
02 Ağustos 2008
01 Ağustos 2008
Sadaka
Yatıp kalkıp “Verilmiş sadakamız varmış” diyor başka bir şey demiyor Kemal Öncü. Neden mi? Çünkü şöyle diyor:
“Yatalım kalkalım, şu Ergenekon darbecilerini hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak medyada teşhir eden, yargılayan ve mahkum edenlere dua edelim. Verilmiş sadakamız varmış beyler! Bunlar darbe yapabilseymiş eğer, 12 Martları, 12 Eylülleri mumla arayacakmışız da haberimiz yokmuş. Türkiye, Türkiye olalı böyle darbe görmedi derim de başka bir şeycikler demem. Bir kere ‘darbe’ dediğinin arkasında ABD olur. ABD’nin izni olmadan, parmağı olmadan darbe yapmak kimin haddine? Ama bunlar yapacakmış meğer!
Ne kadar bağlantıları varsa birer birer açıklandı, Atatürk’ten Ahmet Necdet Sezer’e herkes bir şekilde Ergenekon’a bağlandı ama ABD bağlantısı yolunda en ufak bir ima bile yok. Demek ki bunlar ABD’ye rağmen darbe yapacak kadar güçlü bir örgütmüş, Allah razı olsun bunları teşhir edip kendilerini savunma fırsatı bile vermeden infaz edenlerden. Sonra; açıklandı da ben mi görmedim, var mı bu teröristlerin yerli yabancı büyük sermaye bağlantısı? Türkiye’de darbe olacak, arkasında sermaye olmayacak. Arkasında sermaye olmayan darbe ne demek? Sermayeye karşı darbe demek! Bunlar arkalarına ABD’yi almadıkları gibi sermayeyi de almadan yapacaklarmış meğer mahut darbeyi. Şeytan kulağına kurşun...
O ne güçlü bir örgütmüş yarabbi! Benim aklım hâlâ almamakta ama sizinki elbette alır. Baksanıza silahlara ne kadar müthiş; üç el bombası, beş pompalı tüfek, sekiz de bıçak. Her babayiğidin harcı mıdır? Değildir! Askeri birlik yok, zırhlı birlik yok, arkada ABD yok, darbe finansörünün kendi cenazesini kaldıracak parası yok ama ortada yapılacak bir darbe var.
Hani diyorum, asker olmadan on bin kişiye kırmızı kalpak, on bin kişiye kırmızı bere giydirerek mi yapacaklardı acaba darbeyi renkli devrim misali? Bunların George Soros bağlantısı da açıklanmadı ki birader! Allah, bunları derdest edip yargıç karşısına çıkarmadan posalarını çıkaranlardan, ölüme gönderenlerden razı olsun. Böyle medya her memlekete lazım, çok şükür ki bizde var.”
Oral, borcunu çift taraflı ödüyor!
GEÇEN akşam televizyon kanallarından birine çıkan Radikal gazetesi yazarı Oral Çalışlar, Ergenekon iddianamesi üzerine engin görüşlerini sıralarken ilginç laflar da etmiş. Programı seyreden Sıtkı Ergüney anlatıyor:
“Oral iddianameyi savunurken, İlhan Selçuk’un bir sohbet sırasında ‘iyi’ ve ‘kötü’ darbe ayırımı yaptığını büyük bir heyecanla açıkladı ve ‘İnanmazsanız gidip kendisine sorabiliriz’ dedi. Ergenekon’da aynı adı paylaştığı ülkücü teröristle soyadı benzerliğinden başka bir benzerliği olmadığını kamuoyuna açıkladıktan sonra ‘Doğrucu Davut’ rolüne soyunan Oral, böylece bir yandan savcıya yardımcı olmaya çalışan bir yandan da ne kadar güvenilir bir insan olduğunu sergilemekten kendini alamadı. Bu vesile ile iddianamedeki gizli tanıklardan birinin Oral olabileceği yolundaki düşüncelerimiz pekişti. Öteki gizli tanıklar arasında Hasan Cemal’i de görürsek hiç şaşmamak gerek. Meslek yaşamında Başbakan RTE’nin uçağına binebilen ilk ve tek Cumhuriyet yazarı olma payesine erişen Oral, Cumhuriyet’ten ayrılırken yazdığı veda yazısında İlhan Selçuk’tan övgü ile söz etmiş ve kendisine çok şey borçlu olduğunu söylemişti! Demek ki yeni konumuyla birlikte borcunu çift taraflı olarak böyle ödüyor.”
