Demokrasi, salt Meclis'te çoğunluk olan bir siyasi partinin "Yüzde 47'yle iktidara geldim, kafama eseni yaparım" demesi midir?
Laikleri "laikçi, ulusalcı, darbeci" diye adlandıran düşüncenin egemen olduğu bir dönemden geçiyoruz...
Ergenekon soruşturması sürüyor, henüz ortada savcının iddianamesi yok...
Ergenekon soruşturmasının nereye dek uzandığını ya da uzanacağını kimse bilmiyor; polisin sızdırdığı bilgiler Star, Taraf, Zaman, Yeni Şafak gazetelerinde yayımlanıyor...
Haberi şimdilerde önce Star gazetesi veriyor, ardından "besleme medya" nın tekçileri aynı haberi manşetlere taşıyor...
Baştan beri söylediğim şu:
"Adı ister Ergenekon, ister başka bir şey olsun; sonuna dek gidilmeli, demokratik düzeni içine sindiremeyen mafya, çete, darbeci kim varsa ortaya çıkarılsın..."
Gördüğüm kadarıyla Ergenekon soruşturması "besleme medyanın tosuncukları" tarafından giderek yozlaştırılıyor; olay Fethullahçı gladyonun "Türk Silahlı Kuvvetleri"yle bir hesaplaşması olarak karşımıza çıkıyor...
Ertuğrul Özkök'ün deyişiyle "McCarthyizm"e dönüşüyor ve "cadı avı"na dönüştürülme çabası dikkati çekiyor...
Tüm bu gelişmeler olurken Hrant Dink, Necip Hablemitoğlu, rahip Santoro cinayeti, Malatya katliamı unutturulmak isteniyor...
İlişkiler zincirinin ortaya çıkarılması, özellikle Hrant Dink ve Necip Hablemitoğlu cinayeti arasında bağlantı olup olmadığı, her iki cinayetin perde arkası ya da perde arkasındaki "büyük patron"un kim olduğu sorusu yanıtsız kalıyor...
Hrant Dink cinayetinin tetikçileri yakalandı. Hablemitoğlu cinayetinin tetikçileri ise aradan yıllar geçmesine karşın bulunamadı.
Hrant Dink, güpegündüz öldürüldü, Necip Hablemitoğlu ise akşam saatlerinde evinin bahçesinde...
İkisi de yakın mesafeden silahla vuruldu...
***
Çete, mafya, devlet içinde örgütlü silahlı güç...
Susurluk'ta ortaya dökülen "çete" devlet içinde örgütlü bir güç değil miydi?
O dönemde "Milli Görüş"ün iktidardaki temsilcileri "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eylemlerini "Mum söndü" diye hafife alırken, Necmettin Hoca "Fasa fiso" deyip geçiştiriyor, Tansu Hanım ise "Bizim için kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır" diye çeteleri övüyordu.
Gelelim günümüzün "demokrasi kahramanı" Nazlı Ilıcak'a...
Susurluk'ta ortaya dökülen devlet içinde örgütlü silahlı güç ya da çetelerin savunucusuydu Nazlı Hanım...
HBB televizyonunda program yapıyordu. Abdullah Çatlı'nın polisçe aranan arkadaşı, Bahçelievler katliamı sanığı Haluk Kırcı'yla telefon sohbeti yapmıştı.
Nazlı Hanım için onlar birer kahraman ve milliyetçiydi...
Bakıyorum, şimdilerde "aslan demokrat" olarak ortalıkta dolaşıyor, demokrasi ve özgürlüklerle ilgili olmamasına karşın "demokrasi dersi" veriyor.
Her neyse!..
Önceki gün yazımı "Girdap Operasyonu" üzerine yazmıştım...
Gerisi var...
Geçen yıl 22 Temmuz seçimleri öncesi yapılan "Girdap Operasyonu"nda gözaltına alınan 21 kişiden 15'i tutuklanmıştı.
O dava ne oldu bilmiyorum...
Tutuklular salıverildi mi, onu da bilmiyorum...
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin bilgilendirme yapar sanırım bu yazım üzerine...
O operasyonda "dinci faşist bir yapılanma" söz konusuydu ancak iş dönüp dolaşıp "ulusalcı bir kimliğe" sokuldu. Yurtseverler, ulusalcılar, Atatürkçüler, solcular "çete üyesi" olarak kamuoyuna tanıtıldı.
"Girdap Operasyonu" İstanbul, Ankara, İzmir ve Bodrum'da yapılırken Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ise ilginç bir açıklama yapmıştı:
"Hrant Dink'i öldürenler çete değil, bir arkadaş grubu..."
****
Dinci faşist bir örgütlenmeyi "ulusalcı, milliyetçi, yurtsever, darbeci yapılanma" olarak toplumun önüne koyanlara "demokrasi" adına inananlar "Girdap"ı unuttular bile...
Malatya katliamı, Yasin Hayal, Erhan Tuncel, Alpaslan Aslan ...
Peki "Nur Evleri"nde yatıp kalkanlar için ne yapıldı? Yasin Hayal, Hrant Dink cinayetine ilişkin ne söyledi?
Erhan Tuncel'in şu açıklamasını bir kez daha okuyalım o zaman:
"Grupla ilişkim, irtibatta olduğum kamu görevlilerinin telkinleri ve yönlendirmeleriyle olmuştur..."
Yani kimi kamu görevlileri, Hrant Dink cinayetinin işleneceğini önceden biliyorlar!..
Peki Hablemitoğlu cinayetini biliyorlar mıydı, yoksa bilmiyorlar mıydı?
Bu soruya kim yanıt verecek; merakla bekliyorum!..
Bilmem yürekli "ajan" ve "eleman" var mı ortalıkta dolaşan, yeni işler peşinde koşan!..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 24 Nisan 2008
25 Nisan 2008
17 Nisan 2008
Besleme Medyanın Aslanları(!)
"Besleme Medya"nın tarikatçı ve liberal tosuncuklarını izliyor musunuz?
Eh, her biri aslan parçası, kükrüyorlar sürekli!..
Onları geçelim!..
Önce Deniz Baykal'ın bir hafta önce katıldığı CNN'deki tartışma programındaki sözlerini anımsatayım isterseniz:
"Yaşadığımız krizin nedeni ben miyim? Niye çözümü CHP'den ve benden bekliyorsunuz?"
Baykal yerden göğe haklı!..
Sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi; ırkçısı, tarikatçısı CHP'ye ve Deniz Baykal'a vuruyor:
"CHP, AKP'yi kurtarsın, Deniz Baykal bu yolda öncü olsun!"
Yok yahu!..
Laik demokratik Cumhuriyetin tüm kazanımlarını, değerlerini yok sayacaksın; gerçekleri söyleyenleri, Türkiye'de laik rejimin altının oyulduğunu yazanları, çizenleri "laikliğin demokrasi için vazgeçilmez şart olduğu bir şehir efsanesidir" diyeceksin; sonra da kalkıp "Deniz Baykal, AKP'yi demokrasi için kurtarmalı" mavrasıyla ortalığı ve kafaları karıştıracaksın...
AKP'nin "besleme takımı" önce Cumhuriyetin temel ilkelerine, Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkıp şöyle desin:
"Laiklik olmadan demokrasi olmaz; demokrasi olmadan laiklik olur!"
Ondan sonrası kolay!..
Tayyip Bey ABD'yle, AB'yle anlaşıyor, uzlaşıyor ama Cumhuriyetin temel değerlerine iş gelince elinin tersiyle itiyor...
Deniz Baykal ve CHP doğru yoldadır...
CHP'nin 1950'lerde İsmet İnönü'nün, 70'lerde Bülent Ecevit'in yaptığı muhalefetin aynısını Deniz Baykal yapmaktadır...
Bu sözüm de "Kurultayda Baykal"ı devirmek yolunda kulis yapanlar içindir. Bakın böyle bir işe girişmesinler. Yapılacak eylem Deniz Bey'le uzlaşarak, diri, siyasi derinliği, birikimi olan bir PM oluşmasıdır.
***
Şimdi gelelim Türkiye'de olup bitenlere, Fethullahçılara, din bezirgânlarına, Soros'un Çocukları'na, lümpen liberallere ...
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso konuştu, görüştü, yedi, içti ve gitti...
Barroso "Laiklik" kavramının bile ne olduğunu bilmiyor; eğer biliyorsa gazeteciliği bırakırım...
Avrupa ortaçağda din savaşlarını yaşadı. Şimdi Avrupalı Aydınlanma Devrimi'nin keyfini çıkarıyor. Avrupalı, kadın rahibelerin başına taktıkları örtüyü kullanmıyor. Kocası bu nedenle Avrupalı kadına baskı yapmıyor.
Türkiye'de din ve inanç özgürlüğü yokmuş, askerler dinsizmiş, laiklik şehir efsanesiymiş, demokrasi önemliymiş...
Haydi buyurun Suriye'ye, Mısır'a gidelim...
Orada "laiklik kısmen var gibi gözükür" ama demokrasinin "d"si yoktur...
Kadın ve erkek aynı kahvede içki, nargile içer, turistler eğlenir, gezer... Hepsi vardır bunların!..
İsteyen kadın memur çarşafla da gider çalıştığı kuruma, pantolonla da...
Başı açık da çalışır, kapalı da...
İki ülkede seçim barajı yüzde 5'tir...
İki ülkede ne özel TV vardır ne patronu olan gazete...
Suriye daha özgür gibi gözükür. Oteller Mısır'daki gibi yoğun koruma altında değildir Suriye'de.
İki ülkede de sıkıysa "demokrasi-özgürlük" diye konuş, muhalefet yapmaya kalk başına neler gelir!..
Suriye'de şimdilik köktendinci bir tehlike yoktur ama Mısır, "Müslüman Kardeşler" den sonra "El Kaide" belasıyla uğraşmaktadır, Pakistan'da olduğu gibi...
Son 50 yıldır laik demokratik Cumhuriyetin altı oyuluyordu zaten...
***
Beş yıldır iktidar olan AKP, ABD ve AB'nin desteğiyle "İslamcı Devlet Yapısı"nın çatısını Tayyip Bey'i destekleyerek kurdu...
O nedenle Deniz Baykal, lümpen liberal takımın, besleme medyanın aslanlarının(!), Fethullahçı tosuncukların sözünü dinleyip "Hay hay emriniz olur, AKP'yi demokrasi adına kurtarırız" demez, diyemez.
Deniz Baykal'ı açık tavrından ötürü hem Kurultay öncesi, hem de sonrası desteklemeyi sürdüreceğim...
Bir başka neden ise şu:
Deniz Baykal, 26 Nisan'da yapılacak CHP Kurultayı'nda 1100 delegenin oyuyla yeniden genel başkan seçileceği için...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 16 Nisan 2008
Eh, her biri aslan parçası, kükrüyorlar sürekli!..
Onları geçelim!..
Önce Deniz Baykal'ın bir hafta önce katıldığı CNN'deki tartışma programındaki sözlerini anımsatayım isterseniz:
"Yaşadığımız krizin nedeni ben miyim? Niye çözümü CHP'den ve benden bekliyorsunuz?"
Baykal yerden göğe haklı!..
Sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi; ırkçısı, tarikatçısı CHP'ye ve Deniz Baykal'a vuruyor:
"CHP, AKP'yi kurtarsın, Deniz Baykal bu yolda öncü olsun!"
Yok yahu!..
Laik demokratik Cumhuriyetin tüm kazanımlarını, değerlerini yok sayacaksın; gerçekleri söyleyenleri, Türkiye'de laik rejimin altının oyulduğunu yazanları, çizenleri "laikliğin demokrasi için vazgeçilmez şart olduğu bir şehir efsanesidir" diyeceksin; sonra da kalkıp "Deniz Baykal, AKP'yi demokrasi için kurtarmalı" mavrasıyla ortalığı ve kafaları karıştıracaksın...
AKP'nin "besleme takımı" önce Cumhuriyetin temel ilkelerine, Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkıp şöyle desin:
"Laiklik olmadan demokrasi olmaz; demokrasi olmadan laiklik olur!"
Ondan sonrası kolay!..
Tayyip Bey ABD'yle, AB'yle anlaşıyor, uzlaşıyor ama Cumhuriyetin temel değerlerine iş gelince elinin tersiyle itiyor...
Deniz Baykal ve CHP doğru yoldadır...
CHP'nin 1950'lerde İsmet İnönü'nün, 70'lerde Bülent Ecevit'in yaptığı muhalefetin aynısını Deniz Baykal yapmaktadır...
Bu sözüm de "Kurultayda Baykal"ı devirmek yolunda kulis yapanlar içindir. Bakın böyle bir işe girişmesinler. Yapılacak eylem Deniz Bey'le uzlaşarak, diri, siyasi derinliği, birikimi olan bir PM oluşmasıdır.
***
Şimdi gelelim Türkiye'de olup bitenlere, Fethullahçılara, din bezirgânlarına, Soros'un Çocukları'na, lümpen liberallere ...
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso konuştu, görüştü, yedi, içti ve gitti...
Barroso "Laiklik" kavramının bile ne olduğunu bilmiyor; eğer biliyorsa gazeteciliği bırakırım...
Avrupa ortaçağda din savaşlarını yaşadı. Şimdi Avrupalı Aydınlanma Devrimi'nin keyfini çıkarıyor. Avrupalı, kadın rahibelerin başına taktıkları örtüyü kullanmıyor. Kocası bu nedenle Avrupalı kadına baskı yapmıyor.
Türkiye'de din ve inanç özgürlüğü yokmuş, askerler dinsizmiş, laiklik şehir efsanesiymiş, demokrasi önemliymiş...
Haydi buyurun Suriye'ye, Mısır'a gidelim...
Orada "laiklik kısmen var gibi gözükür" ama demokrasinin "d"si yoktur...
Kadın ve erkek aynı kahvede içki, nargile içer, turistler eğlenir, gezer... Hepsi vardır bunların!..
İsteyen kadın memur çarşafla da gider çalıştığı kuruma, pantolonla da...
Başı açık da çalışır, kapalı da...
İki ülkede seçim barajı yüzde 5'tir...
İki ülkede ne özel TV vardır ne patronu olan gazete...
Suriye daha özgür gibi gözükür. Oteller Mısır'daki gibi yoğun koruma altında değildir Suriye'de.
İki ülkede de sıkıysa "demokrasi-özgürlük" diye konuş, muhalefet yapmaya kalk başına neler gelir!..
Suriye'de şimdilik köktendinci bir tehlike yoktur ama Mısır, "Müslüman Kardeşler" den sonra "El Kaide" belasıyla uğraşmaktadır, Pakistan'da olduğu gibi...
Son 50 yıldır laik demokratik Cumhuriyetin altı oyuluyordu zaten...
***
Beş yıldır iktidar olan AKP, ABD ve AB'nin desteğiyle "İslamcı Devlet Yapısı"nın çatısını Tayyip Bey'i destekleyerek kurdu...
O nedenle Deniz Baykal, lümpen liberal takımın, besleme medyanın aslanlarının(!), Fethullahçı tosuncukların sözünü dinleyip "Hay hay emriniz olur, AKP'yi demokrasi adına kurtarırız" demez, diyemez.
Deniz Baykal'ı açık tavrından ötürü hem Kurultay öncesi, hem de sonrası desteklemeyi sürdüreceğim...
Bir başka neden ise şu:
Deniz Baykal, 26 Nisan'da yapılacak CHP Kurultayı'nda 1100 delegenin oyuyla yeniden genel başkan seçileceği için...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 16 Nisan 2008
16 Nisan 2008
Gülen Humeyni gibi
ABD'li İran ve Ortadoğu uzmanı Michael Rubin, "Türkiye'nin dönüm noktası" başlıklı makalesinde, hakkındaki "şeriat amaçlı çete" kurma suçlaması Yargıtay'ın gündeminde bulunan Fethullah Gülen'i, İran'daki İslam devriminin başındaki Ayetullah Humeyni'ye benzeterek Amerikan yönetimine, "Dini yönetim getirmek isteyen AKP hükümetini desteklemeyin" çağrısında bulundu. Beyaz Saray yönetiminin neocon (yeni muhafazakâr) çizgisinin düşünce kuruluşlarından "American Enterprise Institute" (AEI) araştırmacısı ve "Middle East Quarterly" dergisinin editörü olan Rubin'in makalesi, "National Review" dergisinin internet sitesinde yayımlandı.
Fethullah Gülen'in Teksas Üniversitesi'nde "barış kahramanı" olarak ödüllendirildiği, Londra'da İngiliz diplomatlar ve lordlar tarafından konferansta selamlandığı ve yıl sonunda Amerikan Georgetown Üniversitesi'nde Gülen cemaati üzerine bir konferans yapılacağı hatırlatılan makalede, cemaatin dünya çapında milyarlarca dolarlık şirketlere, okullara, yardım kuruluşlarına ve medya organlarına sahip olduğuna dikkat çekildi. Makalede, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın döneminde on binlerce Gülen taraftarının Türk devleti bürokrasisine girdiği ve özellikle polis teşkilatıyla İçişleri Bakanlığı kadrolarında yoğunlaştıkları belirtildi.
'AKP nüfuz kurdu'
Gazetemizde yer alan haberleri kaynak gösteren Rubin, Gülen'in 1973 yılında İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından "din devleti kurma girişimiyle" suçlandığını, 1986 yılında Türk ordusu içinde cemaatin bir hücresinin tespit edildiğini, 1998 ve 1999 yıllarında Gülen'in taraftarlarına seslenirken sarf ettiği, "devletin kontrolünü sessizce ele geçirmeyi" öğütleyen sözlerinin televizyon ve gazetelerde yer aldığını dile getirdi.
ABD'li uzman, Gülen hakkında "laiklik karşıtlığı" nedeniyle 1998 yılında açılan davanın, 2002 yılında iktidara gelen AKP'nin medya ve yargı üzerinde nüfuz kurmasının ardından 5 Mayıs 2006'da bozulduğunu, ancak mahkeme sürecinin hâlâ tamamlanmadığını ifade etti.
Gülen'in yargı sürecinden kurtulması halinde Türkiye'ye dönebileceğini yazan Rubin, "Eğer bunu yaparsa, 2008 İstanbul'u, 1979 Tahran'ı gibi görünebilir" dedi. Rubin, makalesinin bu kısmında, halen Gülen ile Humeyni'nin benzer yanlarını vurgularken Humeyni'nin sürgünde olduğu Paris'te, Avusturya televizyonu muhabirine, "İslami Cumhuriyetin lideri olmak istemiyorum, hükümet gücünün elimde olmasını istemiyorum" diyerek dünyayı kandırdığını anımsattı. Sözlerini, "Şimdi Ankara'da olduğu gibi, o zaman da Tahran'daki elçilik yetkilileri, siyasi seçkinlerle 'garden partileri' tercih ediyor ve toplumun çok dar bir kesimiyle temas kuruyorlardı" diye sürdüren Rubin, ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA'in, Humeyni'nin niyeti hakkında "kör" olduğunu vurguladı.
'Laik düzen sallantıda'
Rubin, Gülen sessiz kalsa da, Türkiye'ye dönüşünün taraftarlarınca, 1924 yılında kaldırılan "halifeliğin" yeniden tesisi gibi gösterileceği tahmininde bulunarak Türkiye'deki anayasal laik düzenin hiç bu kadar sallantıda olmadığı yorumunu yaptı. AKP'nin medyayı kontrolü altına aldığına ve gazeteciler üzerindeki baskıların arttığına işaret edilen makalede, şu ifadelere yer verildi: "Erdoğan ve Gülen'in, Türk köşeyazarları ve yorumcuları arasındaki destekçileri İslamcılığı demokrasiyle, laikliği faşizmle özdeşleştiriyor; çok sayıdaki Batılı diplomatın, 'ılımlı İslam' kabulüyle kucaklanmasına hoşgörü göstermeye hevesli olduğu bir çizgi bu. Erdoğan'ın kendisi Hitler'in yolunu açanın laiklik olduğunu, İslamcılığın asla böyle bir sonuç üretmeyeceğini söyledi."
'Rice, AKP'ye destek açıklaması yapacak'
AKP'ye Anayasanın laiklik ilkesini çiğnediği gerekçesiyle kapatma davası açılmasının ardından, 21 Mart günü gazetemizin başyazarı İlhan Selçuk'un da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alındığını hatırlatan Rubin, Hürriyet gazetesi köşeyazarı Ahmet Hakan'ın da Fethullah Gülen'in amcasının oğlu Kemalettin Gülen tarafından telefonla tehdit edildiğine dikkat çekti.
ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın bu hafta içinde, kapatma davasına karşı AKP'ye destek vereceği "duyumunu" aktaran Amerikalı uzman, böylesi bir çıkışın Türk kamuoyunun tepkisini çekeceği uyarısında bulundu. Rubin, mahkeme sürecinin devamına destek yönünde sözler sarf etmesi durumunda ise Condoleezza Rice'ın bu defa AKP tarafından suçlanabileceğinin altını çizdi.
Bush yönetimini 7 yıldır Irak, Filistin ve Lübnan'da izlediği yanlış politikalar nedeniyle "demokratikleşme" idealini "kirli bir kelimeye" çevirmekle suçlayan Rubin, ABD'nin daha fazla demokrasiyi altüst etmek için dini kullanan ve hukuk düzeni yerine kargaşa arayışında olan partileri desteklememesini istedi. ABD Dışişleri Bakanı'na seslenen Rubin, makalesini, "Türkiye uçuruma yaklaşıyor. Lütfen Bakan Rice, kenardan aşağı itmeyin" diye bitirdi.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
Fethullah Gülen'in Teksas Üniversitesi'nde "barış kahramanı" olarak ödüllendirildiği, Londra'da İngiliz diplomatlar ve lordlar tarafından konferansta selamlandığı ve yıl sonunda Amerikan Georgetown Üniversitesi'nde Gülen cemaati üzerine bir konferans yapılacağı hatırlatılan makalede, cemaatin dünya çapında milyarlarca dolarlık şirketlere, okullara, yardım kuruluşlarına ve medya organlarına sahip olduğuna dikkat çekildi. Makalede, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın döneminde on binlerce Gülen taraftarının Türk devleti bürokrasisine girdiği ve özellikle polis teşkilatıyla İçişleri Bakanlığı kadrolarında yoğunlaştıkları belirtildi.
'AKP nüfuz kurdu'
Gazetemizde yer alan haberleri kaynak gösteren Rubin, Gülen'in 1973 yılında İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından "din devleti kurma girişimiyle" suçlandığını, 1986 yılında Türk ordusu içinde cemaatin bir hücresinin tespit edildiğini, 1998 ve 1999 yıllarında Gülen'in taraftarlarına seslenirken sarf ettiği, "devletin kontrolünü sessizce ele geçirmeyi" öğütleyen sözlerinin televizyon ve gazetelerde yer aldığını dile getirdi.
ABD'li uzman, Gülen hakkında "laiklik karşıtlığı" nedeniyle 1998 yılında açılan davanın, 2002 yılında iktidara gelen AKP'nin medya ve yargı üzerinde nüfuz kurmasının ardından 5 Mayıs 2006'da bozulduğunu, ancak mahkeme sürecinin hâlâ tamamlanmadığını ifade etti.
Gülen'in yargı sürecinden kurtulması halinde Türkiye'ye dönebileceğini yazan Rubin, "Eğer bunu yaparsa, 2008 İstanbul'u, 1979 Tahran'ı gibi görünebilir" dedi. Rubin, makalesinin bu kısmında, halen Gülen ile Humeyni'nin benzer yanlarını vurgularken Humeyni'nin sürgünde olduğu Paris'te, Avusturya televizyonu muhabirine, "İslami Cumhuriyetin lideri olmak istemiyorum, hükümet gücünün elimde olmasını istemiyorum" diyerek dünyayı kandırdığını anımsattı. Sözlerini, "Şimdi Ankara'da olduğu gibi, o zaman da Tahran'daki elçilik yetkilileri, siyasi seçkinlerle 'garden partileri' tercih ediyor ve toplumun çok dar bir kesimiyle temas kuruyorlardı" diye sürdüren Rubin, ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA'in, Humeyni'nin niyeti hakkında "kör" olduğunu vurguladı.
'Laik düzen sallantıda'
Rubin, Gülen sessiz kalsa da, Türkiye'ye dönüşünün taraftarlarınca, 1924 yılında kaldırılan "halifeliğin" yeniden tesisi gibi gösterileceği tahmininde bulunarak Türkiye'deki anayasal laik düzenin hiç bu kadar sallantıda olmadığı yorumunu yaptı. AKP'nin medyayı kontrolü altına aldığına ve gazeteciler üzerindeki baskıların arttığına işaret edilen makalede, şu ifadelere yer verildi: "Erdoğan ve Gülen'in, Türk köşeyazarları ve yorumcuları arasındaki destekçileri İslamcılığı demokrasiyle, laikliği faşizmle özdeşleştiriyor; çok sayıdaki Batılı diplomatın, 'ılımlı İslam' kabulüyle kucaklanmasına hoşgörü göstermeye hevesli olduğu bir çizgi bu. Erdoğan'ın kendisi Hitler'in yolunu açanın laiklik olduğunu, İslamcılığın asla böyle bir sonuç üretmeyeceğini söyledi."
'Rice, AKP'ye destek açıklaması yapacak'
AKP'ye Anayasanın laiklik ilkesini çiğnediği gerekçesiyle kapatma davası açılmasının ardından, 21 Mart günü gazetemizin başyazarı İlhan Selçuk'un da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alındığını hatırlatan Rubin, Hürriyet gazetesi köşeyazarı Ahmet Hakan'ın da Fethullah Gülen'in amcasının oğlu Kemalettin Gülen tarafından telefonla tehdit edildiğine dikkat çekti.
ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın bu hafta içinde, kapatma davasına karşı AKP'ye destek vereceği "duyumunu" aktaran Amerikalı uzman, böylesi bir çıkışın Türk kamuoyunun tepkisini çekeceği uyarısında bulundu. Rubin, mahkeme sürecinin devamına destek yönünde sözler sarf etmesi durumunda ise Condoleezza Rice'ın bu defa AKP tarafından suçlanabileceğinin altını çizdi.
Bush yönetimini 7 yıldır Irak, Filistin ve Lübnan'da izlediği yanlış politikalar nedeniyle "demokratikleşme" idealini "kirli bir kelimeye" çevirmekle suçlayan Rubin, ABD'nin daha fazla demokrasiyi altüst etmek için dini kullanan ve hukuk düzeni yerine kargaşa arayışında olan partileri desteklememesini istedi. ABD Dışişleri Bakanı'na seslenen Rubin, makalesini, "Türkiye uçuruma yaklaşıyor. Lütfen Bakan Rice, kenardan aşağı itmeyin" diye bitirdi.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
Tarih Önünde Hesap Vereceksiniz
Derin ve sessiz bir ilkyaz güneşi altındayım...
Çoğu kez umutluyduk, aydınlığa açılan pencerelerden yaşamımızı çoğaltırdık. Minik sevinçlerle sarılırdık evrenin gökkuşağı rengine.
Ne kıskançlık gölgesi, ne ikiyüzlülük ne de kötücül düşünceler olurdu çevremizde...
Metin Altıok'un dizelerinde duvarları yıkan yıkıcıları tanır; Arthur Rimbaud'un sevdalar çağında yaşayan kadınlarla avunurduk...
Necati Cumalı'nın Urla iskelesinden esen rüzgâr imbat Kordonboyu'nda yalar geçerdi yüzümüzü ve İlhan Ağabey'le birlikte rakılarımızı içerken...
Bir İstanbul sabahında yazıyorum bugün okuyacağınız yazıyı...
İlhan Selçuk saat sekizde ameliyata alındı...
Böyle bir günde ne yazabilirim ki?
Cumhuriyet'in manşetini (12 Nisan 2008) anımsıyorum birden...
"Dikkat çeken Zaman..."
28 Mart günü gözaltı sürecinden sonra "Bizim Savcıya 'Abi' Nasihati" başlıklı yazısıyla ilgili, Adalet Bakanlığı, İlhan Selçuk'la ilgili soruşturma için harekete geçmişti...
Adalet Bakanlığı, Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilen talimata "Zaman gazetesi" nin fotokopisini eklemişti...
Ey sevgili okur, şaşırdın değil mi Cumhuriyet'in manşetini görünce...
İlhan Selçuk'un yazısını bir gün sonra Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesi yayımlıyor, Adalet Bakanlığı da "adli görevini yapanı etkileme" suçu işlendiğini öne sürüp soruşturma buyruğu veriyor...
İlhan Selçuk, Zaman'da değil Cumhuriyet'te yazıyor...
İşin içinde iş var...
Cumhuriyet'e ve İlhan Selçuk'a öfkeli "Zaman" cılar "Bizim Savcı'ya 'Abi' Nasihati" başlıklı yazısını çarpıtarak veriyor 29 Mart'ta:
"İlhan Selçuk, kendisini gözaltına aldığı Savcı Zekeriya Öz'ü tehdit etti..."
***
Çayımı yudumlarken Devrim Sevimay'ın Zaman yazarı Hüseyin Gülerce'yle bir süre önce yaptığı söyleşiyi anımsıyorum...
Devrim'in, "Fethullah Gülen ABD'den Türkiye'ye ne zaman gelir" sorusuna Gülerce yanılmıyorsam şöyle yanıt vermişti:
"Biz, İlhan Selçuk'un Fethullah Gülen'le ilgili yazılarına, Cumhuriyet'in yayınlarına bakıp öyle karar veririz..."
Yazı özetle böyleydi!...
Söyleşi yayımlandığı gün İlhan Selçuk beni odasına çağırıp "Devrim'in söyleşisini okudun mu" diye sorup eklemişti:
"Yahu bu Fethullahçılar, beni ve Cumhuriyet'i, devleti yönetiyor sanıyorlar; başıma bir şey gelirse sorumlusu Zamancılar ve Fethullahçılardır, haberin olsun..."
Dün sabah Ortaköy'den Amerikan Hastanesi'ne gelirken bunları düşündüm...
Acaba İlhan Selçuk'un Ergenekon'dan ötürü gözaltına alınışı, Cumhuriyet gazetesine yönelik bir operasyon muydu?
İstihbarat birimleri, yargı, siyasal erk İlhan Selçuk'un iki kez kalp krizi geçirdiğini, 2007'de zatürree olduğunu biliyor muydu?
Kafamda şöyle bir soru oluştu:
"İlhan Selçuk'u gözaltına alır, işi bitiririz..."
İlhan Selçuk 83 yaşında... 48 saat sorguda kaldı Akın Atalay'la birlikte...
Ve İlhan Selçuk, 13 Nisan Pazar akşamı Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Yıldız'ı telefonla arayıp şöyle dedi:
"İbrahim, ateşim yükseldi, iyi değilim..."
İlhan Selçuk bir saat sonra Amerikan Hastanesi'ndeydi...
O arada üçüncü kalp krizini geçirmişti İlhan Selçuk...
****
Ben bu yazıyı yazarken de çok kritik bir ameliyat geçiriyor İlhan Ağabey...
İlhan Selçuk'u hâlâ en acımasız biçimde suçlayanlara soruyorum:
"Siz gerçekten insan yüreği taşıyor musunuz?"
Adalet Bakanlığı yetkilileri, size soruyorum:
"İlhan Ağabey'in 'Bizim Savcıya 'Abi' Nasihati' yazısını bir kez daha okuyun, oradaki ironiyi anlamaya çalışın..."
İlhan Selçuk'u gözaltına aldıranlara, siyasi erke, bir çift sözüm var:
"Eğer İlhan Selçuk'un başına bir şey gelirse iki elim yakanızdadır, tarih önünde hesap vermekten asla kaçamayacaksınız..."
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 15 Nisan 2008
Çoğu kez umutluyduk, aydınlığa açılan pencerelerden yaşamımızı çoğaltırdık. Minik sevinçlerle sarılırdık evrenin gökkuşağı rengine.
Ne kıskançlık gölgesi, ne ikiyüzlülük ne de kötücül düşünceler olurdu çevremizde...
Metin Altıok'un dizelerinde duvarları yıkan yıkıcıları tanır; Arthur Rimbaud'un sevdalar çağında yaşayan kadınlarla avunurduk...
Necati Cumalı'nın Urla iskelesinden esen rüzgâr imbat Kordonboyu'nda yalar geçerdi yüzümüzü ve İlhan Ağabey'le birlikte rakılarımızı içerken...
Bir İstanbul sabahında yazıyorum bugün okuyacağınız yazıyı...
İlhan Selçuk saat sekizde ameliyata alındı...
Böyle bir günde ne yazabilirim ki?
Cumhuriyet'in manşetini (12 Nisan 2008) anımsıyorum birden...
"Dikkat çeken Zaman..."
28 Mart günü gözaltı sürecinden sonra "Bizim Savcıya 'Abi' Nasihati" başlıklı yazısıyla ilgili, Adalet Bakanlığı, İlhan Selçuk'la ilgili soruşturma için harekete geçmişti...
Adalet Bakanlığı, Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilen talimata "Zaman gazetesi" nin fotokopisini eklemişti...
Ey sevgili okur, şaşırdın değil mi Cumhuriyet'in manşetini görünce...
İlhan Selçuk'un yazısını bir gün sonra Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesi yayımlıyor, Adalet Bakanlığı da "adli görevini yapanı etkileme" suçu işlendiğini öne sürüp soruşturma buyruğu veriyor...
İlhan Selçuk, Zaman'da değil Cumhuriyet'te yazıyor...
İşin içinde iş var...
Cumhuriyet'e ve İlhan Selçuk'a öfkeli "Zaman" cılar "Bizim Savcı'ya 'Abi' Nasihati" başlıklı yazısını çarpıtarak veriyor 29 Mart'ta:
"İlhan Selçuk, kendisini gözaltına aldığı Savcı Zekeriya Öz'ü tehdit etti..."
***
Çayımı yudumlarken Devrim Sevimay'ın Zaman yazarı Hüseyin Gülerce'yle bir süre önce yaptığı söyleşiyi anımsıyorum...
Devrim'in, "Fethullah Gülen ABD'den Türkiye'ye ne zaman gelir" sorusuna Gülerce yanılmıyorsam şöyle yanıt vermişti:
"Biz, İlhan Selçuk'un Fethullah Gülen'le ilgili yazılarına, Cumhuriyet'in yayınlarına bakıp öyle karar veririz..."
Yazı özetle böyleydi!...
Söyleşi yayımlandığı gün İlhan Selçuk beni odasına çağırıp "Devrim'in söyleşisini okudun mu" diye sorup eklemişti:
"Yahu bu Fethullahçılar, beni ve Cumhuriyet'i, devleti yönetiyor sanıyorlar; başıma bir şey gelirse sorumlusu Zamancılar ve Fethullahçılardır, haberin olsun..."
Dün sabah Ortaköy'den Amerikan Hastanesi'ne gelirken bunları düşündüm...
Acaba İlhan Selçuk'un Ergenekon'dan ötürü gözaltına alınışı, Cumhuriyet gazetesine yönelik bir operasyon muydu?
İstihbarat birimleri, yargı, siyasal erk İlhan Selçuk'un iki kez kalp krizi geçirdiğini, 2007'de zatürree olduğunu biliyor muydu?
Kafamda şöyle bir soru oluştu:
"İlhan Selçuk'u gözaltına alır, işi bitiririz..."
İlhan Selçuk 83 yaşında... 48 saat sorguda kaldı Akın Atalay'la birlikte...
Ve İlhan Selçuk, 13 Nisan Pazar akşamı Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Yıldız'ı telefonla arayıp şöyle dedi:
"İbrahim, ateşim yükseldi, iyi değilim..."
İlhan Selçuk bir saat sonra Amerikan Hastanesi'ndeydi...
O arada üçüncü kalp krizini geçirmişti İlhan Selçuk...
****
Ben bu yazıyı yazarken de çok kritik bir ameliyat geçiriyor İlhan Ağabey...
İlhan Selçuk'u hâlâ en acımasız biçimde suçlayanlara soruyorum:
"Siz gerçekten insan yüreği taşıyor musunuz?"
Adalet Bakanlığı yetkilileri, size soruyorum:
"İlhan Ağabey'in 'Bizim Savcıya 'Abi' Nasihati' yazısını bir kez daha okuyun, oradaki ironiyi anlamaya çalışın..."
İlhan Selçuk'u gözaltına aldıranlara, siyasi erke, bir çift sözüm var:
"Eğer İlhan Selçuk'un başına bir şey gelirse iki elim yakanızdadır, tarih önünde hesap vermekten asla kaçamayacaksınız..."
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 15 Nisan 2008
14 Nisan 2008
Yargıtay'dan 24 delil
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Fethullah Gülen hakkındaki beraat kararını onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin kararına itiraz ederken yaptığı "çete" belirlemesi için 24 delil gösterdi. Başsavcılığın 21 sayfalık itirazında, Gülen'in çete kurup yönettiği iddiasına dayanak yaptığı, aralarında Gülen'in konuşmaları, Genelkurmay ve Emniyet raporlarının da yer aldığı delillerden bazıları şöyle:
- Fethullah Gülen'in kitapları: Asrın Getirdiği Tereddütler, İrşad Ekseni, Fasıldan Fasıla, Küçük Dünyam, Bu Kavga Kimin?, Alvarlı Efe, İz Düşümler, Hitap Çiçekleri.
- Gülen'in konuşması: Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ülkelerde garantimizdir. Esnek olun, sivrilmeden can damarlarında dolanın. Kuvvet dengesi yoksa kuvvete başvurmayın. Fuzuli kahramanlık yerine ele geçirmeyi tercih ederim.
- Gülen'in konuşması: Oyunu dünyaya göre oynuyoruz. Bütün dünyaya talibiz. Hazreti Muhammed 'in davası dünyanın bir yerine, bir kıtasına münhasır kalamaz. Gelin dünyanın bütün bucağına Namı Celili Muhammedi'yi duyuralım.
- Gülen'in konuşması: ...Cumhuriyet döneminde ilk kadının asıldığı yerdir Erzurum. Çarşafını çıkarmıyor diye, ilk defa Cumhuriyet Caddesi'nde asılmış bir kadın. İyi bir Osmanlı şehridir fakat saffetini koruyamamıştır, biraz bozdu... asker bozdu... asker, subay kadınları açık gezince yeni yetişen nesiller böyle mekteplerde, zor noktalar...
* Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün Gülen ve örgütü hakkındaki 21 Nisan 1999 tarihli raporu.
* Maltepe Askeri Lisesi'ne sızma çalışmaları ile ilgili soruşturma dosyası: Gülen örgütü amaçları karşısında en büyük engel olarak gördüğü TSK'ye nüfuz etmeye özel bir önem vermektedir. Özel imkânlar sağlayarak subay, astsubay çocuklarını okul ve dershanelerine kaydetmeye çalışmakta, askeri liselerdeki öğrenciler ile irtibat kurarak Işık Evlerindeki toplantılara bu öğrencilerin katılımlarını sağlayarak Risalei Nur ve Fethullah Gülen'e ait kitapların okutulması ve bantların dinletilmesi faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
* Genelkurmay Başkanlığı'nın raporu: Devletin bütün kadrolarında, bürokraside, eğitim, asker ve emniyette kadrolaşarak, vakıf, okul ve dershanelerle eğitilmiş taban oluşturmayı, gizli ve örtülü yöntemiyle yurtiçinde ve yurtdışında faaliyet göstererek Atatürk ilke ve inkılaplarını ortadan kaldırmayı demokratik laik sistemi yıkarak İslami esaslara dayalı bir devlet kurmayı hedeflediği...
**Emniyet Genel Müdürlüğü raporları: Faaliyetlerin ağırlıklı olarak legal kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla yürütüldüğü, hem yurtiçi hem yurtdışında eğitim kurumları vasıtasıyla çeşitli dallarda başarılar sağlamak suretiyle eğitim alanlarında kendi propagandalarını yaptıkları, bu şekilde eğitim kurumlarına halkın rağbet etmelerini sağladıkları, şirketler vasıtasıyla özel okulların işletildiği, Türkiye ve diğer ülkelerde, eğitim kurumları başta olmak üzere açılan kurum-kuruluşların koordinesini sağlamak ve faaliyetlerini sürdürmek amacıyla hiyerarşik olarak ülke, bölge, il, semt, ev sorumlularının (imamların) bulunduğu, bazı büyük şirket ve vakıflara bağlı bölge ve il şube başkanlarının da yapılanmada etkili oldukları...
**Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Abant Toplantısı: Fethullah Gülen'in onursal başkanlığını yaptığı bu toplantıda, laiklik ve devlet kavramları erozyona tabi tutulmuş, hak ve özgürlüklerin tanımı ve sayımında laikliğin kısıtlayıcı bir ilke olarak yer almaması gerekir denilerek, yasalarda yer alan laikliği koruyucu düzenlemelere karşı çıkılmıştır.
