

Miras hukukunda..

Kamu hukukunda..

Kuranıkerim'e aykırı kuralları say say bitiremezsin...

Bütün bunlar dururken kadını ikinci sınıf insan saymak üzerine erkeğin kıskançlık güdüsüne dayanan türban kavgasını yürütmek, Müslümanlık şuuruna yakışmayan bir politika üçkâğıtçılığıdır...

*

Millet, toplum, halk ve Müslümanlar, emperyalizmle işbirliği yapan AKP'nin üçkâğıdına getirilmek isteniyor..

Türkiye'de bugün bir referandum yapılsa ve sorulsa...

Ey Müslümanlar!..

Atatürk 'ün devrimine karşı mısınız?..

Mirasta kız çocuğu erkeğe göre yarı yarıya az mı alsın?..

Aile hukukunda erkek 'boş ol' dediği zaman kadını kapının önüne mi koysun?..

Kadına nafaka kalksın mı?..

Erkek, istediği zaman kadını dövsün mü?..

Dayak yasal bir hak mı sayılsın?..

Kadın ile erkek eşit olmasın mı?..

Erkek, yurttaşlık hukukunda kadına egemen mi sayılsın?..

Referandumun sonucu ne olur?..

*

Atatürk devrimi Kuranıkerim'in birçok ayeti yerine laik ve çağdaş uygarlığın kurallarını getirerek dinde reformu gerçekleştirmiştir...

Ancak bu gerçek dile getirilmez...

Dinciler de, bu gerçeği dile getireceklerine, türbancılık oynamayı yeğliyorlar...

Yapılacak iş, bu gerçekleri olduğu gibi Müslümanlara anlatmaktır...

Yalnız namaz kılmakla ve oruç tutmakla veya türbancılıkla Müslümanlık biçimseldir...

Kuranıkerim'in buyruklarını tümüyle yerine getirecek miyiz?..

Yoksa dinde reformu benimseyecek miyiz?..

İlhan Selçuk, Cumhuriyet - 20 Kasım 2007

30 Eylül 2007

ABD İslamcılığı (4)

Serin bir Londra sabahı...

Bir toplantı nedeniyle iki gündür bu kentteyim...

İzlenimlerimi önümüzdeki günlerde aktaracağım...

Türkiye'deki "Ilımlı İslam"ın dününü ve bugününü anlatmayı sürdürüyorum...

3-6 Ekim 1996'da İstanbul'da "Uluslararası Kafkaslar Konferansı" yapıldı...

Eski CIA Ortadoğu Masası uzmanı Graham Fuller İstanbul'da gazetecilerle konuştu...

Tam 11 yıl önce...

REFAHYOL iktidarıydı...

"Ilımlı İslam"ın teorisyeni Fuller bakın ne diyordu:

"İslamın Türkiye için en iyi yönetim biçimi olup olmadığını soruyorsanız, o değil. Biz, Türkiye'de demokrasinin hâkim olmasını istiyoruz. Eğer halk İslamcı bir hükümet isterse, eğer anayasaya göre İslamcılar iktidara gelirse, zannederim o zaman İslamcıların iktidar olma hakkı vardır."

İslamı "organik, yaşayan bir miras" olarak tanımlayan Fuller, bir gazetecinin "Kemalizm İslamla barışmalıdır, diyorsunuz" sorusuna şu yanıtı veriyordu:

"Kemalizm bir yönüyle ideolojidir; İslam da öyle. Bence bu iki ideoloji arasında bir harp olmamalıdır. Eğer olursa, bu Türkiye için çok feci sonuçlar doğurur. Mühim olan Türkiye'de demokrasinin hâkimiyetidir. Bazı Kemalistler, İslamı bastırmaya çalışıyorlar. Bu çok yanlıştır. Aynı zamanda Kemalizm'in demokratik kanadı varsa o da bastırılmamalıdır."

Fuller, dönemin ABD dışişleri sözcüsünün "demokrasi mi, laiklik mi" şeklindeki bir ikilemde "demokrasiden yana tavır alacakları" yönündeki sözlerini ise bakın nasıl anlatıyordu:

"ABD Türkiye'de demokratik sistem işlesin istiyor. Bu İslam demokrasisi de olabilir."

***

ABD'nin 1980 öncesi uyguladığı "yeşil kuşak" projesi, 1990'da yerini "Ilımlı İslam"a bıraktı...