Deniz Som - Cumhuriyet, 31 Temmuz 2008
“Yatalım kalkalım, şu Ergenekon darbecilerini hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak medyada teşhir eden, yargılayan ve mahkum edenlere dua edelim. Verilmiş sadakamız varmış beyler! Bunlar darbe yapabilseymiş eğer, 12 Martları, 12 Eylülleri mumla arayacakmışız da haberimiz yokmuş. Türkiye, Türkiye olalı böyle darbe görmedi derim de başka bir şeycikler demem. Bir kere ‘darbe’ dediğinin arkasında ABD olur. ABD’nin izni olmadan, parmağı olmadan darbe yapmak kimin haddine? Ama bunlar yapacakmış meğer!
Ne kadar bağlantıları varsa birer birer açıklandı, Atatürk’ten Ahmet Necdet Sezer’e herkes bir şekilde Ergenekon’a bağlandı ama ABD bağlantısı yolunda en ufak bir ima bile yok. Demek ki bunlar ABD’ye rağmen darbe yapacak kadar güçlü bir örgütmüş, Allah razı olsun bunları teşhir edip kendilerini savunma fırsatı bile vermeden infaz edenlerden. Sonra; açıklandı da ben mi görmedim, var mı bu teröristlerin yerli yabancı büyük sermaye bağlantısı? Türkiye’de darbe olacak, arkasında sermaye olmayacak. Arkasında sermaye olmayan darbe ne demek? Sermayeye karşı darbe demek! Bunlar arkalarına ABD’yi almadıkları gibi sermayeyi de almadan yapacaklarmış meğer mahut darbeyi. Şeytan kulağına kurşun...
O ne güçlü bir örgütmüş yarabbi! Benim aklım hâlâ almamakta ama sizinki elbette alır. Baksanıza silahlara ne kadar müthiş; üç el bombası, beş pompalı tüfek, sekiz de bıçak. Her babayiğidin harcı mıdır? Değildir! Askeri birlik yok, zırhlı birlik yok, arkada ABD yok, darbe finansörünün kendi cenazesini kaldıracak parası yok ama ortada yapılacak bir darbe var.
Hani diyorum, asker olmadan on bin kişiye kırmızı kalpak, on bin kişiye kırmızı bere giydirerek mi yapacaklardı acaba darbeyi renkli devrim misali? Bunların George Soros bağlantısı da açıklanmadı ki birader! Allah, bunları derdest edip yargıç karşısına çıkarmadan posalarını çıkaranlardan, ölüme gönderenlerden razı olsun. Böyle medya her memlekete lazım, çok şükür ki bizde var.”
Oral, borcunu çift taraflı ödüyor!
GEÇEN akşam televizyon kanallarından birine çıkan Radikal gazetesi yazarı Oral Çalışlar, Ergenekon iddianamesi üzerine engin görüşlerini sıralarken ilginç laflar da etmiş. Programı seyreden Sıtkı Ergüney anlatıyor:
“Oral iddianameyi savunurken, İlhan Selçuk’un bir sohbet sırasında ‘iyi’ ve ‘kötü’ darbe ayırımı yaptığını büyük bir heyecanla açıkladı ve ‘İnanmazsanız gidip kendisine sorabiliriz’ dedi. Ergenekon’da aynı adı paylaştığı ülkücü teröristle soyadı benzerliğinden başka bir benzerliği olmadığını kamuoyuna açıkladıktan sonra ‘Doğrucu Davut’ rolüne soyunan Oral, böylece bir yandan savcıya yardımcı olmaya çalışan bir yandan da ne kadar güvenilir bir insan olduğunu sergilemekten kendini alamadı. Bu vesile ile iddianamedeki gizli tanıklardan birinin Oral olabileceği yolundaki düşüncelerimiz pekişti. Öteki gizli tanıklar arasında Hasan Cemal’i de görürsek hiç şaşmamak gerek. Meslek yaşamında Başbakan RTE’nin uçağına binebilen ilk ve tek Cumhuriyet yazarı olma payesine erişen Oral, Cumhuriyet’ten ayrılırken yazdığı veda yazısında İlhan Selçuk’tan övgü ile söz etmiş ve kendisine çok şey borçlu olduğunu söylemişti! Demek ki yeni konumuyla birlikte borcunu çift taraflı olarak böyle ödüyor.”