* Nurettin Veren katıldığı televizyon programında, örgütün para kaynakları, kontrol ettiği büyük mali gücün çapı, finans, sanayi, eğitim, sağlık ve medya sektörlerinde sahip olduğu firma, kuruluş ve yatırımlar, vakıflar, paraların nasıl toplandığı, bu İslami-politik örgütün nasıl kurulduğu, yönetildiği ve işlediği, başta mülkiye, Silahlı Kuvvetler, Emniyet ve Mili Eğitim olmak üzere devlet içinde nasıl örgütlendiği hakkında bilgi vermiştir. Gerektiğinde belirtilen kişi dinlenerek, örgütün yapısı ve finans kaynakları hakkında detaylı bilgiler de elde edilebilir.
Yargıtay Birinci Başkanlığı'na ulaştırılan itirazda, "Dosya kapsamında yer alan ve özetle aktarılan iddiayı sabit kılan deliller bağlamında Gülen'e yüklenen suçun" değerlendirmesi şöyle yapıldı:
"Fethullah Gülen'in ülke içinde oluşturup, daha sonra ülke dışında organize edip yönettiği örgütün, Türkiye'de mevcut anayasal düzeni değiştirmek ve laiklik ilkesini de kaldırarak, yerine şeriat esaslarına dayalı devlet kurmak amacında olduğu, devlet idaresini ele geçirmeyi hedeflediği, sanık Fethullah Gülen'in yurtdışına çıktığı 21 Mart 1999 tarihinden sonra da aynı amaç doğrultusunda faaliyetlerini sürdürdüğü, teşekkülün varlığını koruduğu sonucuna varılmıştır."
Başsavcılığın itirazını Yargıtay Ceza Genel Kurulu görüşecek. Kurulun başsavcının görüşü doğrultusunda karar vermesi durumunda Gülen'in şeriat amaçlı, devlet için çete kurduğu kesinleşecek, ancak zamanaşımı nedeniyle Gülen hüküm giymeyecek. Başsavcılığın suçun sürdüğü yönündeki değerlendirmesi ışığında Gülen hakkında yeni soruşturma da gündeme gelebilecek.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
- Fethullah Gülen'in kitapları: Asrın Getirdiği Tereddütler, İrşad Ekseni, Fasıldan Fasıla, Küçük Dünyam, Bu Kavga Kimin?, Alvarlı Efe, İz Düşümler, Hitap Çiçekleri.
- Gülen'in konuşması: Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ülkelerde garantimizdir. Esnek olun, sivrilmeden can damarlarında dolanın. Kuvvet dengesi yoksa kuvvete başvurmayın. Fuzuli kahramanlık yerine ele geçirmeyi tercih ederim.
- Gülen'in konuşması: Oyunu dünyaya göre oynuyoruz. Bütün dünyaya talibiz. Hazreti Muhammed 'in davası dünyanın bir yerine, bir kıtasına münhasır kalamaz. Gelin dünyanın bütün bucağına Namı Celili Muhammedi'yi duyuralım.
- Gülen'in konuşması: ...Cumhuriyet döneminde ilk kadının asıldığı yerdir Erzurum. Çarşafını çıkarmıyor diye, ilk defa Cumhuriyet Caddesi'nde asılmış bir kadın. İyi bir Osmanlı şehridir fakat saffetini koruyamamıştır, biraz bozdu... asker bozdu... asker, subay kadınları açık gezince yeni yetişen nesiller böyle mekteplerde, zor noktalar...
* Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün Gülen ve örgütü hakkındaki 21 Nisan 1999 tarihli raporu.
* Maltepe Askeri Lisesi'ne sızma çalışmaları ile ilgili soruşturma dosyası: Gülen örgütü amaçları karşısında en büyük engel olarak gördüğü TSK'ye nüfuz etmeye özel bir önem vermektedir. Özel imkânlar sağlayarak subay, astsubay çocuklarını okul ve dershanelerine kaydetmeye çalışmakta, askeri liselerdeki öğrenciler ile irtibat kurarak Işık Evlerindeki toplantılara bu öğrencilerin katılımlarını sağlayarak Risalei Nur ve Fethullah Gülen'e ait kitapların okutulması ve bantların dinletilmesi faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
* Genelkurmay Başkanlığı'nın raporu: Devletin bütün kadrolarında, bürokraside, eğitim, asker ve emniyette kadrolaşarak, vakıf, okul ve dershanelerle eğitilmiş taban oluşturmayı, gizli ve örtülü yöntemiyle yurtiçinde ve yurtdışında faaliyet göstererek Atatürk ilke ve inkılaplarını ortadan kaldırmayı demokratik laik sistemi yıkarak İslami esaslara dayalı bir devlet kurmayı hedeflediği...
**Emniyet Genel Müdürlüğü raporları: Faaliyetlerin ağırlıklı olarak legal kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla yürütüldüğü, hem yurtiçi hem yurtdışında eğitim kurumları vasıtasıyla çeşitli dallarda başarılar sağlamak suretiyle eğitim alanlarında kendi propagandalarını yaptıkları, bu şekilde eğitim kurumlarına halkın rağbet etmelerini sağladıkları, şirketler vasıtasıyla özel okulların işletildiği, Türkiye ve diğer ülkelerde, eğitim kurumları başta olmak üzere açılan kurum-kuruluşların koordinesini sağlamak ve faaliyetlerini sürdürmek amacıyla hiyerarşik olarak ülke, bölge, il, semt, ev sorumlularının (imamların) bulunduğu, bazı büyük şirket ve vakıflara bağlı bölge ve il şube başkanlarının da yapılanmada etkili oldukları...
**Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Abant Toplantısı: Fethullah Gülen'in onursal başkanlığını yaptığı bu toplantıda, laiklik ve devlet kavramları erozyona tabi tutulmuş, hak ve özgürlüklerin tanımı ve sayımında laikliğin kısıtlayıcı bir ilke olarak yer almaması gerekir denilerek, yasalarda yer alan laikliği koruyucu düzenlemelere karşı çıkılmıştır.
* Nurettin Veren katıldığı televizyon programında, örgütün para kaynakları, kontrol ettiği büyük mali gücün çapı, finans, sanayi, eğitim, sağlık ve medya sektörlerinde sahip olduğu firma, kuruluş ve yatırımlar, vakıflar, paraların nasıl toplandığı, bu İslami-politik örgütün nasıl kurulduğu, yönetildiği ve işlediği, başta mülkiye, Silahlı Kuvvetler, Emniyet ve Mili Eğitim olmak üzere devlet içinde nasıl örgütlendiği hakkında bilgi vermiştir. Gerektiğinde belirtilen kişi dinlenerek, örgütün yapısı ve finans kaynakları hakkında detaylı bilgiler de elde edilebilir.
Yargıtay Birinci Başkanlığı'na ulaştırılan itirazda, "Dosya kapsamında yer alan ve özetle aktarılan iddiayı sabit kılan deliller bağlamında Gülen'e yüklenen suçun" değerlendirmesi şöyle yapıldı:
"Fethullah Gülen'in ülke içinde oluşturup, daha sonra ülke dışında organize edip yönettiği örgütün, Türkiye'de mevcut anayasal düzeni değiştirmek ve laiklik ilkesini de kaldırarak, yerine şeriat esaslarına dayalı devlet kurmak amacında olduğu, devlet idaresini ele geçirmeyi hedeflediği, sanık Fethullah Gülen'in yurtdışına çıktığı 21 Mart 1999 tarihinden sonra da aynı amaç doğrultusunda faaliyetlerini sürdürdüğü, teşekkülün varlığını koruduğu sonucuna varılmıştır."
Başsavcılığın itirazını Yargıtay Ceza Genel Kurulu görüşecek. Kurulun başsavcının görüşü doğrultusunda karar vermesi durumunda Gülen'in şeriat amaçlı, devlet için çete kurduğu kesinleşecek, ancak zamanaşımı nedeniyle Gülen hüküm giymeyecek. Başsavcılığın suçun sürdüğü yönündeki değerlendirmesi ışığında Gülen hakkında yeni soruşturma da gündeme gelebilecek.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
12 Nisan 2008
Gülen İmparatorluğu!
Halen ABD'de yaşamını sürdüren ve "faaliyet merkezi" olarak burayı seçen Fethullah Gülen'le ilgili olarak bu hafta iki önemli gelişme yaşandı:
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Gülen'in beraatını öngören Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararına itiraz etti. Gülen'in faaliyetlerinin "cürüm işlemek üzere çete oluşturmak" kapsamında değerlendirilmesini istedi.
2- Rusya Yüksek Mahkemesi, Gülen'in bu ülkedeki faaliyetlerini yasakladı.
Birbirinden çok farklı gelişen bu iki haber, Gülen'le ilgili tartışmaların önümüzdeki dönem daha da alevleneceğini gösteriyor.
Gülen, Saidi Nursi ardılı hareketler içinde kendine özgü yöntemlerle gelişirken, 1990'ların ilk yarısında birden büyüdü ve Orta Asya steplerinde üç haneli rakamlarla sayılan okullara ulaştı.
Neden ve hangi kaynakla?
Bu sorunun çok değişik yanıtları verildi. Orta Asya'yı sürüne sürüne dolaşmış bir kişi olarak, benim gözlemim şu:
ABD, 1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra, Moskova'nın etki sahasından çıkan coğrafyada nüfuz sahibi olmak için Gülen'i taşeron olarak kullandı!
***
Orta Asya ülkeleri, 300 yıldır devlet kuramamış olmanın getirdiği tutuklukla, çözülmenin ardından yön aradılar. Bu arayışın bugün de devam ettiğini söylemek abartı olmaz. Halen Orta Asya'da, ABD, Çin ve Rusya ana küresel güçler, İran ve Suudi Arabistan da bölgesel akımlar olarak nüfuz rekabeti içinde.
Gülen'le birlikte ABD; yarım doz Türklüğü, bir doz İslamı, iki doz da Amerikan kültürünü kullanıp önemli adımlar attı.
Gülen hareketi öylesine dallanıp budaklandı ki; Abant'ta başlattıkları forumu nerelere abandıracaklarını bilemediler. Mübarek Abant, New York'tan Kahire'ye kadar gitmedik yer bırakmadı.
Gülen şimdi Afrika'ya yöneldi. Türkiye'nin büyükelçilik açamadığı ülkelerde Gülen okullar açıyor!
Nasıl?
ABD desteğiyle!
Zira Afrika'da ABD, AB ve Çin arasında ciddi bir rekabet var. ABD; Gülen'i nüfusunun bir bölümü Müslüman olan ülkelerde kullanıyor.
Görünen o ki Rusya, gidişin farkına vardı! Bir süredir bu ülkeden gelen haberler Gülen hareketi açısından iç açıcı değildi.
***
Hareketin Türkiye içindeki boyutu ne durumda?
Arkadaşların temel stratejisi sessiz ve derinden ilerlemek. İzledikleri yol şöyle özetlenebilir:
1- Mevcut hükümetlerle ters düşme, hepsini uygun yöntemlerle kullanmaya bak.
2- Tek başına çok güçlü organizasyonlar kurma, biraz büyüyen bir kurumu hemen değişik adlara böl.
3- Ekonomik konulara dolaylı ağırlık ver.
4- Kadrolaşmaya öncelik ver, sindire sindire yürü.
5- Yurtiçinde eğitim yatırımlarına önem ver ama, çok öne çıkarma.
6- Bağlı şirketlerle eğitim kurumlarını iç içe sokma, olabildiğince birbirinden farklı görünsünler.
7- Yüksek yayın gücüne ulaş, medyada etkin ol.
8- Katı, radikal görüşlü örgütlerden uzak dur.
Bu anlayışla kamuoyunda sanılandan çok daha ileri güç elde eden Gülen hareketinin kendini uzun süre gizlemesi artık zor görünüyor.
Gülen hareketinin ABD'ye yakınlığı İslama yakınlığından daha fazla! The Economist'in onu "peygamber" ilan edecek kadar ileri gitmesiyle birlikte şu yorumlar da yapılmaya başladı:
Bu, Hz. Muhammed'siz ve Kuran'sız bir İslam hareketidir!
Türkiye Gülen hareketini tartıştıkça gerçekler daha net ortaya çıkacak!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 12 Nisan 2008
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Gülen'in beraatını öngören Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararına itiraz etti. Gülen'in faaliyetlerinin "cürüm işlemek üzere çete oluşturmak" kapsamında değerlendirilmesini istedi.
2- Rusya Yüksek Mahkemesi, Gülen'in bu ülkedeki faaliyetlerini yasakladı.
Birbirinden çok farklı gelişen bu iki haber, Gülen'le ilgili tartışmaların önümüzdeki dönem daha da alevleneceğini gösteriyor.
Gülen, Saidi Nursi ardılı hareketler içinde kendine özgü yöntemlerle gelişirken, 1990'ların ilk yarısında birden büyüdü ve Orta Asya steplerinde üç haneli rakamlarla sayılan okullara ulaştı.
Neden ve hangi kaynakla?
Bu sorunun çok değişik yanıtları verildi. Orta Asya'yı sürüne sürüne dolaşmış bir kişi olarak, benim gözlemim şu:
ABD, 1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra, Moskova'nın etki sahasından çıkan coğrafyada nüfuz sahibi olmak için Gülen'i taşeron olarak kullandı!
***
Orta Asya ülkeleri, 300 yıldır devlet kuramamış olmanın getirdiği tutuklukla, çözülmenin ardından yön aradılar. Bu arayışın bugün de devam ettiğini söylemek abartı olmaz. Halen Orta Asya'da, ABD, Çin ve Rusya ana küresel güçler, İran ve Suudi Arabistan da bölgesel akımlar olarak nüfuz rekabeti içinde.
Gülen'le birlikte ABD; yarım doz Türklüğü, bir doz İslamı, iki doz da Amerikan kültürünü kullanıp önemli adımlar attı.
Gülen hareketi öylesine dallanıp budaklandı ki; Abant'ta başlattıkları forumu nerelere abandıracaklarını bilemediler. Mübarek Abant, New York'tan Kahire'ye kadar gitmedik yer bırakmadı.
Gülen şimdi Afrika'ya yöneldi. Türkiye'nin büyükelçilik açamadığı ülkelerde Gülen okullar açıyor!
Nasıl?
ABD desteğiyle!
Zira Afrika'da ABD, AB ve Çin arasında ciddi bir rekabet var. ABD; Gülen'i nüfusunun bir bölümü Müslüman olan ülkelerde kullanıyor.
Görünen o ki Rusya, gidişin farkına vardı! Bir süredir bu ülkeden gelen haberler Gülen hareketi açısından iç açıcı değildi.
***
Hareketin Türkiye içindeki boyutu ne durumda?
Arkadaşların temel stratejisi sessiz ve derinden ilerlemek. İzledikleri yol şöyle özetlenebilir:
1- Mevcut hükümetlerle ters düşme, hepsini uygun yöntemlerle kullanmaya bak.
2- Tek başına çok güçlü organizasyonlar kurma, biraz büyüyen bir kurumu hemen değişik adlara böl.
3- Ekonomik konulara dolaylı ağırlık ver.
4- Kadrolaşmaya öncelik ver, sindire sindire yürü.
5- Yurtiçinde eğitim yatırımlarına önem ver ama, çok öne çıkarma.
6- Bağlı şirketlerle eğitim kurumlarını iç içe sokma, olabildiğince birbirinden farklı görünsünler.
7- Yüksek yayın gücüne ulaş, medyada etkin ol.
8- Katı, radikal görüşlü örgütlerden uzak dur.
Bu anlayışla kamuoyunda sanılandan çok daha ileri güç elde eden Gülen hareketinin kendini uzun süre gizlemesi artık zor görünüyor.
Gülen hareketinin ABD'ye yakınlığı İslama yakınlığından daha fazla! The Economist'in onu "peygamber" ilan edecek kadar ileri gitmesiyle birlikte şu yorumlar da yapılmaya başladı:
Bu, Hz. Muhammed'siz ve Kuran'sız bir İslam hareketidir!
Türkiye Gülen hareketini tartıştıkça gerçekler daha net ortaya çıkacak!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 12 Nisan 2008
11 Nisan 2008
Laiklik Arkadan Gelsin!
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve genişlemeden sorumlu komiser Olli Rehn'in Ankara ziyareti öncesinde başlattıkları Türkiye'ye yönelik operasyon, 5 yıldır dikkat çekmeye çalıştığımız kimi gerçeklerin daha net anlaşılmasını sağladı.
Genel durum şöyle özetlenebilir:
AB ile AKP Türkiye'ye karşı anlaştı!
AB penceresinden Ankara şöyle görünüyor:
Türkiye'nin temelleri, ortak değerleri, her şey bir yana, AKP bir yana!
AB, 14 Mart'ta açılan AKP davasına başlangıçta mesafeli baktı. 10 günlük bir "değerlendirme" ve "AKP ile istişare" sürecinden sonra atışlara başladı.
Kapatma davası zemininde AKP ile AB'nin Türkiye'deki laiklik ve yargı sistemiyle ilgili olarak neredeyse aynı düşündükleri bir kez daha ortaya çıktı. Kim kimi etkiliyor, ayrı konu... AB temsilcileri yürürlükteki yasalara dayalı olarak açılan bir dava için "yargı darbesi" diyecek kadar ileri gidiyor ve AKP bu saldırıları zevkle izliyor!
***
AB'nin "yargı darbesine" dayalı olarak ikinci saldırısı ise laikliğe!
Sanki Avrupa kıtası, yüzlerce yıl dinin toplumsal yaşamdaki yerini sağlıklı temellere oturtmak için milyonlarca insanın kanını dökmedi...
Sanki Roma İmparatoru Sezar'ın çevresi, devlet yönetimini onun etrafında biçimlendirmek için "İsa 'nın hakkı İsa'ya, Sezar'ın hakkı Sezar'a" deyimini üretmedi...
Sanki bilimi, dini iktidar gücü olarak kullanan kişilerin yarattığı dogmalardan kurtarmak için bin yıla yakın süre uğraş vermedi...
Bütün bunları yapan Avrupa, şimdi Türkiye'ye şu şarkıları söylüyor:
Laikliğin ne önemi var, mühim olan demokrasi!
Evrensel gerçek o ki; demokrasi ancak laiklik varsa yeşerebilir, gelişebilir. Deyim yerindeyse, laiklik topraktır, demokrasi ağaç!
AB Türkiye'ye, sizde toprak olmasa da olur, biz size meyvelerle donatılmış plastik ağaçlar verir, güzel görünmenizi sağlarız, diyor.
AB kadar olmasa da, ABD katlarından da Türkiye'de laiklik dahil her şeyin yeniden tarif edilmesi gerektiği yorumları geliyor. Türkiye'ye "İslami demokrasi" tanımını uygun görüyorlar.
Onlara sormak gerekir:
Irak tipi mi?
***
Türkiye, bugün AB ile müzakere yapma ortamında ise bunu neye borçlu?
Atatürk devrimlerine...
Dün 10 Nisan Laiklik Günü idi. 10 Nisan 1928'de, anayasada temel bir değişiklik yapıldı ve bir hukuk metninde olmaması gereken dini ifadeler çıkarıldı.
Aynı süreçte, hukukta da önemli adımlar atıldı.
Halen Türkiye'de uygulanmakta olan medeni hukuk İsviçre'den, idare hukuku Fransa'dan, ceza hukuku İtalya'dan, vergi hukuku Almanya'dan alındı...
Eğer Türkiye'de Kurtuluş Savaşı'nın ardından büyük bir kuruluş savaşı yaşanmasa, her şey bugünkü Arap Yarımadası ülkelerindeki gibi olsa, AB ile "tam üyelik" görüşmeleri yapılabilir miydi?
Önümüzde bir Fas örneği var. Fas, Avrupa'yla neredeyse iç içe. Arada bir Cebelitarık var. 1990'ların ortasında onlar da AB'ye başvurdular. "Hiçbir ortak durum yok" yanıtı aldılar.
AB, AKP aşkına kendi değerlerine de saygısızlık ediyor.
Yukarıda saydığımız hukuk adımlarını AB bize dayattığı için değil, ülkemizin gereksinimi olduğu için attık. Böyle giderse AB'ye söylenecek tek şey şu:
Gölge etmeyin!
Biz kendi yolumuzu buluruz...
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 11 Nisan 2008
Genel durum şöyle özetlenebilir:
AB ile AKP Türkiye'ye karşı anlaştı!
AB penceresinden Ankara şöyle görünüyor:
Türkiye'nin temelleri, ortak değerleri, her şey bir yana, AKP bir yana!
AB, 14 Mart'ta açılan AKP davasına başlangıçta mesafeli baktı. 10 günlük bir "değerlendirme" ve "AKP ile istişare" sürecinden sonra atışlara başladı.