Fethullah Gülen, okullarıyla önce Orta Asya Cumhuriyetleri'ne, sonra Malezya'dan Endonezya'ya ve Kara Afrika'ya dek yayıldı...

Şimdi projenin mimarı Fuller'i dinleyelim:

"Zannederim İslamcıların önünde bir problem var. Bir İslamcı rejim altında, İslamcı olmayan ya da İslama fazla önem vermeyen insanların cemiyetteki rolü ne olacak? Hakları olacak mı? Biz maalesef bugüne kadar diğer İslamcı cumhuriyetlere baktığımızda, örneğin İran'a, Sudan'a baktığımızda çok ümit verici şeyler görmüyoruz. İslamcı olmayanların hakları çok az. Türkiye'de böyle bir problem görmüyorum. Türkiye şimdiden demokratik bir temele oturuyor. Böyle devam etmesi lazım. Belki İslamcılar ABD'nin pek beğenmediği bir siyaset yürütebilirler. Ama Amerika'nın pek çok müttefiki ABD'nin beğenmediği bir siyaset yürütüyor. Bu kabul edilebilir şeydir."

Fuller'in gazetecilerle yaptığı söyleşi şöyle devam ediyordu:

Soru:

"Türkiye bir model mi? Türkiye'nin, İslamla demokrasiyi uzlaştırabilme şansını yüksek görüyor musunuz?"

Fuller:

"Evet mutlaka. Ben çok umutluyum. Çünkü bu bölgede genel olarak Türkiye kadar demokratik bir ülke yok. Arap ülkelerinde yoktur. Kafkaslar'da yoktur. Balkanlar'da çok zayıftır. Yunanistan hariç çok zayıf demokrasiler vardır. O bakımdan Türkiye çok iyi bir model olarak kendini gösterebilir..."

Soru:

"...Kürt sorununun çözümü için öneriniz nedir? Bir demecinizde yeni bir Osmanlı çağından bahsediyorsunuz. Bunlar birbirleriyle ilişkili mi?"

Fuller:

"...Ben Kürt problemine kesin bir cevap veremiyorum. Kesin bir çözüm veremiyorum. Bu Türk ve Kürt halkına aittir. Ama bence askeri yöntem, bugüne kadar hiçbir netice getirmemiştir ve problem her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Niçin PKK alternatif bir Kürt Partisi olmasın?"

***

On bir yıl önce böyle konuşuyordu eski CIA Ortadoğu Masası uzmanı Graham Fuller...

On bir yıl sonra Türkiye'nin fotoğrafına bir bakın isterseniz, ABD'de hazırlanan bir senaryo Türkiye'de yaşamın haritasında çekilmeye başlanıyor...

Yoksa ben mi yanılıyorum?..

Hayır!..

Rize'den küçük bir not size: Sabancı'nın Carrefour'unda da alkollü içki reyonu ramazanda kaldırıldı. Kiler'de iftar vakti alışverişler durduruldu. Balık lokantalarında alkol verilmiyor. Kadınlar açık giysilerle dolaşamıyor.

Bu bir toplumsal baskı değil midir?

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 29 Eylül 2007

28 Eylül 2007

ABD İslamcılığı (3)

Türkiye'de önceleri çok tartışılan bir konu yeniden gündeme geliyor:

"AKP'nin 'sivil anayasa' hazırlığının arkasında, başkanlık-eyalet sistemine geçiş sistemi var mı? ABD'nin bu konuda Türkiye için öngörüleri neler?"

Bu soruya yanıt ararken, ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard Holbrooke'un Türkiye'yi "ılımlı İslam demokrasisi" olarak tanımlaması geldi.

Holbrooke'un, Demokrat Parti'nin Kasım 2008 seçimlerini kazanması halinde ABD Dışişleri Bakanı olabileceğinden söz ediliyor...

Richard Holbrooke, 22 Temmuz seçimlerinin hemen ardından PBS televizyonuna çıkıp şöyle demişti:

"11 Eylül'den beri, ABD dünyanın her yerinde ılımlı İslami demokrasiler istiyoruz, diyor. İşte sadece iki tane var: Türkiye ve Malezya. Türkler çok dramatik seçim yaptı."

Haberci, Holbrooke'a soruyor:

"Konuyu biraz açar mısınız?.."

Holbrooke:

"Türkiye'de barış içinde ve dürüst seçimler oldu. Ilımlı ve Müslüman bir parti, yani Tayyip Erdoğan'ın başında bulunduğu AKP, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'nden alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman partiyle İsrail iyi ilişkiler içinde ve Avrupa Birliği'ne üyelik istiyor. Ben de bunu yürekten, inanarak destekliyorum."