Deniz Som - Cumhuriyet, 31 Temmuz 2008
Etiketler:
ABD,
Cumhuriyet Gazetesi,
Deniz Som,
Ergenekon
30 Temmuz 2008
Tanıklar Azılı Tsk Karşıtı
Savcı Zekeriya Öz’ün hazırladığı 2 bin küsur sayfalık iddianamede sanıklara yöneltilen suçlamalarda en dikkat çekici nokta tanıklar. Savcı Öz’ün bulduğu tanıklar aslında, iddianın mahiyetini açıkça ortaya koyuyor. İşte Öz’ün bulduğu tanıklar ve bu tanıkların sicilleri...
Mehmet Eymür, Eski MİT Kontr Terör Merkezi Başkanı. Tescilli bir İşçi Partisi ve Doğu Perinçek düşmanı. Eymür’ün bu düşmanlığı boşa değil. Zira İşçi Partisi ve Perinçek, Eymür ve ekibinin CİA ve MOSSAD bağlantılı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Eymür, MİT’ten uzaklaştırıldı, MİT’e ait gizli bilgileri yurtdışına kaçırmaktan yargılandı. Eymür’ün “Bizi iki kere felce uğrattılar” dediği iki olaysa şunlar. Birincisi Aydınlık’ın 1978-80 arasında yaptığı Türkiye’de devlet içine odaklanmış CIA-MOSSAD bağlantılı unsurlara karşı yürüttüğü aydınlatma faaliyeti. İkincisi, 1987-88 yıllarındaki MİT raporu olayı. Aydınlıkçıların o zaman çıkardığı 2000’e doğru dergisinde Türkiye’yi bölmeye yönelik ayrılıkçı faaliyet ve CIA-MOSSAD bağlantıları, bu faaliyetlerin Türkiye’de devlet içine yerleştirilmiş bazı istihbarat unsurlarının mafya-tarikat bağlantıları hakkındaki yayınlar. Ve arkasından Susurluk’a kadar uzanan bir süreç... Bu yayınlarda Mehmet Eymür ve ustası Hiram Abas’ın yabancı istihbarat örgütleriyle ilişkileri, Abdullah Çatlı ile irtibatları, bazı adı sol örgütleri nasıl yönettikleri bütün yönleriyle açığa çıkarılmıştı. Hanefi Avcı Susurluk kazası olduğu sırada Emniyet İstihbarat Daire Başkan Vekili’ydi. Kaza sonrası Mehmet Ali Birand’ın 32’nci gün programına çıkarak, Susurluk sonrası ortaya çıkan yapının sorumlusu olarak orduyu göstermiş ve orduya yönelik suçlamalarda bulunmuştu. Avcı daha sonra, MİT ve Genelkurmay'la mahkemelik oldu. Avcı, Genelkurmay'ın suç duyurusu üzerine Ankara DGM’ce tutuklanıp, Ayaş Cezaevi’ne gönderilmişti. Avcı cezaevinden çıktıktan sonra emniyetteki görevine geri dönmüştü. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte yeniden sahneye çıkan Avcı, Emniyet Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire başkanlığı’na terfi ettirilmişti. Avcı, “Ergenekon’da tanıklık yapmak” gibi karanlık işleri sürdürebilmek için merkezden sütre gerisine çekildi. Osman Yıldırım Danıştay cinayeti sanığı ama Öz’e göre tanık. Danıştay saldırısıyla ilgili olarak sorgulamasında sürekli farkı ifadeler verdiği tespit edilmiş ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “beyanlarına itibar edilecek biri değildir” denmiş. Mahkeme kararı açıklanırken de “şeriat isterim”, “o İngiliz piçinin kurduğu cumhuriyeti başınıza yıkacağım” diyerek mahkeme üyelerini tehdit etmişti... İşte savcı Zekeriya Öz’ün kendi iddialarını doğrulatmak için bulduğu tanıklar...