Kapatma davası zemininde AKP ile AB'nin Türkiye'deki laiklik ve yargı sistemiyle ilgili olarak neredeyse aynı düşündükleri bir kez daha ortaya çıktı. Kim kimi etkiliyor, ayrı konu... AB temsilcileri yürürlükteki yasalara dayalı olarak açılan bir dava için "yargı darbesi" diyecek kadar ileri gidiyor ve AKP bu saldırıları zevkle izliyor!
***
AB'nin "yargı darbesine" dayalı olarak ikinci saldırısı ise laikliğe!
Sanki Avrupa kıtası, yüzlerce yıl dinin toplumsal yaşamdaki yerini sağlıklı temellere oturtmak için milyonlarca insanın kanını dökmedi...
Sanki Roma İmparatoru Sezar'ın çevresi, devlet yönetimini onun etrafında biçimlendirmek için "İsa 'nın hakkı İsa'ya, Sezar'ın hakkı Sezar'a" deyimini üretmedi...
Sanki bilimi, dini iktidar gücü olarak kullanan kişilerin yarattığı dogmalardan kurtarmak için bin yıla yakın süre uğraş vermedi...
Bütün bunları yapan Avrupa, şimdi Türkiye'ye şu şarkıları söylüyor:
Laikliğin ne önemi var, mühim olan demokrasi!
Evrensel gerçek o ki; demokrasi ancak laiklik varsa yeşerebilir, gelişebilir. Deyim yerindeyse, laiklik topraktır, demokrasi ağaç!
AB Türkiye'ye, sizde toprak olmasa da olur, biz size meyvelerle donatılmış plastik ağaçlar verir, güzel görünmenizi sağlarız, diyor.
AB kadar olmasa da, ABD katlarından da Türkiye'de laiklik dahil her şeyin yeniden tarif edilmesi gerektiği yorumları geliyor. Türkiye'ye "İslami demokrasi" tanımını uygun görüyorlar.
Onlara sormak gerekir:
Irak tipi mi?
***
Türkiye, bugün AB ile müzakere yapma ortamında ise bunu neye borçlu?
Atatürk devrimlerine...
Dün 10 Nisan Laiklik Günü idi. 10 Nisan 1928'de, anayasada temel bir değişiklik yapıldı ve bir hukuk metninde olmaması gereken dini ifadeler çıkarıldı.
Aynı süreçte, hukukta da önemli adımlar atıldı.
Halen Türkiye'de uygulanmakta olan medeni hukuk İsviçre'den, idare hukuku Fransa'dan, ceza hukuku İtalya'dan, vergi hukuku Almanya'dan alındı...
Eğer Türkiye'de Kurtuluş Savaşı'nın ardından büyük bir kuruluş savaşı yaşanmasa, her şey bugünkü Arap Yarımadası ülkelerindeki gibi olsa, AB ile "tam üyelik" görüşmeleri yapılabilir miydi?
Önümüzde bir Fas örneği var. Fas, Avrupa'yla neredeyse iç içe. Arada bir Cebelitarık var. 1990'ların ortasında onlar da AB'ye başvurdular. "Hiçbir ortak durum yok" yanıtı aldılar.
AB, AKP aşkına kendi değerlerine de saygısızlık ediyor.
Yukarıda saydığımız hukuk adımlarını AB bize dayattığı için değil, ülkemizin gereksinimi olduğu için attık. Böyle giderse AB'ye söylenecek tek şey şu:
Gölge etmeyin!
Biz kendi yolumuzu buluruz...
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 11 Nisan 2008
Etiketler:
AB,
Cumhuriyet Gazetesi,
Mustafa Balbay
01 Nisan 2008
TRT'nin 'yeni' yüzleri
AKP iktidarının sesi haline gelen TRT'de birçok program dinci basın kurumlarında görev yapan ve Fethullah Gülen cemaatine yakın isimler tarafından hazırlanıp sunuluyor. Programcılar arasında, Fethullah Gülen'in şiirlerini ve metinlerini seslendirenlerin yanı sıra daha önce Samanyolu ve Kanal 7 gibi televizyonlarda görev yapan isimler de yer alıyor.
AKP iktidarının hazırladığı yasa tasarı'yla yapısını baştan sona değiştirmeyi planladığı TRT'de, programların içeriği ve sunucuları da hızla değişiyor. Bu programlardan bazıları ve sunucuları şöyle:
Enine Boyuna: TRT-1'de Cuma günleri 23.05'te yayımlanan programı Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Yöneticisi Dr. İbrahim Kalın sunuyor. Kalın aynı zamanda Zaman ve Today's Zaman gazetelerinde yazıyor.
Sen-Siz Olmaz/Olur mu?: Çarşamba günleri 21.55'te TRT 1'de canlı olarak ekrana gelen programda bir dönem polis akademisi dekan yardımcılığı görevini yürüten Dr. Önder Aytaç, konuklarla sohbet ediyor. Aytaç, Polis Akademisi'nden 4 öğretim üyesi ile birlikte hazırladığı Türkiye Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim adlı raporla tepki çekmişti.
Ezber Bozan: Daha önce Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazan Tamer Korkmaz tarafından hazırlanan program, salı günleri TRT 1'de saat 22.55'te yayımlanıyor.
Felsefe Konuşmaları: Programda Prof. Dr. Teoman Duralı belirlenen bir konu üzerinde konuşuyor. Teoman Duralı'nın yazıları Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde yayımlanıyor.
Rengâhenk: İlker Gültekin tarafından hazırlanan program TRT-2'de hafta içi her gün saat 20.30'da yayımlanıyor. Gültekin, Fethullah Gülen'in yazdığı metinleri seslendiriyor.
Gündeme Dair: TRT-1'de pazartesi günleri saat 13.30'da yayımlanıyor. Gazeteci Emre Aköz ve AKP'li Özlem Türköne'nin eşi Mümtazer Türköne tarafından sunuluyor.
Şenlik Var: Program daha önce Samanyolu TV'de Maceracı adlı programı hazırlayan Murat Yeni tarafından sunuluyor.
Bedirhan Gökçe ile Gecenin Kıyısında: Çarşamba günleri TRT 1'de yayımlanan programı, daha önce Kanal 7'de program yapan Bedirhan Gökçe sunuyor. Gökçe, Fethullah Gülen'in şiirlerini de seslendiriyor.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
AKP iktidarının hazırladığı yasa tasarı'yla yapısını baştan sona değiştirmeyi planladığı TRT'de, programların içeriği ve sunucuları da hızla değişiyor. Bu programlardan bazıları ve sunucuları şöyle:
Enine Boyuna: TRT-1'de Cuma günleri 23.05'te yayımlanan programı Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Yöneticisi Dr. İbrahim Kalın sunuyor. Kalın aynı zamanda Zaman ve Today's Zaman gazetelerinde yazıyor.
Sen-Siz Olmaz/Olur mu?: Çarşamba günleri 21.55'te TRT 1'de canlı olarak ekrana gelen programda bir dönem polis akademisi dekan yardımcılığı görevini yürüten Dr. Önder Aytaç, konuklarla sohbet ediyor. Aytaç, Polis Akademisi'nden 4 öğretim üyesi ile birlikte hazırladığı Türkiye Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim adlı raporla tepki çekmişti.
Ezber Bozan: Daha önce Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazan Tamer Korkmaz tarafından hazırlanan program, salı günleri TRT 1'de saat 22.55'te yayımlanıyor.
Felsefe Konuşmaları: Programda Prof. Dr. Teoman Duralı belirlenen bir konu üzerinde konuşuyor. Teoman Duralı'nın yazıları Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde yayımlanıyor.
Rengâhenk: İlker Gültekin tarafından hazırlanan program TRT-2'de hafta içi her gün saat 20.30'da yayımlanıyor. Gültekin, Fethullah Gülen'in yazdığı metinleri seslendiriyor.
Gündeme Dair: TRT-1'de pazartesi günleri saat 13.30'da yayımlanıyor. Gazeteci Emre Aköz ve AKP'li Özlem Türköne'nin eşi Mümtazer Türköne tarafından sunuluyor.
Şenlik Var: Program daha önce Samanyolu TV'de Maceracı adlı programı hazırlayan Murat Yeni tarafından sunuluyor.
Bedirhan Gökçe ile Gecenin Kıyısında: Çarşamba günleri TRT 1'de yayımlanan programı, daha önce Kanal 7'de program yapan Bedirhan Gökçe sunuyor. Gökçe, Fethullah Gülen'in şiirlerini de seslendiriyor.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
Devlet Nerede?
Elimde notlarla bir kafede oturuyorum...
Bir Paris sabahında Türkiye'de olup bitenleri izlemeye çalışıyorum...
"Besleme medya"nın tetikçileri görevlerini yerine getirip "muhbir yurttaş"lığı sürdürüyorlar...
Koskocaman bir aferin onlara!..
Şimdi yazıma başlayabilirim...
***
Başbakan, Kuran'dan ayetler okursa cami imamı ne yapar?
İmamı TV'lerde izledim...
Başı örtülü bir kadın, cenaze aracındaki babasının tabutuna elini koyup ağlayınca imam konuşmaya başlıyor:
"Babanın cenazesine elini sürme!"
Başbakanın adı: Tayyip Bey...
İmamın adı: Abdullah Efendi...
Başbakan ve imam!..
Söylemlerine bakın ve kararı siz verin!..
Türkiye'de yaşananları dehşet içinde izleyenlerden birisiyim...
Gelişmeler ürkütücü...
İmam Abdullah daha önce uçak kazasında yaşamını yitiren Mümine Bulut'un cenazesine katılanların yakalarına taktıkları fotoğrafları çıkarttıktan sonra namazı kıldırmıştı.
Bakın İmam Abdullah şimdi ne diyor:
"Yüksek sesle ağlamak, yüzünü gözünü yırtmak bizim dinimizin yasak ettiği Cahiliye âdetidir... Kadınların sesi 4 duvar arasından dışarıya asla çıkmayacak...
Kadın sesi 4 duvar arasından çıktı mı bu hayâ perdesinin yırtılmasıdır, Allah korusun... Çocuklarınızı mutlaka sabah namazına kaldırın ... Çocuklarınızı sabah namazına kaldırmadınız mı kıyamet günü onun hakkını veremezsiniz.
Televizyonları fazla seyretmeyiniz, göz nurunuz, yüz nurunuz gitmesin ..."
***
Böyle olayları önemsemiyor toplum...
Kadınlar tepkisiz!..
Neden, niçin tepkisiz laik demokratik Cumhuriyetin kadınları?
Çünkü korkuyorlar!..
Erkeklere gelince, onlar da korkuyor!..
Nevruz gösterilerinde Türk bayrağı yakılıyor, polis seyrediyor...
Polis baskı altında!..
Polis, Türk bayrağını yakanlara dokunamıyor, savcılar olup bitenleri sadece izliyor...
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Arıboğan (Hürriyet-26 Mart 2008) ne diyor olup bitenleri değerlendirirken:
"Devletin hukuk sistemi iflas etmiştir. Ordu kıpırdayamaz durumdadır. Yasama ve yürütmede kriz vardır. Devlet çökmek üzere ve aslında böyle bir çöküşten ya kaos, ya askeri darbenin çıkması beklenir. Eğer sistem böyle giderse, devlet kendi içinde çatışmaya doğru giderse iki yıl sürmez Türkiye'nin bölünmesi veya Kürt devletinin ortaya çıkması muhtemeldir. Bu, laik-antilaik çatışması değil, Kürt devletinin kuruluş aşamalarıdır. Herkesin bu tehlikeyi görmesi gerekir."
Şimdi gelelim Londra'da yaşayan Nejat Köse'nin mektubuna:
"Size demokrasinin beşiği, güneş batmayan imparatorluk olarak nitelenen İngiltere'nin başkenti Londra'dan yazıyorum. Burada insanlar özgür, dilerse Hyde Park'a gidip Kraliçe'ye ve ailesine veya hükümet yetkililerine her konuda söz söyleyebilir. Serbesttir ve cezası yoktur.
Trafik polisi, Başbakan'a veya Kraliçe'ye trafik cezası keser, karşılığında o polis kahraman olur. Fakat IRA lehinde bir köşe yazarı yazı yazsın, bir bilim adamı IRA'yı övsün veya sokaktaki bir vatandaş IRA'nın renklerini ifade eden bir rozet taksın, emin olun o kişi dünyaya geldiğine pişman olur. Mahvolur. Kim olursa olsun hiç fark etmez.
Demokrasi, IRA söz konusu olduğunda biter. IRA'yı öven kişi faili meçhul olur. O kişinin akıbetini kimse sorgulamaz, sorgulayamaz. Nevruz kutlamalarında İstanbul'da Türk bayrağı yakılmış. Nerede vali, emniyet müdürü? Nerede devlet? Nerede halk?
Emin olun kahroluyoruz. Bu kadar mı aciziz? Bu çapulcularla neden baş edemiyoruz? Nerede güvenlik güçleri? Nerede köşe yazarları!" (Hürriyet, Yalçın Bayer -26 Mart 2008)
***
Türkiye giderek gerilirken imam, kadınlara sesleniyor:
"Sesiniz dört duvar arasında kalacak..."
Başbakan ayetler okuyor, yüzde 47'nin verdiği güçle, besleme medyanın desteğiyle uzlaşma çağrılarına aldırmayıp "hesaplaşırız" mesajı veriyor...
Türkiye'yi gergin günler bekliyor. Toplumda bir yılgınlık, bir korku egemen.
Geçen yılkı Cumhuriyet Mitingleri'nin arkasında Ergenekon'u arayan bir düşünce yapısı toplumu kışkırtmayı sürdürürken susacak mıyız?
Asla!..
Sloganımız şu:
"Ne şeriat ne darbe, tam bağımsız laik demokratik Türkiye!"
"Besleme medya"ya gelince!..
Onlarla demokratik savaşıma yazılarımla devam!..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 01 Nisan 2008
Bir Paris sabahında Türkiye'de olup bitenleri izlemeye çalışıyorum...
"Besleme medya"nın tetikçileri görevlerini yerine getirip "muhbir yurttaş"lığı sürdürüyorlar...
Koskocaman bir aferin onlara!..
Şimdi yazıma başlayabilirim...
***
Başbakan, Kuran'dan ayetler okursa cami imamı ne yapar?
İmamı TV'lerde izledim...
Başı örtülü bir kadın, cenaze aracındaki babasının tabutuna elini koyup ağlayınca imam konuşmaya başlıyor:
"Babanın cenazesine elini sürme!"
Başbakanın adı: Tayyip Bey...
İmamın adı: Abdullah Efendi...
Başbakan ve imam!..
Söylemlerine bakın ve kararı siz verin!..
Türkiye'de yaşananları dehşet içinde izleyenlerden birisiyim...
Gelişmeler ürkütücü...
İmam Abdullah daha önce uçak kazasında yaşamını yitiren Mümine Bulut'un cenazesine katılanların yakalarına taktıkları fotoğrafları çıkarttıktan sonra namazı kıldırmıştı.
Bakın İmam Abdullah şimdi ne diyor:
"Yüksek sesle ağlamak, yüzünü gözünü yırtmak bizim dinimizin yasak ettiği Cahiliye âdetidir... Kadınların sesi 4 duvar arasından dışarıya asla çıkmayacak...
Kadın sesi 4 duvar arasından çıktı mı bu hayâ perdesinin yırtılmasıdır, Allah korusun... Çocuklarınızı mutlaka sabah namazına kaldırın ... Çocuklarınızı sabah namazına kaldırmadınız mı kıyamet günü onun hakkını veremezsiniz.
Televizyonları fazla seyretmeyiniz, göz nurunuz, yüz nurunuz gitmesin ..."
***
Böyle olayları önemsemiyor toplum...
Kadınlar tepkisiz!..
Neden, niçin tepkisiz laik demokratik Cumhuriyetin kadınları?
Çünkü korkuyorlar!..
Erkeklere gelince, onlar da korkuyor!..
Nevruz gösterilerinde Türk bayrağı yakılıyor, polis seyrediyor...
Polis baskı altında!..
Polis, Türk bayrağını yakanlara dokunamıyor, savcılar olup bitenleri sadece izliyor...
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Arıboğan (Hürriyet-26 Mart 2008) ne diyor olup bitenleri değerlendirirken:
"Devletin hukuk sistemi iflas etmiştir. Ordu kıpırdayamaz durumdadır. Yasama ve yürütmede kriz vardır. Devlet çökmek üzere ve aslında böyle bir çöküşten ya kaos, ya askeri darbenin çıkması beklenir. Eğer sistem böyle giderse, devlet kendi içinde çatışmaya doğru giderse iki yıl sürmez Türkiye'nin bölünmesi veya Kürt devletinin ortaya çıkması muhtemeldir. Bu, laik-antilaik çatışması değil, Kürt devletinin kuruluş aşamalarıdır. Herkesin bu tehlikeyi görmesi gerekir."
Şimdi gelelim Londra'da yaşayan Nejat Köse'nin mektubuna:
"Size demokrasinin beşiği, güneş batmayan imparatorluk olarak nitelenen İngiltere'nin başkenti Londra'dan yazıyorum. Burada insanlar özgür, dilerse Hyde Park'a gidip Kraliçe'ye ve ailesine veya hükümet yetkililerine her konuda söz söyleyebilir. Serbesttir ve cezası yoktur.
Trafik polisi, Başbakan'a veya Kraliçe'ye trafik cezası keser, karşılığında o polis kahraman olur. Fakat IRA lehinde bir köşe yazarı yazı yazsın, bir bilim adamı IRA'yı övsün veya sokaktaki bir vatandaş IRA'nın renklerini ifade eden bir rozet taksın, emin olun o kişi dünyaya geldiğine pişman olur. Mahvolur. Kim olursa olsun hiç fark etmez.
Demokrasi, IRA söz konusu olduğunda biter. IRA'yı öven kişi faili meçhul olur. O kişinin akıbetini kimse sorgulamaz, sorgulayamaz. Nevruz kutlamalarında İstanbul'da Türk bayrağı yakılmış. Nerede vali, emniyet müdürü? Nerede devlet? Nerede halk?
Emin olun kahroluyoruz. Bu kadar mı aciziz? Bu çapulcularla neden baş edemiyoruz? Nerede güvenlik güçleri? Nerede köşe yazarları!" (Hürriyet, Yalçın Bayer -26 Mart 2008)
***
Türkiye giderek gerilirken imam, kadınlara sesleniyor:
"Sesiniz dört duvar arasında kalacak..."
Başbakan ayetler okuyor, yüzde 47'nin verdiği güçle, besleme medyanın desteğiyle uzlaşma çağrılarına aldırmayıp "hesaplaşırız" mesajı veriyor...
Türkiye'yi gergin günler bekliyor. Toplumda bir yılgınlık, bir korku egemen.
Geçen yılkı Cumhuriyet Mitingleri'nin arkasında Ergenekon'u arayan bir düşünce yapısı toplumu kışkırtmayı sürdürürken susacak mıyız?
Asla!..
Sloganımız şu:
"Ne şeriat ne darbe, tam bağımsız laik demokratik Türkiye!"
"Besleme medya"ya gelince!..
Onlarla demokratik savaşıma yazılarımla devam!..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 01 Nisan 2008
Kapatma Davası ve Rehn Geyiği!
AKP'ye yönelik kapatma davasının Anayasa Mahkemesi'ndeki süreci dün resmen başladı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın hazırladığı iddianame AKP'ye özel olarak ulaştırıldıktan sonra "savunma süreci" başlayacak.
Bu süre bir ay... AKP isterse uzatılabilir...
AKP ve medyası, dün olağanüstü bir beklenti içindeydi. Anayasa Mahkemesi, iddianameyi reddedebilir, böylece dava, en azından bir süre için devreden çıkmış olurdu. AKP'liler bu olasılığın gerçekleşmesi halinde ne yapacaklarını şöyle özetliyorlardı:
"O zaman anayasa değişikliğine gerek kalmaz!"
Salt bu yaklaşım bile, AKP'nin anayasa değişikliğini sadece ve sadece kendisi için istediğinin en somut göstergesi.
Dava ne kadar sürer?
Önceki kapatma davaları da dikkate alındığında bu yılın son çeyreğini bulur.
Nasıl sonuçlanır?
Bu sorunun yanıtını biz vermeyelim, AKP kulisine bırakalım. Arkadaşların yorumu şöyle:
"Bizi kesin kapatırlar. Ona göre önlem alalım... Anayasayı değiştirip, davayı ne olursa olsun düşürelim!"
Yeniden altını çizelim, bunlar AKP kulisinde konuşulanların bir bölümü... Öteki bölümlerini başka yazı konusu yaparız!