Haberci bir soru daha yöneltiyor Holbrooke'a:

"Türkler ABD'nin Irak'ta daha neler yapmasını istiyor?"

Holbrooke:

"Türkiye'yi yöneten ılımlı Müslüman parti AKP, bizim Irak'tan ayrılmamızı değil kalmamızı istiyor. Bunu içtenlikle ifade ediyorlar bize. Kaosun sınırlarına dayanmasından korkuyorlar."

Burada çok önemli iki nokta var:

Holbrooke, Türkiye'yle Malezya'yı terazinin aynı kefesine koyup "ılımlı İslam iki demokratik ülke" olarak tanımlıyor.

İkincisi ise 22 Temmuz seçimlerinde "Kemalist laik devlet yapısına sahip çıkan partilerin" İslamcı parti karşısında yenilmesi...

***

ABD, Türkiye'de din temeline dayalı bir siyasi partinin iktidar olmasını mı yoksa Marksist temele dayalı bir siyasi partinin iktidar olmasını mı ister?

Elbet din temeline dayalı partiyi ister!..

Ünlü ekonomist ve düşünür Francis Fukuyama, bir yıl önce Atina'da düzenlenen bir toplantıda "Türkiye ne Avrupalı ne de Ortadoğuludur" deyip ekledi:

"Türkiye'nin ekonomik ve politik özellikleri Latin Amerika ülkelerini çağrıştırıyor. Enflasyon, ekonomik disiplin olmaması, siyasi sistemin kamunun aşırı harcamalarına izin veriyor. Bunun için siyasi konsensüs şart."

Peki AKP'ye nasıl bakıyor Fukuyama?

AKP'yi Avrupa'daki Hıristiyan Demokratlara benzetiyor...

Diyor ki:

"Türkiye öteki Müslüman ülkelere karşı başarılı bir model oluşturmuştur. İslam dünyası için en iyi model, Türkiye'dir."

Fukuyama'nın, Türkiye'nin ekonomik yapısını Latin ülkelerine benzetmesi ne anlama geliyor sizce?

Türkiye'de Marksist solun ivme kazanıp iktidar olması...

O zaman ne yapmalı?

Türkiye'de din temeline dayalı AKP'yi desteklemeli...

Francis Fukuyama Türkiye'yi iyi tanıyor.

Babası Joshishio Fukuyama, Kayseri Talas Amerikan Koleji'nde üç yıl İngilizce öğretmenliği yapmış. Francis Fukuyama da üç yıl Türkiye'de yaşamış...

Fukuyama, Türkiye'de başkanlık-eyalet sisteminin yaşama geçmesini çok istiyor...

Fethullah Gülen'le arası çok iyi... Kemal Derviş'le çok yakın dost...

***

Türkiye'de eyalet sisteminin ya da federe yapının ne anlamı olabilir?

Çok açık!..

Ülkenin bölünmesidir...

Zaten ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin kapsamında bu yok mu?

Fukuyama, adını "Tarihin Sonu" teziyle duyurmuştu. Türkiye'de eyalet sistemi ya da federal yapı Türkiye'nin sonu olacaktır.

Televizyonlarda tartışma programlarını izliyorum...

Bu konular gündeme nedense hiç getirilmiyor, "sıkmabaş" demokrasinin, özgürlüklerin simgesi olarak ortaya konuluyor, "mahalle baskısı" adı altında bir oyun sahneye konuluyor.

Türkiye'de toplumsal baskı neden gündemde değil?

Kadınlarımızı toplumda aşağılayan bir düşünce egemen olmuş Türkiye'de. Sol'un önü kesilmiş. Atılgan Bayar'ın SKY Türk'te dediği gibi "Kemalist değerler", "Cumhuriyetin kazanımları kendini bilmezlere kalmış."

Yazık!..

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 28 Eylül 2007

"9 gencin üzerine 10 bin kişilik orduyu gönderiyorlar"

HAKKARİ’nin Yüksekova İlçesi HADEP’li Eski Belediye Başkanı Hetem İke, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. İke için Yüksekova Belediyesi önünde cenaze töreni düzenlendi. Törene katılan DTP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Demirtaş, PKK’lı teröristleri kastederek, "9 gencin üzerine 10 bin kişilik orduyu Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla gönderiyorlar. Şimdi buna ister kahramanlık deyin, ister zafer deyin. Bundan utanç duymuyorlar" dedi.