Kaynak: Haberin Yeri
Mehmet Eymür, Eski MİT Kontr Terör Merkezi Başkanı. Tescilli bir İşçi Partisi ve Doğu Perinçek düşmanı. Eymür’ün bu düşmanlığı boşa değil. Zira İşçi Partisi ve Perinçek, Eymür ve ekibinin CİA ve MOSSAD bağlantılı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Eymür, MİT’ten uzaklaştırıldı, MİT’e ait gizli bilgileri yurtdışına kaçırmaktan yargılandı. Eymür’ün “Bizi iki kere felce uğrattılar” dediği iki olaysa şunlar. Birincisi Aydınlık’ın 1978-80 arasında yaptığı Türkiye’de devlet içine odaklanmış CIA-MOSSAD bağlantılı unsurlara karşı yürüttüğü aydınlatma faaliyeti. İkincisi, 1987-88 yıllarındaki MİT raporu olayı. Aydınlıkçıların o zaman çıkardığı 2000’e doğru dergisinde Türkiye’yi bölmeye yönelik ayrılıkçı faaliyet ve CIA-MOSSAD bağlantıları, bu faaliyetlerin Türkiye’de devlet içine yerleştirilmiş bazı istihbarat unsurlarının mafya-tarikat bağlantıları hakkındaki yayınlar. Ve arkasından Susurluk’a kadar uzanan bir süreç... Bu yayınlarda Mehmet Eymür ve ustası Hiram Abas’ın yabancı istihbarat örgütleriyle ilişkileri, Abdullah Çatlı ile irtibatları, bazı adı sol örgütleri nasıl yönettikleri bütün yönleriyle açığa çıkarılmıştı. Hanefi Avcı Susurluk kazası olduğu sırada Emniyet İstihbarat Daire Başkan Vekili’ydi. Kaza sonrası Mehmet Ali Birand’ın 32’nci gün programına çıkarak, Susurluk sonrası ortaya çıkan yapının sorumlusu olarak orduyu göstermiş ve orduya yönelik suçlamalarda bulunmuştu. Avcı daha sonra, MİT ve Genelkurmay'la mahkemelik oldu. Avcı, Genelkurmay'ın suç duyurusu üzerine Ankara DGM’ce tutuklanıp, Ayaş Cezaevi’ne gönderilmişti. Avcı cezaevinden çıktıktan sonra emniyetteki görevine geri dönmüştü. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte yeniden sahneye çıkan Avcı, Emniyet Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire başkanlığı’na terfi ettirilmişti. Avcı, “Ergenekon’da tanıklık yapmak” gibi karanlık işleri sürdürebilmek için merkezden sütre gerisine çekildi. Osman Yıldırım Danıştay cinayeti sanığı ama Öz’e göre tanık. Danıştay saldırısıyla ilgili olarak sorgulamasında sürekli farkı ifadeler verdiği tespit edilmiş ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “beyanlarına itibar edilecek biri değildir” denmiş. Mahkeme kararı açıklanırken de “şeriat isterim”, “o İngiliz piçinin kurduğu cumhuriyeti başınıza yıkacağım” diyerek mahkeme üyelerini tehdit etmişti... İşte savcı Zekeriya Öz’ün kendi iddialarını doğrulatmak için bulduğu tanıklar...
Kaynak: Haberin Yeri
Gladyo Yine Can Alacak
Ergenekon Tertibiyle tutuklanan İlsever, tutuklu bulunduğu cezaevinde gece yarısı acil servise kaldırıldı, ancak hiçbir müdahelede bulunulmadan sabaha karşı 4'te cezaevine gönderildi.
Akciğerlerinde mandalina büyüklüğünde kist oluşan İlsever'in, iç kanamadan dolayı gözlerinin kanlandığı, burun kanaması geçirdiği, gözle görülür bir kilo kaybına uğradığı haberleri geliyor. Doktor raporları, tedavisinin sağlıklı koşullarda yapılmaması durumunda, hastalığın kansere dönüşme riski olduğunu gösteriyor. Doktor raporlarına ve bilirkişilerin "hapishanede kalamaz" uyarılarına rağmen, yapılan bütün tahliye başvuruları reddedildi. İlsever'in maruz kaldığı uygulama, bir süre önce ölen Kuddisi Okkır'ın durumunu hatırlatıyor.