***
Dava başladı... Bize göre bu sürecin nasıl seyredeceğini iyi öngörenler arasında iki kesim var:
AKP ve AB...
AKP boyutunu bir ölçüde yukarıda aktardık... AB'den gelen haberler aynı zamanda Türkiye'ye bakışın göstergesi.
AB komisyonunun ilerlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn 14 Mart'ta açılan kapatma davası için 15 gün sonra şöyle konuştu:
"Eğer AKP kapatılırsa AB müzakereleri kesilir!"
İlk soru:
DTP'nin kapatılma davasında bu değerlendirmeyi yaptı mı?
Hayır...
İkinci soru:
Rehn, davanın açılıp-açılmamasını sorun etmiyor. Kararı yorumluyor. Bu durumda Rehn için sorun Türkiye'de yasaların ne olduğu-olmadığı değil, AKP için ne karar verildiği, öyle mi?
Evet... Yaptığı açıklama onu gösteriyor.
Bu durumda ortaya şu gerçek çıkıyor:
AB için önemli olan Türkiye'nin demokratikleşmesi, yasalarının AB'ye uygun olup olmaması değil, AKP'nin başına bir şey gelmemesi... Anlaşılan AB, Türkiye'ye özel AB komiseri atamayla AKP icraatı arasında bir fark görmüyor. O yüzden de ne pahasına olursa olsun, korumaya çalışıyor.
***
Rehn, eğer şunu deseydi, bir ölçüde anlardık:
"Türkiye'de parti kapatmaya ilişkin yasalar çok ağır. Kapatma aşamasına gelmeden önce partilerin denetimi için daha alt mekanizmalar olmalı... Örneğin, tek tek kişilerin sorumluluğu öne çıkarılmalı..."
Rehn, bunun yerine doğrudan mevcut bir yasanın uygulanmasını sorun yapıyor.
İş Rehn'le de bitmiyor... Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten'in mayısta yayımlanması planlanan taslak raporunda şu değerlendirme var:
"Türkiye'de herkesin güvenebileceği bir yargı yok. AKP'ye ve DTP'ye açılan davalar beklemede. Türkiye'de siyasi sürece yargı darbesi yapılıyor..."
Bu taslak değil, taslama...
Rehn'inki de kusura bakmasın ama, Anadolu diliyle ren geyiği muhabbetine benziyor!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 01 Nisan 2008
Bu süre bir ay... AKP isterse uzatılabilir...
AKP ve medyası, dün olağanüstü bir beklenti içindeydi. Anayasa Mahkemesi, iddianameyi reddedebilir, böylece dava, en azından bir süre için devreden çıkmış olurdu. AKP'liler bu olasılığın gerçekleşmesi halinde ne yapacaklarını şöyle özetliyorlardı:
"O zaman anayasa değişikliğine gerek kalmaz!"
Salt bu yaklaşım bile, AKP'nin anayasa değişikliğini sadece ve sadece kendisi için istediğinin en somut göstergesi.
Dava ne kadar sürer?
Önceki kapatma davaları da dikkate alındığında bu yılın son çeyreğini bulur.
Nasıl sonuçlanır?
Bu sorunun yanıtını biz vermeyelim, AKP kulisine bırakalım. Arkadaşların yorumu şöyle:
"Bizi kesin kapatırlar. Ona göre önlem alalım... Anayasayı değiştirip, davayı ne olursa olsun düşürelim!"
Yeniden altını çizelim, bunlar AKP kulisinde konuşulanların bir bölümü... Öteki bölümlerini başka yazı konusu yaparız!
***
Dava başladı... Bize göre bu sürecin nasıl seyredeceğini iyi öngörenler arasında iki kesim var:
AKP ve AB...
AKP boyutunu bir ölçüde yukarıda aktardık... AB'den gelen haberler aynı zamanda Türkiye'ye bakışın göstergesi.
AB komisyonunun ilerlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn 14 Mart'ta açılan kapatma davası için 15 gün sonra şöyle konuştu:
"Eğer AKP kapatılırsa AB müzakereleri kesilir!"
İlk soru:
DTP'nin kapatılma davasında bu değerlendirmeyi yaptı mı?
Hayır...
İkinci soru:
Rehn, davanın açılıp-açılmamasını sorun etmiyor. Kararı yorumluyor. Bu durumda Rehn için sorun Türkiye'de yasaların ne olduğu-olmadığı değil, AKP için ne karar verildiği, öyle mi?
Evet... Yaptığı açıklama onu gösteriyor.
Bu durumda ortaya şu gerçek çıkıyor:
AB için önemli olan Türkiye'nin demokratikleşmesi, yasalarının AB'ye uygun olup olmaması değil, AKP'nin başına bir şey gelmemesi... Anlaşılan AB, Türkiye'ye özel AB komiseri atamayla AKP icraatı arasında bir fark görmüyor. O yüzden de ne pahasına olursa olsun, korumaya çalışıyor.
***
Rehn, eğer şunu deseydi, bir ölçüde anlardık:
"Türkiye'de parti kapatmaya ilişkin yasalar çok ağır. Kapatma aşamasına gelmeden önce partilerin denetimi için daha alt mekanizmalar olmalı... Örneğin, tek tek kişilerin sorumluluğu öne çıkarılmalı..."
Rehn, bunun yerine doğrudan mevcut bir yasanın uygulanmasını sorun yapıyor.
İş Rehn'le de bitmiyor... Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten'in mayısta yayımlanması planlanan taslak raporunda şu değerlendirme var:
"Türkiye'de herkesin güvenebileceği bir yargı yok. AKP'ye ve DTP'ye açılan davalar beklemede. Türkiye'de siyasi sürece yargı darbesi yapılıyor..."
Bu taslak değil, taslama...
Rehn'inki de kusura bakmasın ama, Anadolu diliyle ren geyiği muhabbetine benziyor!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 01 Nisan 2008
Mehmet Bugün pazar
Spor yapalım biraz.
Spordan Sorumlu Bakan Murat Başesgioğlu, "Milli takımda Türk olmayan Mehmet olmasın" demiş...
Aurelio’yu kastediyor.
*
Hükümette niye İngiliz vatandaşı Mehmet var o zaman?
*
Madem "Türk" kelimesine bu kadar hassasız... Adında "Türk" olan Telekom’u Arap’a satan belgede, Bakan Başesgioğlu’nun imzası yok mu?
*
Milli takımın, bayrağı temsil eden 85 yıllık formasının, durup dururken "kırmızı-beyaz"dan "turkuvaz"a dönmesine niye ses çıkarmadı Spor Bakanı? "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen turkuvaz" mı diyeceğiz bu saatten sonra?
*
(Spor dedim aklıma geldi... Geçenlerde, Seyit Onbaşı’nın 276 kiloluk top mermisini "iman gücü"yle kaldırdığını söyledi Başbakan... İçimizdeki en imanlı adam Naim Süleymanoğlu mudur? 276 kiloluk top mermisini koysak bugün önlerine, kabine üyeleri kaldırabilir mi? Mesela, Ali Babacan, Ertuğrul Günay... İmansız mıdır? Diyanet İşleri Başkanı, neden Halter Federasyonu Başkanı değil?)
*
Aurelio, 1 kişi.
Biz, 70 milyon.
Herkese yetecek kadar Türk var...
Bu 70 milyondan milli kalitede bir "libero" bulamıyorsak -ki, bulamıyoruz- asıl o zaman telaşa kapılmak lazım!
*
Milli maç öncesinde telekız pazarlığı yapanların, şike şaibesi olanların, bahis oynayanların, basın tribününe "geçirdik" diyenlerin, milli formayı giymesine itiraz eden var mı hiç? Ben duymadım...
*
Gurbetteki 2.5 milyon Türk’ün 700 bini Alman oluyorsa... Eline üç kuruş geçen, çocuğu Amerikalı olsun diye, eşini ABD’de doğurtuyorsa... "Green Card"a hücum varsa... Belçika vatandaşı gazetecilerimiz ekranlara çıkıp, bize akıl verebiliyorsa... Beyaz Saray çıkarları için yemin eden türbanlı arkadaş, milletvekili seçilebiliyorsa... Kraliçe vatandaşı Bakan, normalse...
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Aurelio’ya, teşekkür borçluyuz, teşekkür.
Yılmaz Özdil - Hürriyet, 30 Mart 2008
Spordan Sorumlu Bakan Murat Başesgioğlu, "Milli takımda Türk olmayan Mehmet olmasın" demiş...
Aurelio’yu kastediyor.
*
Hükümette niye İngiliz vatandaşı Mehmet var o zaman?
*
Madem "Türk" kelimesine bu kadar hassasız... Adında "Türk" olan Telekom’u Arap’a satan belgede, Bakan Başesgioğlu’nun imzası yok mu?
*
Milli takımın, bayrağı temsil eden 85 yıllık formasının, durup dururken "kırmızı-beyaz"dan "turkuvaz"a dönmesine niye ses çıkarmadı Spor Bakanı? "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen turkuvaz" mı diyeceğiz bu saatten sonra?
*
(Spor dedim aklıma geldi... Geçenlerde, Seyit Onbaşı’nın 276 kiloluk top mermisini "iman gücü"yle kaldırdığını söyledi Başbakan... İçimizdeki en imanlı adam Naim Süleymanoğlu mudur? 276 kiloluk top mermisini koysak bugün önlerine, kabine üyeleri kaldırabilir mi? Mesela, Ali Babacan, Ertuğrul Günay... İmansız mıdır? Diyanet İşleri Başkanı, neden Halter Federasyonu Başkanı değil?)
*
Aurelio, 1 kişi.
Biz, 70 milyon.
Herkese yetecek kadar Türk var...
Bu 70 milyondan milli kalitede bir "libero" bulamıyorsak -ki, bulamıyoruz- asıl o zaman telaşa kapılmak lazım!
*
Milli maç öncesinde telekız pazarlığı yapanların, şike şaibesi olanların, bahis oynayanların, basın tribününe "geçirdik" diyenlerin, milli formayı giymesine itiraz eden var mı hiç? Ben duymadım...
*
Gurbetteki 2.5 milyon Türk’ün 700 bini Alman oluyorsa... Eline üç kuruş geçen, çocuğu Amerikalı olsun diye, eşini ABD’de doğurtuyorsa... "Green Card"a hücum varsa... Belçika vatandaşı gazetecilerimiz ekranlara çıkıp, bize akıl verebiliyorsa... Beyaz Saray çıkarları için yemin eden türbanlı arkadaş, milletvekili seçilebiliyorsa... Kraliçe vatandaşı Bakan, normalse...
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Aurelio’ya, teşekkür borçluyuz, teşekkür.
Yılmaz Özdil - Hürriyet, 30 Mart 2008
31 Mart 2008
Böyleleri de var!..
Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk, geçirdiği kalp spazmı nedeniyle Amerikan hastanesine kaldırıldı. Gazetelere düşen bu habere yapılan okuyucu yorumlarından ilginç satılar:
- Ölüm son değil aksine bir başlangıçtır. Onun için önemli olan İlhan Selçuk'un ölmesi değil yaptıklarının hesabını Mahkeme-i Kübra'da nasıl vereceğidir. İşi zor, Allah yardımcısı olsun. . .
- Geçmiş olsun 9 Mart 1971 de yapacak olduğun BAAS devrimi için Türkiyeyi 12 Marta getirdiğin için Türkiye seni her zaman çok sevecek. . .
- Ölüm her zaman kayıp değildir, bazılarının ölümü sadece kendisi için değil milleti için de kurtuluş olur!
- adam darbeyi savundugu için heryerde şeriatçı aradığı için müslüman düşmanı oldugu için övülüyor. . . alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste
- tabiki ilhan bey hastanelik olur cunku pantolonlari tutustu suclu diye
- Sevgili İlhan Abi gözün arkada kalmasın. senin yaktığın darbecilik ateşi hiçbir zaman sönmeyecektir. Senin yetişitirdiğin genç cuntacılar darbeciler bu davayı yere düşürmeyeceklerdir.
- senden kurtulmak istiyoruz
- Evet ilhan selcukta bir gün ölecek"kendi tabiriyle nalları dikecek"ama tek üzüldüğüm millete çatışma ve gerilimden başka bir aşılamayan ilhan selcuk'a yinede üzülüyorum bu yaşına gelmiş anlı secde görmemiş inşaallah Allah nasip eder, kalplerin anahtarı Allah cc elindedir. Belki bu rahatsızlık ona bunu hatırladır. iyi dileklerimle
- üzülmedim ama yaradandan ötürü üzüldüm. . . . . . benide savcı yasaklasın . . .
- İYİKİ GÖZALTINDAYKEN BİRŞEY OLMADI. MAZALLAH , BU LAİK GEÇİNEN KESİM MİLLETE ANASINDAN EMDİĞİ SÜTÜ BURNUNDAN GETİRİRDİ.
- ATATÜRK beni türk hekimlerine emanet edin demiş, ne işin var amerikan hastanesinde. . .
- AMERİKAYA KARŞI OLAN İNSANIN ORADA İŞİ NE.NE KADAR VATAN
SEVER OLDUĞU BELLİ.
...
Cumhuriyetimizin ulu çınarına acil şifalar dileriz.
Not: Yazım yanlışlıklarına ve imla hatalarına, yorumcuların kalitesinin(!) gözükmesi amacıyla, dokunulmamıştır.
- Ölüm son değil aksine bir başlangıçtır. Onun için önemli olan İlhan Selçuk'un ölmesi değil yaptıklarının hesabını Mahkeme-i Kübra'da nasıl vereceğidir. İşi zor, Allah yardımcısı olsun. . .
- Geçmiş olsun 9 Mart 1971 de yapacak olduğun BAAS devrimi için Türkiyeyi 12 Marta getirdiğin için Türkiye seni her zaman çok sevecek. . .
- Ölüm her zaman kayıp değildir, bazılarının ölümü sadece kendisi için değil milleti için de kurtuluş olur!
- adam darbeyi savundugu için heryerde şeriatçı aradığı için müslüman düşmanı oldugu için övülüyor. . . alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste
- tabiki ilhan bey hastanelik olur cunku pantolonlari tutustu suclu diye
- Sevgili İlhan Abi gözün arkada kalmasın. senin yaktığın darbecilik ateşi hiçbir zaman sönmeyecektir. Senin yetişitirdiğin genç cuntacılar darbeciler bu davayı yere düşürmeyeceklerdir.
- senden kurtulmak istiyoruz
- Evet ilhan selcukta bir gün ölecek"kendi tabiriyle nalları dikecek"ama tek üzüldüğüm millete çatışma ve gerilimden başka bir aşılamayan ilhan selcuk'a yinede üzülüyorum bu yaşına gelmiş anlı secde görmemiş inşaallah Allah nasip eder, kalplerin anahtarı Allah cc elindedir. Belki bu rahatsızlık ona bunu hatırladır. iyi dileklerimle
- üzülmedim ama yaradandan ötürü üzüldüm. . . . . . benide savcı yasaklasın . . .
- İYİKİ GÖZALTINDAYKEN BİRŞEY OLMADI. MAZALLAH , BU LAİK GEÇİNEN KESİM MİLLETE ANASINDAN EMDİĞİ SÜTÜ BURNUNDAN GETİRİRDİ.
- ATATÜRK beni türk hekimlerine emanet edin demiş, ne işin var amerikan hastanesinde. . .
- AMERİKAYA KARŞI OLAN İNSANIN ORADA İŞİ NE.NE KADAR VATAN
SEVER OLDUĞU BELLİ.
...
Cumhuriyetimizin ulu çınarına acil şifalar dileriz.
Not: Yazım yanlışlıklarına ve imla hatalarına, yorumcuların kalitesinin(!) gözükmesi amacıyla, dokunulmamıştır.
29 Mart 2008
Danalar girmiş bostana
DÜN Bülent Ecevit'e yazdığı rapordan söz ettiğim Gürbüz Evren, Türkiye'de mumla aradığım, maval okumayan, gerçek (has) bir siyaset sosyoloğu.
Kanal B televizyonunda "Bekleme Odası" adlı bir program yapıyor. Ermeni ve Kürtçülük fesatları ile AB üzerine yayınlanmış üç kitabı var.
SİYASAL İSLAM VURGUSU
Gürbüz Evren, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Bülent Ecevit'e iki uyarı raporu göndermiş. Benim bu iki seçim konusunda şimdiye kadar okuduğum en kusursuz rapor ama ne yazık ki yayınlanmamış.
Gürbüz Evren'in Bülent Ecevit'e gönderdiği 28 Haziran 1999 tarihli rapor şu paragrafla başlıyor: "18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye'yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam her geçen gün alan kazanmakta, önümüzdeki seçime kadar tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Yanlış okumadınız, 'Tek başına iktidar' ifadesini kullandım. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir iddia gibi gelebilir. Belki de bu düşüncemi deli saçması sayabilirsiniz."
"Değerli büyüğüm Sayın Başbakan, yoksulluk Türkiye'nin en önemli gerçeklerinden biridir. Siyasal İslamcı kesim 'sadaka' gibi dağıttığı erzak torbaları, odun, kömür, çeyrek altın, giyecek, cep harçlığı, kırtasiye gibi yardımlarla kendisine muhtaç halk yığınları yaratmaktadır. Süreç, söz konusu kitlelerin Siyasal İslam'a bağımlı olması yönünde hızla işlemektedir. Siyasal İslamcı kesimin, yoksul kitleleri cemaatleşmeye götüren çalışmaları zaman zaman kesintiye uğrayıp, katıldığı seçimlerde bir miktar oy yitirse de, her seçimde kemikleşmiş oy olarak tanımlanan seçmen kitlesi büyümektedir."
Gürbüz Evren'in 28 Haziran 1999 tarihli raporunda dile getirdiği yorum ve tahminler 3 Kasım 2002 seçimlerinde doğru çıktı. Gürbüz Evren, Bülent Ecevit'e 22 Aralık 2002 tarihli bir rapor daha gönderdi: "18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından bugünleri işaret eden görüşlerimi içeren bir yazıyı size göndermiş, üzülerek söylüyorum ki bir yanıt alamamıştım. ...3 Kasım 2002 seçiminden sonra ortaya çıkan tablonun, tıpkı 1999 gibi doğru okunamayacağı korkusunu taşıyorum. Evet, siyasal İslamcı kesim 18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından belirttiğim gibi tek başına iktidar oldu. Eğer önümüzdeki süreçte de aşağıda özetleyeceğim çalışma planı (1999'da sunduğum model) uygulanmazsa, üzülerek söylüyorum ki 2007'de yapılacak seçimde Siyasal İslam'ın yeni temsilcisi AKP; ABD, AB, uluslararası sermaye, Arap sermayesi, IMF, tarikat ve cemaatlerin desteğiyle en az yüzde 40 oy oranına ulaşarak yeniden tek başına iktidar olacaktır." Ve Gürbüz Evren'in tahmini bir kez daha doğru çıktı!
PLANI OKUYUN
Yüzdelerle, istatistiklerle uğraşarak laf değirmenliği yapan sosyal bilimcilere, siyaset bilimcilere benzemeyen politika sosyoloğu Gürbüz Evren'i Türkiye kamuoyunun dikkatine sunarım. 1999 ve 2002 yıllarında Ecevit'e sunduğu çalışma planı ne idi acaba? CHP ve DSP bu çalışma planlarını mutlaka okumalı! Okumalı! Okumalı! Okumalııııııııı!!......
Özdemir İnce - Hürriyet, 26 Ocak 2007
Kanal B televizyonunda "Bekleme Odası" adlı bir program yapıyor. Ermeni ve Kürtçülük fesatları ile AB üzerine yayınlanmış üç kitabı var.
SİYASAL İSLAM VURGUSU
Gürbüz Evren, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Bülent Ecevit'e iki uyarı raporu göndermiş. Benim bu iki seçim konusunda şimdiye kadar okuduğum en kusursuz rapor ama ne yazık ki yayınlanmamış.
Gürbüz Evren'in Bülent Ecevit'e gönderdiği 28 Haziran 1999 tarihli rapor şu paragrafla başlıyor: "18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye'yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam her geçen gün alan kazanmakta, önümüzdeki seçime kadar tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Yanlış okumadınız, 'Tek başına iktidar' ifadesini kullandım. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir iddia gibi gelebilir. Belki de bu düşüncemi deli saçması sayabilirsiniz."