Kanser tedavisi gördüğü İstanbul Sefaköy Doğan Hastanesi’nde 2 gün önce hayatını kaybeden Yüksekova’nın HADEP’li Eski Belediye Başkanı Hetem İke'nin cenazesi, bugün uçakla İstanbul’dan Van’a, buradan da karayoluyla Yüksekova İlçesi’ne getirildi. İke için Yüksekova Belediyesi önünde cenaze töreni düzenlendi. Törene, DTP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Demirtaş, DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, çevre il ve ilçelerdeki DTP’li belediye başkanları ve 10 bin civarında vatandaş katıldı. Saygı duruşu ile başlayan törende PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan lehine ‘Biji serok Apo’ ve ‘Şehitler ölmez’ sloganları atıldı.

DTP Genel Başkan Yardımcsı Demirtaş, yaptığı konuşmasında PKK’lı teröristleri kastederek, 9 gencin üzerine 10 bin kişilik ordunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla gönderildiğini söyledi. Demirtaş, “Şimdi buna ister kahramanlık deyin, ister zafer deyin. Bundan utanç duymuyorlar. Bundan utanç duymayacak mıyız? Her gün bu acılar yaşanırken biz halen barış diyoruz. Ama maalesef AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat da ‘Ya bu düzene teslim olun ya da, dağlara gidin’ diyor. Bizim acımız daha çoktur. Halkın öncü insana ihtiyacı vardır. Çünkü her zamankinden fazla inkar ve imha zihniyeti bu halkın üzerine geliyor. Bunun bir tek adı var. Direnin diyorlar başka yaşam hakkı tanımıyorlar. Biz direneceğiz” dedi.

Konuşmaların ardından İke’nin DTP bayrağı ve sarı, kırmızı, yeşil renkli beze sarılı tabutu omuzlarda taşınarak Eski Kışla Mezarlığı’na götürülerek toprağa verildi. Kalabalık cenazenin toprağa verilmesinin ardından sessizce dağıldı.

Son bir hafta içinde Hakkari'nin Çukurca ve Şırnak'ın Beytüşşebap İlçelerinde düzenlenen operasyonlarda 9 terörist ölü ele geçirilmişti.

Kaynak: Hürriyet

İki anayasa taslağının arasında 31 ciddi fark


Prof. Dr. Ergun Özbudun'un, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile AKP için hazırladığı anayasa önerilerinde cumhurbaşkanı seçiminden, din ve vicdan özgürlüğüne, zorunlu din eğitiminden işverenlerin lokavt haklarına ve Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimine açılmasından, milletvekili maaşlarına kadar bir çok alanda önemli farklılıklar bulunuyor.

Prof. Özbudun ile Prof. Fazıl Sağlam, Prof. Tekin Akıllıoğlu ve bir süre önce yaşamını yitiren Prof. Yavuz Sabuncu, 2000 yılında TOBB için anayasa önerisi hazırladılar.

Prof. Özbudun, haziran ayında AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın önerisiyle de Prof. Zühtü Arslan, Prof. Yavuz Atar, Prof. Fazıl Hüsnü Erdem, Prof. Levent Köker ve Doç. Serap Yazıcı ile yeni bir taslak daha hazırladı. Yedi yıl arayla hazırlanan iki taslak karşılaştırıldığında, metinlere talepte bulunanların önerilerinin ve yaşanan siyasal dalgalanmaların etkili olduğu gözleniyor. 28 Şubat sürecinden sonra Eski TOBB Başkanı Fuat Miras'ın talebi üzerine hazırlanan öneride, zorunlu din dersine son verilirken, bu ders lise düzeyinde seçmeli hale getiriliyor. Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında yaşanan sıkıntılardan esinlenerek cumhurbaşkanın yetkileri sınırlandırılıyor, cumhurbaşkanı meclis tarafından seçilen sembolik devlet başkanı konumuna getiriliyor.

AKP için Başbakan Erdoğan'ın isteğiyle hazırlanan taslakta ise cumhurbaşkanını halkın seçmesi önerilirken, yüksek öğretimde türban takılabilmesi anayasal güvenceye kavuşturuluyor. Ayrıca TOBB için kaleme alınan taslakta kullanılan dilin AKP metnine daha 'Öztürkçe' ifadeler içeriyor olması dikkat çekiyor.

Kaynak: Radikal
Related Posts with Thumbnails