Kaynak: Haberin Yeri
Akciğerlerinde mandalina büyüklüğünde kist oluşan İlsever'in, iç kanamadan dolayı gözlerinin kanlandığı, burun kanaması geçirdiği, gözle görülür bir kilo kaybına uğradığı haberleri geliyor. Doktor raporları, tedavisinin sağlıklı koşullarda yapılmaması durumunda, hastalığın kansere dönüşme riski olduğunu gösteriyor. Doktor raporlarına ve bilirkişilerin "hapishanede kalamaz" uyarılarına rağmen, yapılan bütün tahliye başvuruları reddedildi. İlsever'in maruz kaldığı uygulama, bir süre önce ölen Kuddisi Okkır'ın durumunu hatırlatıyor.
Kaynak: Haberin Yeri
Aman Dikkatli Olun!
Ergenekon iddianamesindeki garipliklerden kimilerini CHP milletvekili Atilla Kart, Milliyet’ten Melih Aşık’a anlatmış...
İddianamenin en temel ayrıntılarından birisi Danıştay saldırısı... Ergenekon örgütü Cumhuriyet’e ve Danıştay’a yapılan saldırıyı düzenlemiş... Daha açıkçası azmettirmiş...
Atilla Kart diyor ki:
“Eğer gerçekten böyleyse Alparslan Arslan neden Ergenekon davasının dışında? Arslan’ın Ergenekon davası sanığı olması gerekmez mi?”
Hukukçu değilim!..
Ben de aynı soruyu sordum daha önce...
Melih Aşık soruyor milletvekili Kart’a:
“Bunun nedeni Alparslan Arslan’ın bu suçtan ötürü zaten mahkûm olması mıdır?”
CHP’li Kart:
“Hayır olmaz. Çünkü o dava şu anda Yargıtay aşamasında olduğu için henüz hukuken sonuçlanmamıştır. Ergenekon örgütü hiyerarşisi içinde yer almaktan dolayı hakkında dava açılmalıydı!..”
İddianamedeki tuhaflıklara gelince...
CHP’li Atilla Kart, iddianamenin Tuncay Güney’in 2001 yılında dolandırıcılık suçundan göz altına alındıktan sonra polise verdiği ifadelere ve evinde ele geçirilen belgelere dayandırıldığını öne sürüyor...
Evet aynen öyle...
Tuncay Güney’in ifadeleri ve ele geçirilen belgelerin kanıt olarak iddianamede yer alması şu soruyu bir kez daha sormamızı gerektiriyor:
“Tuncay Güney’in anlattıkları doğruysa, niye davanın sanıkları arasında değil? Çünkü Güney’in bırakın sanık olmayı, neden tanık olarak da adı geçmiyor?”
***
Tuncay Güney’in, CHP’li Kart’ın söylediği gibi suça bulaştığı kabul ediliyor; sonuçta ise ne sanık ne de tanık olarak gösteriliyor...
Melih Aşık soruyor:
“Bu iddianameden ciddi bir sonuç çıkar mı?”
CHP’li Kart:
“Hayır. Sadece pek çok insan mağdur olduğuyla kalır; bir iki gerçek suçlu da bu karambolden istifadeyle paçayı sıyırır. Ama bu soruşturmanın amacı suçluları ortaya çıkarmak değil ki. Bu vesileyle toplumu baskı altına alıp sindirmektir. O amaç da büyük ölçüde gerçekleşmiştir.”
Gerçekten de aylardır bir “korku tüneli”nden geçiyor toplum...
Bırakın sıradan insanları, Atatürkçü, yurtsever, solcu, demokrat yurttaşlar, yazarlar, gazeteciler, bilim insanları, aydınlar birbirleriyle telefonda konuşurlarken çekiniyorlar...
Bu ülkede Atatürkçü, yurtsever olmak suç sanki!..
Dinci, tarikatçı, İkinci Cumhuriyetçi olmak ise “demokrat”lık!..
Türkiye böyle bir noktaya geldi...