"Değerli büyüğüm Sayın Başbakan, yoksulluk Türkiye'nin en önemli gerçeklerinden biridir. Siyasal İslamcı kesim 'sadaka' gibi dağıttığı erzak torbaları, odun, kömür, çeyrek altın, giyecek, cep harçlığı, kırtasiye gibi yardımlarla kendisine muhtaç halk yığınları yaratmaktadır. Süreç, söz konusu kitlelerin Siyasal İslam'a bağımlı olması yönünde hızla işlemektedir. Siyasal İslamcı kesimin, yoksul kitleleri cemaatleşmeye götüren çalışmaları zaman zaman kesintiye uğrayıp, katıldığı seçimlerde bir miktar oy yitirse de, her seçimde kemikleşmiş oy olarak tanımlanan seçmen kitlesi büyümektedir."
Gürbüz Evren'in 28 Haziran 1999 tarihli raporunda dile getirdiği yorum ve tahminler 3 Kasım 2002 seçimlerinde doğru çıktı. Gürbüz Evren, Bülent Ecevit'e 22 Aralık 2002 tarihli bir rapor daha gönderdi: "18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından bugünleri işaret eden görüşlerimi içeren bir yazıyı size göndermiş, üzülerek söylüyorum ki bir yanıt alamamıştım. ...3 Kasım 2002 seçiminden sonra ortaya çıkan tablonun, tıpkı 1999 gibi doğru okunamayacağı korkusunu taşıyorum. Evet, siyasal İslamcı kesim 18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından belirttiğim gibi tek başına iktidar oldu. Eğer önümüzdeki süreçte de aşağıda özetleyeceğim çalışma planı (1999'da sunduğum model) uygulanmazsa, üzülerek söylüyorum ki 2007'de yapılacak seçimde Siyasal İslam'ın yeni temsilcisi AKP; ABD, AB, uluslararası sermaye, Arap sermayesi, IMF, tarikat ve cemaatlerin desteğiyle en az yüzde 40 oy oranına ulaşarak yeniden tek başına iktidar olacaktır." Ve Gürbüz Evren'in tahmini bir kez daha doğru çıktı!
PLANI OKUYUN
Yüzdelerle, istatistiklerle uğraşarak laf değirmenliği yapan sosyal bilimcilere, siyaset bilimcilere benzemeyen politika sosyoloğu Gürbüz Evren'i Türkiye kamuoyunun dikkatine sunarım. 1999 ve 2002 yıllarında Ecevit'e sunduğu çalışma planı ne idi acaba? CHP ve DSP bu çalışma planlarını mutlaka okumalı! Okumalı! Okumalı! Okumalııııııııı!!......
Özdemir İnce - Hürriyet, 26 Ocak 2007
Bülent Ecevit’e rapor
POLİTİKA Sosyoloğu Gürbüz Evren’den mesaj aldım. 1999 ve 2002 yıllarında, dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e iki rapor göndermiş. 15 Ocak günü bana da gönderdi.
İki raporu da bu sütunda yayınlamak isterdim. İşte ülkemiz için gereken ve safsata yapmayan bir bilim adamı. Kendisine teşekkür ediyor ve 29 Haziran 1999 tarihli raporun bir bölümünü "muhalefet"in dikkatine sunuyorum. AKP’yi taklit etmeleri için değil. Anlayıp önlem almaları için:
* * *
"Varoş olarak adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65’ini oluşturuyor. Ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden başarıyla çıkması kaçınılmazdır. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise, anakentlerin belirli merkezlerine sıkışmakta ya da yeni kurulan uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.
TOPLUM İÇİNDE ALTERNATİF TOPLUM
Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan siyasal İslam’ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması, tehlikenin boyutlarını büyütmektedir. Siyasal İslamcı kesim Türkiye’de, Mısır kökenli bir örgüt olan ’Müslüman Kardeşler’ modelini yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu model, ’Toplum içinde alternatif toplum’ yaratmayı hedefler. Modele göre, yoksul yığınlar ve az gelirli kesimlerin en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler ve sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, daha çok insanı doyuracak aşevi açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam dininin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla ülke toplumunun bir bölümünden farklı, dini motiflerle süslenmiş, giderek toplumun geri kalanına etki etmeye, baskı altına almaya çalışan bir toplum yaratılır.
SİYASAL İSLAM’I ABD KULLANACAK
Türkiye’de, siyasal İslam’ın sahip olduğu özel hastaneler, dershaneler, özel okullar, Kuran kursları, yurtlar, işadamları, fabrikalar, hayır kuruluşları, aşevleri, medya kuruluşları, yukarıdaki tablonun bir benzeri değil mi? Siyasal İslam, sıraladığım alanlarda her geçen gün daha da güçlenmiyor mu? Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bilinmesi gereken bir başka gerçek ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki siyasal İslam’ın ABD tarafından kontrol altına alınmak ve sonra da kullanılmak isteneceğidir. Bu, ’Amerikan usulü İslam’ ya da ’Ilımlı İslam’ olarak tanımlanan modelin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye yönelik yeni politikalar anlamına gelir. İşte bu nedenle, büyük bir olasılıkla Refah ve Fazilet partilerinin kadrolarından yeni bir parti kurulabilir."
Özdemir İnce - Hürriyet, 27 Ocak 2008
İki raporu da bu sütunda yayınlamak isterdim. İşte ülkemiz için gereken ve safsata yapmayan bir bilim adamı. Kendisine teşekkür ediyor ve 29 Haziran 1999 tarihli raporun bir bölümünü "muhalefet"in dikkatine sunuyorum. AKP’yi taklit etmeleri için değil. Anlayıp önlem almaları için:
* * *
"Varoş olarak adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65’ini oluşturuyor. Ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden başarıyla çıkması kaçınılmazdır. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise, anakentlerin belirli merkezlerine sıkışmakta ya da yeni kurulan uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.
TOPLUM İÇİNDE ALTERNATİF TOPLUM
Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan siyasal İslam’ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması, tehlikenin boyutlarını büyütmektedir. Siyasal İslamcı kesim Türkiye’de, Mısır kökenli bir örgüt olan ’Müslüman Kardeşler’ modelini yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu model, ’Toplum içinde alternatif toplum’ yaratmayı hedefler. Modele göre, yoksul yığınlar ve az gelirli kesimlerin en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler ve sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, daha çok insanı doyuracak aşevi açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam dininin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla ülke toplumunun bir bölümünden farklı, dini motiflerle süslenmiş, giderek toplumun geri kalanına etki etmeye, baskı altına almaya çalışan bir toplum yaratılır.
SİYASAL İSLAM’I ABD KULLANACAK
Türkiye’de, siyasal İslam’ın sahip olduğu özel hastaneler, dershaneler, özel okullar, Kuran kursları, yurtlar, işadamları, fabrikalar, hayır kuruluşları, aşevleri, medya kuruluşları, yukarıdaki tablonun bir benzeri değil mi? Siyasal İslam, sıraladığım alanlarda her geçen gün daha da güçlenmiyor mu? Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bilinmesi gereken bir başka gerçek ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki siyasal İslam’ın ABD tarafından kontrol altına alınmak ve sonra da kullanılmak isteneceğidir. Bu, ’Amerikan usulü İslam’ ya da ’Ilımlı İslam’ olarak tanımlanan modelin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye yönelik yeni politikalar anlamına gelir. İşte bu nedenle, büyük bir olasılıkla Refah ve Fazilet partilerinin kadrolarından yeni bir parti kurulabilir."
Özdemir İnce - Hürriyet, 27 Ocak 2008
28 Mart 2008
Uzlaşma Olur mu?
İşin ciddiyeti kaçıyor, ama insanlarda bir tedirginlik gözleniyor...
Hem tedirginlik hem umutsuzluk iç içe...
Başkent Ankara'nın siyasi kulislerinde "Ergenekon Operasyonu" tartışılırken başta TÜSİAD olmak üzere, demokratik kitle örgütleri siyasal iktidara, CHP'ye ve MHP'ye uzlaşma çağrısında bulunuyor...
Tüm bunlar olurken "Ergenekon Operasyonu" İşçi Partisi yöneticileri, Aydınlık dergisi çalışanları üzerinde yoğunlaşıyor...
Gerçekten neler oluyor?..
İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ferit İlsever, İP Genel Sekreteri Nusret Senem, Aydınlık dergisinin ve Ulusal Kanal'ın üst düzey yöneticileri, toplumun yakından bildiği adlar. Perinçek, İlsever ve öteki gazeteci arkadaşlar yıllardır yazıp çiziyorlar. İP'nin Türkiye'ye ve dünyaya bakışı belli...
Bu noktada "Gerçekten neler oluyor" sorusunu sık sık gündeme getirmek gerekiyor...
Medyanın "dinci kolu" bugüne dek Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Vatan, Kanaltürk ve Aydınlık dergisini hedef göstermedi mi?
Kimdi o "gazeteci kimliği"yle ortalığı tozu dumana karıştıran, adlarını saydığım gazetecileri hedef gösteren?
Fehmi Koru ve kopyası "Taha Kıvanç"...
Taraf, Yeni Şafak ve Star gazetelerine bilgi aktaranlar kimlerdi?
Tartışılması gereken, "muhbir gazeteciler" değil mi?
Birileri İlhan Selçuk'u, Kemal Alemdaroğlu'nu, Doğu Perinçek'i "Ergenekon"a sokmak için yoğun çaba gösterirken "Şeyh Şamil" açık açık Tuncay Özkan'ı hedef gösterdi...
Hele Ali Bayramoğlu'nun yazdıklarını dün sabah bir kez daha okudum...
Ali Bayramoğlu'nun demokrasiyle ve evrensel hukukla uzaktan yakından ilgisi yok...
21 Mart 2007'deki yazısına bakın, Bayramoğlu ne diyor:
"...Bu tuzağa düşmeyin. AKP'nin kapatılma davasını bir münazara mevzuu haline getirmeyin. Bunun 'hukuki' olduğunu söyleyenlerle tartışma programlarında aynı masaya oturarak olup biteni meşrulaştırmayın.(...) Tarafınızı seçin ve orada durun..."
***
Laik demokratik Cumhuriyetin altını oyan, polis örgütünden eğitime ve yargıya dek devletin duyarlı kurumlarına "tarikat şeyhleri"nin müritlerini yerleştiren düşünceyi savunmak Türkiye'de "demokratlık" mı oluyor?
Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, "Şeyh Şamil" üçlüsünü yakından izleyin...
Fehmi Koru, Abdullah Gül'ün yakın arkadaşıdır...
Koru'nun yazdıkları arşivimde...
Muhterem, gazeteci değil, istihbarat uzmanı...
Ben onun "istihbarat uzmanı" olduğunu neredeyse 1990 yılından beri yazıyorum...
Fehmi Koru bir de gazeteci Vedat Yenerer için yazdı önce...
Vedat Yenerer gözaltına alındı, ardından tutuklandı...
Bekliyorum, beni ne zaman yazacak!..
Fehmi Koru, kimlerin gözaltına alınacağını önceden nasıl biliyor?
Bunun yanıtını ben biliyorum aslında. Benim 1957'de aldığım "tasdiknamem" ve 1980 yılındaki "sağlık raporum" Fehmi'nin arşivinde...
Bu arşiv ve belge işlerini Fethullahçılar çok iyi bilir...
Bakın, unutmadan ekleyeyim...
Yargıtay krokisi dolaşıyor ve bu eylem Doğu Perinçek'e ihale edilmek isteniyor...
Şule Perinçek, Akşam'ın haberine göre diyor ki:
"Yargıtay krokisi baskından önce Taraf gazetesinin sahibi Alkım Kitabevi'nin Ankara Yenişehir Ofisi'nden İP Genel Merkezi'ne gönderilmiş..."
Taraf, ilginç bir gazete...
1 YTL' ye satılırken 40 kuruşa düşürüldü satış fiyatı...
Yazar kadrosu evlere şenlik!..
Bu gazete solcu mu? Hayır!.. Bu gazete sağcı mı? Hayır!..
Taraf, Fethullahçı sermayenin desteğinde, Amerikancı, İslamcı...
Alkım Yayınları'nın ne kadar parası pulu var ki gazete çıkarabiliyor?
Önce bunu tartışmak gerekiyor!..
Oğlunu iflas ettiği için özel okuldan devlet okuluna aldıran "patron", bir yıl içinde gazete çıkaracak kadar parayı nereden buldu?
***
Toplumda bir tedirginlik, dehşet, korku, gerginlik ve umutsuzluk var...
Hüsamettin Cindoruk'un söylediği gibi, Türkiye 12 Mart'ın, 12 Eylül'ün ağır ve baskıcı koşullarını yaşıyor sanki...
Herkes birbirine soruyor:
"Beni de Ergenekon'dan gözaltına alırlar mı?"
Çünkü "Fethullahçı Gladyo"nun tetikçileri işbaşında!..
Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet - 28 Mart 2008
Hem tedirginlik hem umutsuzluk iç içe...
Başkent Ankara'nın siyasi kulislerinde "Ergenekon Operasyonu" tartışılırken başta TÜSİAD olmak üzere, demokratik kitle örgütleri siyasal iktidara, CHP'ye ve MHP'ye uzlaşma çağrısında bulunuyor...
Tüm bunlar olurken "Ergenekon Operasyonu" İşçi Partisi yöneticileri, Aydınlık dergisi çalışanları üzerinde yoğunlaşıyor...
Gerçekten neler oluyor?..
İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ferit İlsever, İP Genel Sekreteri Nusret Senem, Aydınlık dergisinin ve Ulusal Kanal'ın üst düzey yöneticileri, toplumun yakından bildiği adlar. Perinçek, İlsever ve öteki gazeteci arkadaşlar yıllardır yazıp çiziyorlar. İP'nin Türkiye'ye ve dünyaya bakışı belli...
Bu noktada "Gerçekten neler oluyor" sorusunu sık sık gündeme getirmek gerekiyor...
Medyanın "dinci kolu" bugüne dek Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Vatan, Kanaltürk ve Aydınlık dergisini hedef göstermedi mi?
Kimdi o "gazeteci kimliği"yle ortalığı tozu dumana karıştıran, adlarını saydığım gazetecileri hedef gösteren?
Fehmi Koru ve kopyası "Taha Kıvanç"...
Taraf, Yeni Şafak ve Star gazetelerine bilgi aktaranlar kimlerdi?
Tartışılması gereken, "muhbir gazeteciler" değil mi?
Birileri İlhan Selçuk'u, Kemal Alemdaroğlu'nu, Doğu Perinçek'i "Ergenekon"a sokmak için yoğun çaba gösterirken "Şeyh Şamil" açık açık Tuncay Özkan'ı hedef gösterdi...
Hele Ali Bayramoğlu'nun yazdıklarını dün sabah bir kez daha okudum...
Ali Bayramoğlu'nun demokrasiyle ve evrensel hukukla uzaktan yakından ilgisi yok...
21 Mart 2007'deki yazısına bakın, Bayramoğlu ne diyor:
"...Bu tuzağa düşmeyin. AKP'nin kapatılma davasını bir münazara mevzuu haline getirmeyin. Bunun 'hukuki' olduğunu söyleyenlerle tartışma programlarında aynı masaya oturarak olup biteni meşrulaştırmayın.(...) Tarafınızı seçin ve orada durun..."
***
Laik demokratik Cumhuriyetin altını oyan, polis örgütünden eğitime ve yargıya dek devletin duyarlı kurumlarına "tarikat şeyhleri"nin müritlerini yerleştiren düşünceyi savunmak Türkiye'de "demokratlık" mı oluyor?
Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, "Şeyh Şamil" üçlüsünü yakından izleyin...
Fehmi Koru, Abdullah Gül'ün yakın arkadaşıdır...
Koru'nun yazdıkları arşivimde...
Muhterem, gazeteci değil, istihbarat uzmanı...
Ben onun "istihbarat uzmanı" olduğunu neredeyse 1990 yılından beri yazıyorum...
Fehmi Koru bir de gazeteci Vedat Yenerer için yazdı önce...
Vedat Yenerer gözaltına alındı, ardından tutuklandı...
Bekliyorum, beni ne zaman yazacak!..
Fehmi Koru, kimlerin gözaltına alınacağını önceden nasıl biliyor?
Bunun yanıtını ben biliyorum aslında. Benim 1957'de aldığım "tasdiknamem" ve 1980 yılındaki "sağlık raporum" Fehmi'nin arşivinde...
Bu arşiv ve belge işlerini Fethullahçılar çok iyi bilir...
Bakın, unutmadan ekleyeyim...
Yargıtay krokisi dolaşıyor ve bu eylem Doğu Perinçek'e ihale edilmek isteniyor...
Şule Perinçek, Akşam'ın haberine göre diyor ki:
"Yargıtay krokisi baskından önce Taraf gazetesinin sahibi Alkım Kitabevi'nin Ankara Yenişehir Ofisi'nden İP Genel Merkezi'ne gönderilmiş..."
Taraf, ilginç bir gazete...
1 YTL' ye satılırken 40 kuruşa düşürüldü satış fiyatı...
Yazar kadrosu evlere şenlik!..
Bu gazete solcu mu? Hayır!.. Bu gazete sağcı mı? Hayır!..
Taraf, Fethullahçı sermayenin desteğinde, Amerikancı, İslamcı...
Alkım Yayınları'nın ne kadar parası pulu var ki gazete çıkarabiliyor?
Önce bunu tartışmak gerekiyor!..
Oğlunu iflas ettiği için özel okuldan devlet okuluna aldıran "patron", bir yıl içinde gazete çıkaracak kadar parayı nereden buldu?
***
Toplumda bir tedirginlik, dehşet, korku, gerginlik ve umutsuzluk var...
Hüsamettin Cindoruk'un söylediği gibi, Türkiye 12 Mart'ın, 12 Eylül'ün ağır ve baskıcı koşullarını yaşıyor sanki...
Herkes birbirine soruyor:
"Beni de Ergenekon'dan gözaltına alırlar mı?"
Çünkü "Fethullahçı Gladyo"nun tetikçileri işbaşında!..
Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet - 28 Mart 2008
Doğu Perinçek’i en yakın arkadaşı yaktı
Ergenekon kapsamında gözaltına alınan, daha sonra da tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne konulan isimler arasında hemen herkes titriyle, çalıştığı yerle anılıyor. Doğu Perinçek: İşçi Partisi genel başkanı ve Aydınlık başyazarı. Serhan Bolluk: Aydınlık’ın genel yayın yönetmeni. Ferit İlsever: Ulusal TV genel yayın yönetmeni.
Biri hariç.
Ondan sadece "gazeteci" olarak bahsediliyor: Adnan Akfırat.
Kendisi daha evvel Aydınlık’ta çeşitli görevler üstlendi ama şu anda editoryal titri yok. Sadece Aydınlık’ın yönetim kurulu üyesi, bir de Türk-Çin İş. Der. Genel Sekreteri olarak geçiyor adı. Birkaç yıldır imzası bile çıkmıyor!
Aydınlıkçılar’ın tutuklanmasına sebep olan belgeler, adı "gazeteci" olarak geçen Akfırat’ın dosyaları arasında bulundu. Yargıtay binasının krokisinin, kaçış planının vs.’nin olduğu bir CD ve bilgisayarında faili meçhul cinayetlerin gerçekleşmeden anlatıldığı bir belge.
Eğer Aydınlık’ı yakından takip ediyorsanız - ki pek çoğunuz da okumuyordur - derginin bir süredir Ergenekon’la ilgili yayınlar yaptığını gözlemleme şansınız olmuştur. Uzun zamandır takip ettiğim Aydınlık, bir süredir çeşitli toplantılardan dolayı kendilerinin de başının derde gireceğini, gözaltına alınacaklarını yazıyordu. Dergi yaklaşan fırtınayı bekliyordu.
Daha da ilgincini söyleyeyim: Doğu Perinçek takip edildiği gerekçesiyle savcılığa bir dilekçe verdi ve yapılan soruşturma sonucu takip edenlerin polis oldukları ortaya çıktı.
Doğu Perinçek ve arkadaşları aynen hesap ettikleri gibi gözaltına alındılar. Başlarına gelecekleri biliyorlardı.
Peki, merak ediyorum, yaklaşan tehlikeden haberdar olan birileri neden başlarını iyice belaya sokacak belgeleri saklamakta ısrar eder? Gazeteci ya da değil, birinin eline geçmişse bile Yargıtay krokisi, çıkış planı gibi önemli evraklarla kimin ne işi olabilir?
Nitekim Doğu Perinçek, 60’ların sonundan beri hayatını siyasi mücadele içinde geçirmiş bir figür. Hep göz önünde olmuş, gözaltlarından, cezaevlerinden geçmiş, suçlanmış. Böylesi belgeler bulundurulmaması gerektiğini iyi bilmesi gerekir.
Danıştay’a saldırı olmuşken, birinin çantasından Yargıtay’ın krokisi çıkar mı... Olacak iş mi bu...