Kamusal alanda “İslama yer açmayı” görev edinen, kadınlara karşı uyguladığı sinsi ayrımcılığı demokrasi ve özgürlük gibi kavramlarla örtmeye çalışan bir düşünceyi eleştirmek sizi bir anda “terör” ya da “çete” örgütü üyesi yapabilir...
Onun için suya tirit yazılar yazın ya da “tarikat şeyhleri”yle, din bezirgânlarıyla ve baronlarıyla iyi geçinin...
Türkiye’nin giderek dincileştirildiğini, laik eğitim sisteminin bir kıyıya itildiğini görmeyin!..
Örtülü alkol yasaklarına ses çıkartmayın!..
Çokuluslu “altın avcıları”nın Kaz Dağları’ndan Kaçkarlar’a değin “arama ruhsatı” almalarına göz yumun!..
Zorunlu din derslerinin “seçmeli ders” olmasını savunmayın!..
Alevilerin dışlanmalarını “yaşasın özgürlükler” diye savunun!..
“Sıkmabaş”ı sorun yapmayın!..
Harem-selamlık uygulamalara “İşte demokrasi budur” diye yazılar yazın!..
İşte o zaman özgürsünüz; gazetelerde köşe kapıp, televizyonlarda yorumcu başı olur, demokrasinin tadını çıkarırsınız!..
***
Geçmişi “karanlık” ve geçmişi “aydınlık” insanlar “Ergenekon Albümü”nün içindeler...
Olacak iş mi bu!
O zaman şöyle derim ben:
“Gericiliğe de, darbeye de, çetelere de ve AKP’ye de karşı durmak suç mudur: AKP iktidarına karşı, antiemperyalist, özgürlükçü, eşitlikçi, emekçiden yana bir muhalefetin örgütlenmesi için yola çıkmak gerekmez mi?”
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
İddianamenin en temel ayrıntılarından birisi Danıştay saldırısı... Ergenekon örgütü Cumhuriyet’e ve Danıştay’a yapılan saldırıyı düzenlemiş... Daha açıkçası azmettirmiş...
Atilla Kart diyor ki:
“Eğer gerçekten böyleyse Alparslan Arslan neden Ergenekon davasının dışında? Arslan’ın Ergenekon davası sanığı olması gerekmez mi?”
Hukukçu değilim!..
Ben de aynı soruyu sordum daha önce...
Melih Aşık soruyor milletvekili Kart’a:
“Bunun nedeni Alparslan Arslan’ın bu suçtan ötürü zaten mahkûm olması mıdır?”
CHP’li Kart:
“Hayır olmaz. Çünkü o dava şu anda Yargıtay aşamasında olduğu için henüz hukuken sonuçlanmamıştır. Ergenekon örgütü hiyerarşisi içinde yer almaktan dolayı hakkında dava açılmalıydı!..”
İddianamedeki tuhaflıklara gelince...
CHP’li Atilla Kart, iddianamenin Tuncay Güney’in 2001 yılında dolandırıcılık suçundan göz altına alındıktan sonra polise verdiği ifadelere ve evinde ele geçirilen belgelere dayandırıldığını öne sürüyor...
Evet aynen öyle...
Tuncay Güney’in ifadeleri ve ele geçirilen belgelerin kanıt olarak iddianamede yer alması şu soruyu bir kez daha sormamızı gerektiriyor:
“Tuncay Güney’in anlattıkları doğruysa, niye davanın sanıkları arasında değil? Çünkü Güney’in bırakın sanık olmayı, neden tanık olarak da adı geçmiyor?”
***
Tuncay Güney’in, CHP’li Kart’ın söylediği gibi suça bulaştığı kabul ediliyor; sonuçta ise ne sanık ne de tanık olarak gösteriliyor...
Melih Aşık soruyor:
“Bu iddianameden ciddi bir sonuç çıkar mı?”
CHP’li Kart:
“Hayır. Sadece pek çok insan mağdur olduğuyla kalır; bir iki gerçek suçlu da bu karambolden istifadeyle paçayı sıyırır. Ama bu soruşturmanın amacı suçluları ortaya çıkarmak değil ki. Bu vesileyle toplumu baskı altına alıp sindirmektir. O amaç da büyük ölçüde gerçekleşmiştir.”
Gerçekten de aylardır bir “korku tüneli”nden geçiyor toplum...