Galiba Doğu Perinçek, arkadaşı Adnan Akfırat’ın tuzağına düştü, ona güvenerek yanıldı. Zira bütün belgelerin Akfırat’tan çıkması bir hayli şaşırtıcı.
Peki sadece “gazeteci” olarak anılan Adnan Akfırat kim?
Daha evvel de adı çeşitli vesilelerle anılan Akfırat, fiilen gazetecilik yaptığı yıllarda devletin sinir merkezlerinde insanlarla görüşmelerde bulundu, çoğu zaman da Doğu Perinçek’i yanıltan haberleri yayımlattı. Turgut Özal’a ateş edenin Kartal Demirağ olmadığı, bir başka tetikçinin sunulduğu Aydınlık kapağı onun eseriydi. Balon çıktı. Tansu Çiller’in ABD vatandaşı olduğu iddiasını da ortaya attı ama bir türlü kanıtlayamadı.
Akfırat’ın en büyük özelliklerinden biri de yurtdışına master ya da doktora yapmaya gidenleri ajan olmakla itham etmesidir. Kendisi de bursla bir sene ABD’de okumuştur halbuki, ama bunu hiç gündeme getirmez. Böyle ilginç bir mantığın adamıdır.
Özetle onun dergiye en büyük katkısı Aydınlık’ın karanlık haberler yapıp dezenformasyon yayan bir yayın organı gibi algılanılması oldu.
Daha evvel haberleriyle Doğu Perinçek’i zor durumda bırakan bu isim, şimdi de belgeleriyle onu yaktı. Buna sadece bir tesadüf ya da hata demek zor. Eğer hataysa da çok büyük bir hata.
Tekrar ediyorum, kendisi "gazeteci" diye anılıyor ama iki yıldır imzası yok. Türk-Çin İş. Der. Genel Sekreterliği yürütüyor, Aydınlık’ın editoryal kadrosunda yer almıyor. Polisin onca isim arasında cımbızla seçer gibi onu bulması, gözaltına alması da ilginç.
Hele bir iddianame hazırlansa... Ben özellikle Adnan Akfırat’la ilgili ne gibi bilgilere ulaşacağımızı merak ediyorum. Telefonda kimlerle konuştu, ne gibi bağlantılar kurdu...
Oray Eğin - Akşam, 26 Mart 2008
Biri hariç.
Ondan sadece "gazeteci" olarak bahsediliyor: Adnan Akfırat.
Kendisi daha evvel Aydınlık’ta çeşitli görevler üstlendi ama şu anda editoryal titri yok. Sadece Aydınlık’ın yönetim kurulu üyesi, bir de Türk-Çin İş. Der. Genel Sekreteri olarak geçiyor adı. Birkaç yıldır imzası bile çıkmıyor!
Aydınlıkçılar’ın tutuklanmasına sebep olan belgeler, adı "gazeteci" olarak geçen Akfırat’ın dosyaları arasında bulundu. Yargıtay binasının krokisinin, kaçış planının vs.’nin olduğu bir CD ve bilgisayarında faili meçhul cinayetlerin gerçekleşmeden anlatıldığı bir belge.
Eğer Aydınlık’ı yakından takip ediyorsanız - ki pek çoğunuz da okumuyordur - derginin bir süredir Ergenekon’la ilgili yayınlar yaptığını gözlemleme şansınız olmuştur. Uzun zamandır takip ettiğim Aydınlık, bir süredir çeşitli toplantılardan dolayı kendilerinin de başının derde gireceğini, gözaltına alınacaklarını yazıyordu. Dergi yaklaşan fırtınayı bekliyordu.
Daha da ilgincini söyleyeyim: Doğu Perinçek takip edildiği gerekçesiyle savcılığa bir dilekçe verdi ve yapılan soruşturma sonucu takip edenlerin polis oldukları ortaya çıktı.
Doğu Perinçek ve arkadaşları aynen hesap ettikleri gibi gözaltına alındılar. Başlarına gelecekleri biliyorlardı.
Peki, merak ediyorum, yaklaşan tehlikeden haberdar olan birileri neden başlarını iyice belaya sokacak belgeleri saklamakta ısrar eder? Gazeteci ya da değil, birinin eline geçmişse bile Yargıtay krokisi, çıkış planı gibi önemli evraklarla kimin ne işi olabilir?
Nitekim Doğu Perinçek, 60’ların sonundan beri hayatını siyasi mücadele içinde geçirmiş bir figür. Hep göz önünde olmuş, gözaltlarından, cezaevlerinden geçmiş, suçlanmış. Böylesi belgeler bulundurulmaması gerektiğini iyi bilmesi gerekir.
Danıştay’a saldırı olmuşken, birinin çantasından Yargıtay’ın krokisi çıkar mı... Olacak iş mi bu...
Galiba Doğu Perinçek, arkadaşı Adnan Akfırat’ın tuzağına düştü, ona güvenerek yanıldı. Zira bütün belgelerin Akfırat’tan çıkması bir hayli şaşırtıcı.
Peki sadece “gazeteci” olarak anılan Adnan Akfırat kim?
Daha evvel de adı çeşitli vesilelerle anılan Akfırat, fiilen gazetecilik yaptığı yıllarda devletin sinir merkezlerinde insanlarla görüşmelerde bulundu, çoğu zaman da Doğu Perinçek’i yanıltan haberleri yayımlattı. Turgut Özal’a ateş edenin Kartal Demirağ olmadığı, bir başka tetikçinin sunulduğu Aydınlık kapağı onun eseriydi. Balon çıktı. Tansu Çiller’in ABD vatandaşı olduğu iddiasını da ortaya attı ama bir türlü kanıtlayamadı.
Akfırat’ın en büyük özelliklerinden biri de yurtdışına master ya da doktora yapmaya gidenleri ajan olmakla itham etmesidir. Kendisi de bursla bir sene ABD’de okumuştur halbuki, ama bunu hiç gündeme getirmez. Böyle ilginç bir mantığın adamıdır.
Özetle onun dergiye en büyük katkısı Aydınlık’ın karanlık haberler yapıp dezenformasyon yayan bir yayın organı gibi algılanılması oldu.
Daha evvel haberleriyle Doğu Perinçek’i zor durumda bırakan bu isim, şimdi de belgeleriyle onu yaktı. Buna sadece bir tesadüf ya da hata demek zor. Eğer hataysa da çok büyük bir hata.
Tekrar ediyorum, kendisi "gazeteci" diye anılıyor ama iki yıldır imzası yok. Türk-Çin İş. Der. Genel Sekreterliği yürütüyor, Aydınlık’ın editoryal kadrosunda yer almıyor. Polisin onca isim arasında cımbızla seçer gibi onu bulması, gözaltına alması da ilginç.
Hele bir iddianame hazırlansa... Ben özellikle Adnan Akfırat’la ilgili ne gibi bilgilere ulaşacağımızı merak ediyorum. Telefonda kimlerle konuştu, ne gibi bağlantılar kurdu...
Oray Eğin - Akşam, 26 Mart 2008
Etiketler:
Akşam Gazetesi,
Doğu Perinçek,
Oray Eğin
27 Mart 2008
Fişleme Ustası
"Besleme Medya"nın ya da "Çete Medyası"nın tetikçileri, bir yandan CIA öte yandan "Fethullahçı Gladyo"nun ellerine ulaştırdıkları bilgilerle Cumhuriyet, Hürriyet, Vatan, Milliyet gazetelerini, laik demokratik Cumhuriyetten yana tavır koyan gazeteleri hedef gösteriyorlar...
Ankara'nın siyasi kulislerinden gelen haberlerde, bazı gazetecilerin ve yazarların özel yaşamları "Fethullahçı Gladyo" nun takibinde...
Ergenekon Çetesi'yle Cumhuriyet gazetesi arasında ilinti kuran Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Şeyh Şamil, "Fethullahçı Gladyo"nun çok sevdiği adlar mı?
Yanıtını verenler verir!..
Oray Eğin'in Akşam gazetesinde Fehmi Koru'yu anlatan yazısının (24 Mart 2008) başlığı şöyleydi:
"Fişlemeler üst katta, Fehmi Bey bakıyor..."
Fehmi, hep üst katta oturur...
"Fethullahçı Gladyo"yla bağları eskiye dayanır...
1994 yılında Ali Kırca'nın "Siyaset Meydanı"nda, 1957 yılında Manisa Lisesi'nden Mersin Lisesi'ne giderken aldığım yedi zayıf notlu "tasdikname"mi, ne yapmış etmiş bulmuş, ekranlarda göstermişti:
"Lise diploması yok!"
On dört yıl önce Ali Kırca'nın yanında şöyle yanıt vermiştim Fehmi'ye:
"Gazeteye gel, odamda münasip bir zamanda gösteririm sana, merak ediyorsan!.."
Fehmi, bu kez bir başka belge çıkarmıştı. 1981 yılında gözaltında işkencedeyken ailemin emniyet müdürlüğüne verilmek üzere "Ege Üniversitesi Psikiyatri Kliniği"nden aldığı rapordu.
O raporda, alkol tedavisi gördüğüm yazılıydı...
Ailem, ben gözaltındayken bana işkence yapılmaması için öyle bir yola başvurmuştu...
Fehmi, o raporu da gösterip seslendi:
"Delidir bu adam!"
***
1957 yılında Manisa Lisesi'nden aldığım tasdiknameyle, 1981 yılındaki rapor bende yoktu...
Fehmi nereden bulmuştu bunları?
Devlet içinde örgütlü "Fethullahçı Gladyo"dan...
Fehmi Koru bugün hiç de yalnız değil. Abdullah Gül'le canciğer kuzu sarması.
Birkaç TV'de program yapıyor, Yeni Şafak'ta iki yazı döktürüyor...
Fehmi paraya para demiyor!..
Oray Eğin, Fehmi'yi anlatan yazısında ilginç bir saptama yapıyor:
"Artık fiili olarak gazeteciliği bırakan ve kendini adadığı siyasi hareketin bir anlamda propaganda bakanlığını yapan Koru ise Türkiye'nin iyice gerildiği bir ortamda o en sadık okurunun kulağına kar suyu kaçıracak yazılar yazıyor. Örümcek Adam'ın 'Büyük güçle beraber büyük sorumluluk gelir' ilkesini de duymamış belli ki. Daha evvel orada burada 'Ben biliyorum, şu isimler gözaltına alınacaktı' diye konuşurken ihtimal verilmemişti. Sonradan fısıldadığı isimler gözaltına alınınca yakınındakiler ona kulak kesilmenin öneminden bahsetmişti."
Fehmi Koru, on dört yıl önce köktendinci terör örgütlerini, örneğin İslami Hareket'i, Hizbullah'ı "Sözde İslami Hareket, sözde Hizbullah" diye nitelememiş miydi?
Fehmi Koru o zaman da "yazı tetikçisi"ydi, şimdilerde ise fişleme ustası, çırağı "Şeyh Şamil"le, Ali Bayramoğlu'yla birlikte...
Bunlar sözde demokrat, hepsi bu!..
Laik demokratik Cumhuriyetin çınarı İlhan Selçuk ilginç açıklamalar yapıyor...
Ne diyor İlhan Ağabey:
"(...) Medyanın önemli bölümü dincilerin, Fethullah'ın elinde. Bu gücü nasıl kullandığı da ayrı bir konu. AKP'yi Fethullah ve ABD'den ayrı tutamayız..."
Devam ediyor İlhan Ağabey:
"Ergenekon soruşturması siyasete alet edilmek isteniyor. Bende Türkiye'de laik orduyu ve bağımsız yargıyı tasfiye edecek bir operasyon mu, kuşkusu doğdu. (...)
Bu dava geniş çaplı bir dava, ciheti askeriyeye yönelen bir tarafı da var. Benim kaygım şu: Türkiye'de yargının ve ordunun içine de uzanan bir operasyonun hazırlığı yapılıyor."
***
CIA denetimindeki Fethullahçı "Taraf" ın yazarı ne yazmıştı:
"Darbeci Kemalistlere Türkiye'yi dar edeceğiz!"
Ya Fethullahçı sermayenin eline geçen Sabah gazetesinin yayınlarına ne diyeceksiniz?
Hıncal Uluç'un o muhteşem yazısı her şeyi apaçık sergiliyor...
Nereye götürülmek isteniyor Türkiye beyler, paşalar? Ne diyorsunuz fişlenen bilim insanları, kurmay subaylar, sendikacılar, işçiler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, gazeteciler?
Korkup susacak mıyız?
Yıldıramazlar bizi, susturamazlar...
Cumhuriyet, demokrasinin, özgürlüklerin kalesidir!.. O kaleyi çökertemezler!..
***
İlhan Selçuk 'un gözaltı süresince Sky TV 'nin Genel Yayın Yönetmeni Serdar Akinan 'a ve ekibine; Erdoğan Akdaş' a ve kaptanlığındaki Haber Türk 'e ve çalışma arkadaşlarına, Akşam gazetesinden Mustafa Dolu ve Rıza Zelyut 'un Sky'daki yürekli konuşmalarına teşekkür eder, gözlerinden öperim...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 27 Mart 2008
Ankara'nın siyasi kulislerinden gelen haberlerde, bazı gazetecilerin ve yazarların özel yaşamları "Fethullahçı Gladyo" nun takibinde...
Ergenekon Çetesi'yle Cumhuriyet gazetesi arasında ilinti kuran Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Şeyh Şamil, "Fethullahçı Gladyo"nun çok sevdiği adlar mı?
Yanıtını verenler verir!..
Oray Eğin'in Akşam gazetesinde Fehmi Koru'yu anlatan yazısının (24 Mart 2008) başlığı şöyleydi:
"Fişlemeler üst katta, Fehmi Bey bakıyor..."
Fehmi, hep üst katta oturur...
"Fethullahçı Gladyo"yla bağları eskiye dayanır...
1994 yılında Ali Kırca'nın "Siyaset Meydanı"nda, 1957 yılında Manisa Lisesi'nden Mersin Lisesi'ne giderken aldığım yedi zayıf notlu "tasdikname"mi, ne yapmış etmiş bulmuş, ekranlarda göstermişti:
"Lise diploması yok!"
On dört yıl önce Ali Kırca'nın yanında şöyle yanıt vermiştim Fehmi'ye:
"Gazeteye gel, odamda münasip bir zamanda gösteririm sana, merak ediyorsan!.."
Fehmi, bu kez bir başka belge çıkarmıştı. 1981 yılında gözaltında işkencedeyken ailemin emniyet müdürlüğüne verilmek üzere "Ege Üniversitesi Psikiyatri Kliniği"nden aldığı rapordu.
O raporda, alkol tedavisi gördüğüm yazılıydı...
Ailem, ben gözaltındayken bana işkence yapılmaması için öyle bir yola başvurmuştu...
Fehmi, o raporu da gösterip seslendi:
"Delidir bu adam!"
***
1957 yılında Manisa Lisesi'nden aldığım tasdiknameyle, 1981 yılındaki rapor bende yoktu...
Fehmi nereden bulmuştu bunları?
Devlet içinde örgütlü "Fethullahçı Gladyo"dan...
Fehmi Koru bugün hiç de yalnız değil. Abdullah Gül'le canciğer kuzu sarması.
Birkaç TV'de program yapıyor, Yeni Şafak'ta iki yazı döktürüyor...
Fehmi paraya para demiyor!..
Oray Eğin, Fehmi'yi anlatan yazısında ilginç bir saptama yapıyor:
"Artık fiili olarak gazeteciliği bırakan ve kendini adadığı siyasi hareketin bir anlamda propaganda bakanlığını yapan Koru ise Türkiye'nin iyice gerildiği bir ortamda o en sadık okurunun kulağına kar suyu kaçıracak yazılar yazıyor. Örümcek Adam'ın 'Büyük güçle beraber büyük sorumluluk gelir' ilkesini de duymamış belli ki. Daha evvel orada burada 'Ben biliyorum, şu isimler gözaltına alınacaktı' diye konuşurken ihtimal verilmemişti. Sonradan fısıldadığı isimler gözaltına alınınca yakınındakiler ona kulak kesilmenin öneminden bahsetmişti."
Fehmi Koru, on dört yıl önce köktendinci terör örgütlerini, örneğin İslami Hareket'i, Hizbullah'ı "Sözde İslami Hareket, sözde Hizbullah" diye nitelememiş miydi?
Fehmi Koru o zaman da "yazı tetikçisi"ydi, şimdilerde ise fişleme ustası, çırağı "Şeyh Şamil"le, Ali Bayramoğlu'yla birlikte...
Bunlar sözde demokrat, hepsi bu!..
Laik demokratik Cumhuriyetin çınarı İlhan Selçuk ilginç açıklamalar yapıyor...
Ne diyor İlhan Ağabey:
"(...) Medyanın önemli bölümü dincilerin, Fethullah'ın elinde. Bu gücü nasıl kullandığı da ayrı bir konu. AKP'yi Fethullah ve ABD'den ayrı tutamayız..."
Devam ediyor İlhan Ağabey:
"Ergenekon soruşturması siyasete alet edilmek isteniyor. Bende Türkiye'de laik orduyu ve bağımsız yargıyı tasfiye edecek bir operasyon mu, kuşkusu doğdu. (...)
Bu dava geniş çaplı bir dava, ciheti askeriyeye yönelen bir tarafı da var. Benim kaygım şu: Türkiye'de yargının ve ordunun içine de uzanan bir operasyonun hazırlığı yapılıyor."
***
CIA denetimindeki Fethullahçı "Taraf" ın yazarı ne yazmıştı:
"Darbeci Kemalistlere Türkiye'yi dar edeceğiz!"
Ya Fethullahçı sermayenin eline geçen Sabah gazetesinin yayınlarına ne diyeceksiniz?
Hıncal Uluç'un o muhteşem yazısı her şeyi apaçık sergiliyor...
Nereye götürülmek isteniyor Türkiye beyler, paşalar? Ne diyorsunuz fişlenen bilim insanları, kurmay subaylar, sendikacılar, işçiler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, gazeteciler?
Korkup susacak mıyız?
Yıldıramazlar bizi, susturamazlar...
Cumhuriyet, demokrasinin, özgürlüklerin kalesidir!.. O kaleyi çökertemezler!..
***
İlhan Selçuk 'un gözaltı süresince Sky TV 'nin Genel Yayın Yönetmeni Serdar Akinan 'a ve ekibine; Erdoğan Akdaş' a ve kaptanlığındaki Haber Türk 'e ve çalışma arkadaşlarına, Akşam gazetesinden Mustafa Dolu ve Rıza Zelyut 'un Sky'daki yürekli konuşmalarına teşekkür eder, gözlerinden öperim...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 27 Mart 2008
Toplantı...
- Beyler, borsa düşüyor...
- Sezer’in işidir, o yaptı diyelim.
- Sezer emekli oldu birader...
- Başsavcı’nın yüzünden diyelim.
- Bak, o olur...
- 10 milyar dolar kaçırdı diyelim.
- 20 diyelim, 20!
- Bi dakka arayayım şu şişmanı, "Alo, benim ben... 25 milyar dolar kaçırdı diye yaz... 35 mi yazdın? İyi, değiştirme o zaman, 35 milyar dolar kaçırdı yaz... Öbürlerini de ara, onlar da yazsın."
- Dolara n’apçaz?
- 2 sıfır daha atalım.
- Kalmadı ki sıfır... Dedim ben size, bi defada 6’sı birden atılmasın diye, 4’ü atılsaydı, 2’sini de şimdi atardık, yırtardık.
- Valla hiç boşuna kafa yormayalım arkadaş, direkt Euro’ya geçelim, herkes Euro kullansın, indi çıktı stresi olmaz.
- Riyal’e geçsek...
- Dur be kardeşim! Zaten başımız dertte, riyal miyal yumurtlama...
- E canım, İran Riyali demeyiz, Suudi Riyali deriz, ne var bunda? Hacılara da kolaylık olur. Bi taşla iki kuş.
- Kürşat, çıkar şunu kardeşim toplantıdan, gözünü seveyim...
- Gel abi sen, hava alalım biraz.
- Malezya Ringgit’i desek...
- Abi, ölümü öp, çıkalım!
- Tövbe tövbe, ne diyoduk?
- Dolara n’apçaz?
- Başsavcı maaşını komple dolara yatırdı, pariteyi kasten zıplattı diyelim.
- Yerler mi?
- Yemesine yerler de, adamın maaşı 4 bin lira falan... Bizim maaşları da kurcalarlar sonra, akıllarına getirmeyelim.
- Şimdi bakın şöyle yapalım... Başsavcı bu işi çıkarınca Dow Jones düştü, petrol fiyatları yükseldi, petrol yükselince dolar da yükseldi diyelim.
- Hay aklınla bin yaşa!
- İşsizliği de savcıya yıksak mı?
- Yık sen, yık...
- İtiraz edene kömür takviyesi yapın, içeri girenlerin fotoğraflarını da koyun, ülkeyi yıkcaklar, ekonomiyi batırcaklar falan deyin.
*
- Abi...
- Ne?
- Borsa yükselişe geçti...
- Yapma!
- Valla... Dolar da iniyor iyi mi.
- İstikrar deyin o zaman... Ara şişmanı, istikrar yazsın. Piyasa, Başsavcı’ya kulak asmadı yazsın... Çok fena rezil oldu desin.
- İşsizliğe ne desin?
- Onu demesin.
Yılmaz Özdil, Hürriyet, 27 Mart 2008
- Sezer’in işidir, o yaptı diyelim.
- Sezer emekli oldu birader...
- Başsavcı’nın yüzünden diyelim.
- Bak, o olur...
- 10 milyar dolar kaçırdı diyelim.
- 20 diyelim, 20!
- Bi dakka arayayım şu şişmanı, "Alo, benim ben... 25 milyar dolar kaçırdı diye yaz... 35 mi yazdın? İyi, değiştirme o zaman, 35 milyar dolar kaçırdı yaz... Öbürlerini de ara, onlar da yazsın."
- Dolara n’apçaz?
- 2 sıfır daha atalım.
- Kalmadı ki sıfır... Dedim ben size, bi defada 6’sı birden atılmasın diye, 4’ü atılsaydı, 2’sini de şimdi atardık, yırtardık.
- Valla hiç boşuna kafa yormayalım arkadaş, direkt Euro’ya geçelim, herkes Euro kullansın, indi çıktı stresi olmaz.
- Riyal’e geçsek...
- Dur be kardeşim! Zaten başımız dertte, riyal miyal yumurtlama...
- E canım, İran Riyali demeyiz, Suudi Riyali deriz, ne var bunda? Hacılara da kolaylık olur. Bi taşla iki kuş.
- Kürşat, çıkar şunu kardeşim toplantıdan, gözünü seveyim...
- Gel abi sen, hava alalım biraz.
- Malezya Ringgit’i desek...
- Abi, ölümü öp, çıkalım!
- Tövbe tövbe, ne diyoduk?
- Dolara n’apçaz?
- Başsavcı maaşını komple dolara yatırdı, pariteyi kasten zıplattı diyelim.
- Yerler mi?
- Yemesine yerler de, adamın maaşı 4 bin lira falan... Bizim maaşları da kurcalarlar sonra, akıllarına getirmeyelim.
- Şimdi bakın şöyle yapalım... Başsavcı bu işi çıkarınca Dow Jones düştü, petrol fiyatları yükseldi, petrol yükselince dolar da yükseldi diyelim.
- Hay aklınla bin yaşa!
- İşsizliği de savcıya yıksak mı?
- Yık sen, yık...
- İtiraz edene kömür takviyesi yapın, içeri girenlerin fotoğraflarını da koyun, ülkeyi yıkcaklar, ekonomiyi batırcaklar falan deyin.
*
- Abi...
- Ne?
- Borsa yükselişe geçti...
- Yapma!
- Valla... Dolar da iniyor iyi mi.
- İstikrar deyin o zaman... Ara şişmanı, istikrar yazsın. Piyasa, Başsavcı’ya kulak asmadı yazsın... Çok fena rezil oldu desin.
- İşsizliğe ne desin?
- Onu demesin.
Yılmaz Özdil, Hürriyet, 27 Mart 2008
26 Mart 2008
Hesapları Nedir?
"Besleme medya" ya da "çete medyası", gizli bir soruşturmanın tüm ayrıntılarını gözü kapalı yayımlıyor...
Bilgiler doğru da olabilir, yanlış da...
Orası ayrı konu!..
Dün sabah ise PKK yanlısı olarak bilinen "Fırat Haber Ajansı"nın internet sitesinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin (CMK 250. maddesi ile görevli) İfade Sorgu Zaptı'nın yer aldığını CNN'de Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu açıkladı...
PKK yanlısı "Fırat Haber Ajansı"na yargının ifade tutanağı nasıl ulaştırılmıştı?
Sorgu No: 2008/43 , Soruşturma No: 2007/1536 , Hâkim: Metin Özçelik 37278, Kâtip: Melih Temiz : 99585...
Ferit İlsever, Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Serhan Bolluk, Mehmet Adnan Akfırat "şüpheli" ifadesiyle tutanakta yer alıyorlardı...
Gerçekten olup bitenlere şaşırıyorum...
Taraf, Star, Yeni Şafak gazeteleri Ergenekon'a ilişkin doğru ya da yanlış bilgileri tüm gazeteleri atlatarak yayımlıyor; Sabah ve Zaman haberleri derleyip bir gün sonra yayımlıyorlardı...
Bilgilerin "Fethullahçı gladyo" tarafından Taraf, Star ve Yeni Şafak'a sızdırıldığı iddiaları gündemde...
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru , Star Temsilcisi "Şeyh Şamil" zaten isimler verip "Şu şu kişileri gözaltına alın" diyerek karmaşık ilişkiler zincirinin önde "muhbirleri" olmuyorlar mı?
Fehmi Koru ve Şeyh Şamil ilginç bir kişilik sergiliyorlar...
Cumhuriyet mitinglerinin "gizli bir el" tarafından düzenlendiğini, "darbecilerin ön saflarda" olduğunu yazanlar, şimdilerde "Fethullahçı örgütlenmeyi" yazanların da üzerlerine çarpı koymaya hazırlanıyorlar...
***
Bu yazıyı yazarken aklıma geldi...
Fethullah Gülen niçin Türkiye'ye dönemiyor?
Devletin istihbarat birimleri ve DGM tutanakları arşivimde. Fethullah, askeri okullarda, yargıda, poliste örgütlendi...
Bunların tümünü yıllarca yazdım, çizdim...
Devlet içinde ve dışında "çete" varsa, bunun adı ister "Ergenekon" ister başka bir ad olsun ortaya çıkarılmalıdır.
Demokrasiden ve hukuktan yanayım...
Her zaman yazdım, bir kez daha yineleyeyim:
"Ne şeriat ne askeri darbe. Laik demokratik Türkiye..."
Gelin görün ki fotoğraf öyle değil...
Toplumu germek için, kutuplaşmayı arttırmak için "Fethullahçı gladyo" işbaşında.
Eğer demokrasiyi, evrensel hukuku savunuyorsak tüm çetelerin, devlet içinde örgütlü güçlerin üzerine gitmek, bırakın gazeteciliği , yurttaş olarak birincil görevimizdir...
Bugün Türkiye'de dinci ve tarikatçı yapılanma devletin en duyarlı kurumlarının tepesindedir...
Şeriatçı yapılanma, özellikle büyük kentlerde, Anadolu'da hızla ivme kazanıyor...
Güneydoğu'da El Kaide, Hizbullah, Müslüman Kardeşler "Kuran okuma kursları" kuruyor, Atatürk büstleri kırılıyor, Alevi öğrenciler fişleniyor, zorunlu din dersleri mezarlıklarda ve camilerde yapılıyor...
"Fethullahçı gladyo" örgütlenme aşamasını çoktan bitirdi...
Putin, bunu önceden sezinleyip Rusya'daki "Fethullahçı okulları" devletleştirdi...
"Fethullahçı gladyo" ve onun medyadaki yandaşlarının amacı şu olabilir mi:
"TSK'yle hesaplaşma, orduyu yıpratma!"
Uzun yıllar ABD'de gazetecilik yapan, Amerikalı kocasının CIA'yla bağlantısı olduğu çok iyi bilinen "bayan" bu konularda ne düşünüyor?..
Eski TKP'li dönek Moskovalı, Cumhuriyet'e hangi amaçla sızıp, görevini bitirdikten sonra "haydi eyvallah" deyip "Fethullahçı gladyo" saflarında nasıl yer aldı?
Bunlar da benim senaryolarım...
Devamını yarın ve önümüzdeki günlerde anlatacağım!..
***
Unutmadan ekleyeyim: İlhan Selçuk'un gözaltına alınma sürecinde Cumhuriyet'e büyük destek veren Kanaltürk ve Tuncay Özkan, "Biz Kaç Kişiyiz Hareketi" ne teşekkür ediyorum...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 28 Mart 2008
Bilgiler doğru da olabilir, yanlış da...
Orası ayrı konu!..
Dün sabah ise PKK yanlısı olarak bilinen "Fırat Haber Ajansı"nın internet sitesinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin (CMK 250. maddesi ile görevli) İfade Sorgu Zaptı'nın yer aldığını CNN'de Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu açıkladı...
PKK yanlısı "Fırat Haber Ajansı"na yargının ifade tutanağı nasıl ulaştırılmıştı?
Sorgu No: 2008/43 , Soruşturma No: 2007/1536 , Hâkim: Metin Özçelik 37278, Kâtip: Melih Temiz : 99585...
Ferit İlsever, Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Serhan Bolluk, Mehmet Adnan Akfırat "şüpheli" ifadesiyle tutanakta yer alıyorlardı...
Gerçekten olup bitenlere şaşırıyorum...
Taraf, Star, Yeni Şafak gazeteleri Ergenekon'a ilişkin doğru ya da yanlış bilgileri tüm gazeteleri atlatarak yayımlıyor; Sabah ve Zaman haberleri derleyip bir gün sonra yayımlıyorlardı...
Bilgilerin "Fethullahçı gladyo" tarafından Taraf, Star ve Yeni Şafak'a sızdırıldığı iddiaları gündemde...
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru , Star Temsilcisi "Şeyh Şamil" zaten isimler verip "Şu şu kişileri gözaltına alın" diyerek karmaşık ilişkiler zincirinin önde "muhbirleri" olmuyorlar mı?
Fehmi Koru ve Şeyh Şamil ilginç bir kişilik sergiliyorlar...
Cumhuriyet mitinglerinin "gizli bir el" tarafından düzenlendiğini, "darbecilerin ön saflarda" olduğunu yazanlar, şimdilerde "Fethullahçı örgütlenmeyi" yazanların da üzerlerine çarpı koymaya hazırlanıyorlar...
***
Bu yazıyı yazarken aklıma geldi...
Fethullah Gülen niçin Türkiye'ye dönemiyor?
Devletin istihbarat birimleri ve DGM tutanakları arşivimde. Fethullah, askeri okullarda, yargıda, poliste örgütlendi...
Bunların tümünü yıllarca yazdım, çizdim...
Devlet içinde ve dışında "çete" varsa, bunun adı ister "Ergenekon" ister başka bir ad olsun ortaya çıkarılmalıdır.
Demokrasiden ve hukuktan yanayım...
Her zaman yazdım, bir kez daha yineleyeyim:
"Ne şeriat ne askeri darbe. Laik demokratik Türkiye..."
Gelin görün ki fotoğraf öyle değil...
Toplumu germek için, kutuplaşmayı arttırmak için "Fethullahçı gladyo" işbaşında.
Eğer demokrasiyi, evrensel hukuku savunuyorsak tüm çetelerin, devlet içinde örgütlü güçlerin üzerine gitmek, bırakın gazeteciliği , yurttaş olarak birincil görevimizdir...
Bugün Türkiye'de dinci ve tarikatçı yapılanma devletin en duyarlı kurumlarının tepesindedir...
Şeriatçı yapılanma, özellikle büyük kentlerde, Anadolu'da hızla ivme kazanıyor...
Güneydoğu'da El Kaide, Hizbullah, Müslüman Kardeşler "Kuran okuma kursları" kuruyor, Atatürk büstleri kırılıyor, Alevi öğrenciler fişleniyor, zorunlu din dersleri mezarlıklarda ve camilerde yapılıyor...
"Fethullahçı gladyo" örgütlenme aşamasını çoktan bitirdi...
Putin, bunu önceden sezinleyip Rusya'daki "Fethullahçı okulları" devletleştirdi...
"Fethullahçı gladyo" ve onun medyadaki yandaşlarının amacı şu olabilir mi:
"TSK'yle hesaplaşma, orduyu yıpratma!"
Uzun yıllar ABD'de gazetecilik yapan, Amerikalı kocasının CIA'yla bağlantısı olduğu çok iyi bilinen "bayan" bu konularda ne düşünüyor?..
Eski TKP'li dönek Moskovalı, Cumhuriyet'e hangi amaçla sızıp, görevini bitirdikten sonra "haydi eyvallah" deyip "Fethullahçı gladyo" saflarında nasıl yer aldı?
Bunlar da benim senaryolarım...
Devamını yarın ve önümüzdeki günlerde anlatacağım!..
***
Unutmadan ekleyeyim: İlhan Selçuk'un gözaltına alınma sürecinde Cumhuriyet'e büyük destek veren Kanaltürk ve Tuncay Özkan, "Biz Kaç Kişiyiz Hareketi" ne teşekkür ediyorum...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 28 Mart 2008
AKP'nin Hukuku Kapatma Girişimi!
Bilinen fıkradır:
Abuzittin otoyolda ters yöne girmiş. Karşıdan gelen bütün araçlara korna çalıp öfke sanatıyla bağırmış:
- Birinizi, ikinizi anladım da, niye hepiniz ters yöne girdiniz yahuu!
AKP, hukukta kendisine ters gelen bütün yasaları değiştirip, bağırıyor:
- Niye böyle hukuksuz yasalar çıkmış yahuu!
Yeni bir anayasa haftasına girdik. AKP'den bir demokratik güzellik daha izleyeceğiz. Partilerin kapatılmasıyla ilgili değişiklik için irade tamam. Zaten milli irade ellerinde olduğu için değişiklik iradesine ulaşmak da zor olmuyor.
AKP'li Ergün durumu gazetecilere şöyle açıkladı:
"Parti kapatmalarda anayasa değişikliği zaruri hale geldi."
Neden zaruri?
AKP hakkında dava açıldığı için!
Nasıl bir değişiklik yapmalı, sorusuna yanıt arıyorlar. İki seçeneği tartışıyorlar:
1- Kitabına uygun bir düzenleme yapıp sadece AKP'nin kapatılmasını olanaksız hale getirelim.
2- Düzenlemenin bu kadarı çok sırıtabilir, tüm partilerin kapatılmasını çok zorlaştıralım.
****
Yukarıdaki iki şık da kendi içinde iç halkalara ayrılıyor. Bu ayrımların nedeni şu:
340 milletvekili ile anayasayı tek başına değiştirme gücüne sahip olmayan AKP'ye hangi parti koltuk değneği olacak?
Buna verilecek yanıta göre de anayasa değişikliğinin içeriği değişecek. Örneğin, MHP'nin desteği gerekli görülürse, parti kapatmada "terör" unsuru çok öne çıkarılacak, yeni düzenlemenin anlamı şu olacak:
DTP rahatlıkla kapatılabilir ama, AKP kesinlikle kapatılamaz.
Eğer, MHP'den umut kesilirse bu kez bağımsızlar ve DTP'nin desteği kaçınılmaz hale gelecek. O zaman değişiklik şu zemine oturacak:
Bir parti açıktan, hiç tartışmaya meydan vermeyecek şekilde teröre destek veriyorum demediği sürece kapatılamaz.
Böylece DTP kendisine azıcık çekidüzen verdiğinde, "PKK dahil herkes şiddetten vazgeçmeli, bu çözüm değildir" dediğinde davadan kurtulmuş olacak. DTP de AKP'den takıyye eğitimi aldığına göre sorun yok demektir!
Ne kadar demokratik, özgürlükçü bir düzenleme değil mi?
****
MHP, türbanla ilgili anayasa değişikliğine evet derken şu gerekçeyi duyurmuştu:
"AKP'nin elinden mağduriyet kozunu alacağız."
AKP dün, "MHP desteklemezse referandumu da göze alırız" diyerek MHP'yi bir bakıma köşeye sıkıştırdı. Böylece, koz almak isteyen MHP, AKP elinde biraz koz, biraz poz haline geldi!
AKP'nin önünde bir hukuk engeli daha var.
Konuyla çok yakından ilgili hukukçuların irdelemelerine göre parti kapatma davası sürerken yapılacak bir yasal değişiklik o davayı etkilemiyor.
Neden?
Çünkü, parti kapatma ceza davası değil, hukuk davası. Bu nedenle ceza davalarında uygulanan "sanığın lehine olanın uygulanması" ilkesi geçerli değil. Hukuk davalarında davanın açıldığı an hangi düzenleme varsa o geçerli.
AKP bunu aşmak için geçici bir madde eklemeyi düşünüyor. Taslaklardan biri şu:
"Bu değişiklik yapıldığında açılmış olan davaların tümü düşer!"
Girişimlerin özeti şu:
AKP kapılarını hukuka kapatmak!
Ben kapatma davası diye buna derim!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 26 Mart 2008
Abuzittin otoyolda ters yöne girmiş. Karşıdan gelen bütün araçlara korna çalıp öfke sanatıyla bağırmış:
- Birinizi, ikinizi anladım da, niye hepiniz ters yöne girdiniz yahuu!
AKP, hukukta kendisine ters gelen bütün yasaları değiştirip, bağırıyor:
- Niye böyle hukuksuz yasalar çıkmış yahuu!
Yeni bir anayasa haftasına girdik. AKP'den bir demokratik güzellik daha izleyeceğiz. Partilerin kapatılmasıyla ilgili değişiklik için irade tamam. Zaten milli irade ellerinde olduğu için değişiklik iradesine ulaşmak da zor olmuyor.
AKP'li Ergün durumu gazetecilere şöyle açıkladı:
"Parti kapatmalarda anayasa değişikliği zaruri hale geldi."
Neden zaruri?
AKP hakkında dava açıldığı için!
Nasıl bir değişiklik yapmalı, sorusuna yanıt arıyorlar. İki seçeneği tartışıyorlar:
1- Kitabına uygun bir düzenleme yapıp sadece AKP'nin kapatılmasını olanaksız hale getirelim.
2- Düzenlemenin bu kadarı çok sırıtabilir, tüm partilerin kapatılmasını çok zorlaştıralım.
****
Yukarıdaki iki şık da kendi içinde iç halkalara ayrılıyor. Bu ayrımların nedeni şu:
340 milletvekili ile anayasayı tek başına değiştirme gücüne sahip olmayan AKP'ye hangi parti koltuk değneği olacak?
Buna verilecek yanıta göre de anayasa değişikliğinin içeriği değişecek. Örneğin, MHP'nin desteği gerekli görülürse, parti kapatmada "terör" unsuru çok öne çıkarılacak, yeni düzenlemenin anlamı şu olacak:
DTP rahatlıkla kapatılabilir ama, AKP kesinlikle kapatılamaz.
Eğer, MHP'den umut kesilirse bu kez bağımsızlar ve DTP'nin desteği kaçınılmaz hale gelecek. O zaman değişiklik şu zemine oturacak:
Bir parti açıktan, hiç tartışmaya meydan vermeyecek şekilde teröre destek veriyorum demediği sürece kapatılamaz.
Böylece DTP kendisine azıcık çekidüzen verdiğinde, "PKK dahil herkes şiddetten vazgeçmeli, bu çözüm değildir" dediğinde davadan kurtulmuş olacak. DTP de AKP'den takıyye eğitimi aldığına göre sorun yok demektir!
Ne kadar demokratik, özgürlükçü bir düzenleme değil mi?
****
MHP, türbanla ilgili anayasa değişikliğine evet derken şu gerekçeyi duyurmuştu:
"AKP'nin elinden mağduriyet kozunu alacağız."
AKP dün, "MHP desteklemezse referandumu da göze alırız" diyerek MHP'yi bir bakıma köşeye sıkıştırdı. Böylece, koz almak isteyen MHP, AKP elinde biraz koz, biraz poz haline geldi!
AKP'nin önünde bir hukuk engeli daha var.
Konuyla çok yakından ilgili hukukçuların irdelemelerine göre parti kapatma davası sürerken yapılacak bir yasal değişiklik o davayı etkilemiyor.
Neden?
Çünkü, parti kapatma ceza davası değil, hukuk davası. Bu nedenle ceza davalarında uygulanan "sanığın lehine olanın uygulanması" ilkesi geçerli değil. Hukuk davalarında davanın açıldığı an hangi düzenleme varsa o geçerli.
AKP bunu aşmak için geçici bir madde eklemeyi düşünüyor. Taslaklardan biri şu:
"Bu değişiklik yapıldığında açılmış olan davaların tümü düşer!"
Girişimlerin özeti şu:
AKP kapılarını hukuka kapatmak!
Ben kapatma davası diye buna derim!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 26 Mart 2008
Etiketler:
AKP,
Cumhuriyet Gazetesi,
Mustafa Balbay
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)