Bırakın sıradan insanları, Atatürkçü, yurtsever, solcu, demokrat yurttaşlar, yazarlar, gazeteciler, bilim insanları, aydınlar birbirleriyle telefonda konuşurlarken çekiniyorlar...
Bu ülkede Atatürkçü, yurtsever olmak suç sanki!..
Dinci, tarikatçı, İkinci Cumhuriyetçi olmak ise “demokrat”lık!..
Türkiye böyle bir noktaya geldi...
Kamusal alanda “İslama yer açmayı” görev edinen, kadınlara karşı uyguladığı sinsi ayrımcılığı demokrasi ve özgürlük gibi kavramlarla örtmeye çalışan bir düşünceyi eleştirmek sizi bir anda “terör” ya da “çete” örgütü üyesi yapabilir...
Onun için suya tirit yazılar yazın ya da “tarikat şeyhleri”yle, din bezirgânlarıyla ve baronlarıyla iyi geçinin...
Türkiye’nin giderek dincileştirildiğini, laik eğitim sisteminin bir kıyıya itildiğini görmeyin!..
Örtülü alkol yasaklarına ses çıkartmayın!..
Çokuluslu “altın avcıları”nın Kaz Dağları’ndan Kaçkarlar’a değin “arama ruhsatı” almalarına göz yumun!..
Zorunlu din derslerinin “seçmeli ders” olmasını savunmayın!..
Alevilerin dışlanmalarını “yaşasın özgürlükler” diye savunun!..
“Sıkmabaş”ı sorun yapmayın!..
Harem-selamlık uygulamalara “İşte demokrasi budur” diye yazılar yazın!..
İşte o zaman özgürsünüz; gazetelerde köşe kapıp, televizyonlarda yorumcu başı olur, demokrasinin tadını çıkarırsınız!..
***
Geçmişi “karanlık” ve geçmişi “aydınlık” insanlar “Ergenekon Albümü”nün içindeler...
Olacak iş mi bu!
O zaman şöyle derim ben:
“Gericiliğe de, darbeye de, çetelere de ve AKP’ye de karşı durmak suç mudur: AKP iktidarına karşı, antiemperyalist, özgürlükçü, eşitlikçi, emekçiden yana bir muhalefetin örgütlenmesi için yola çıkmak gerekmez mi?”
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Etiketler:
AKP,
CHP,
Cumhuriyet Gazetesi,
Ergenekon,
Hikmet Çetinkaya
Türkiye Kuşatıldı
Güngören katliamını bizim gazete şöyle vurguladı:
“Çifte bombalı saldırıda biri henüz doğmamış bebek olarak 18 kişi yaşamını yitirdi. 7 yaralının durumu ağır. 115 yaralının çoğu taburcu edildi. 50’ye yakın kişinin tedavileri sürüyor.”
Çoluk çocuk, kadın, erkek, genç yaşlı...
Hepsi de canavarlığın kurbanı oldular...
*
Peki, bu akıl almaz cinayetin, havsalaya sığmaz katliamın sorumlusu kim?..
Kimisi El Kaide diyor..
Kimisi PKK..
Soru kesinlikle aydınlatılmalıdır...
Gerçi bu kadar iğrenç, bu kadar alçakça bir eylemi hiçbir örgüt üstlenemez...
Hangi örgüt -terörist de olsa- kalkıp “ben bebek katiliyim” diyebilir?..
Böyle bir şeyi söyleyebilen örgüt, kendi kendisini insanlığın ve dünya kamuoyunun gözünde mahkûm etmiş demektir...
*
Türkiye’de öteden beri particilik, siyaset, kulisçilik, üçkâğıtçılık iktidarın Emniyet güçlerine yaklaşımını belirlemiştir...
Yeni bir parti iktidara geldi mi, gözü polistedir...
Hemen eski kadrolar temizlenir...
Kilit noktalarına iktidarın adamları yerleştirilir...
Siyasetle uğraşmaktan güvenliğe zaman ayırmaya vakit kalmaz...
AKP iktidarı bu yolda şampiyon...
Fethullah Gülen de cabası...
Oysa polis, hele bu süreçte, devlet güvenliğinin can damarı...
*
Güngören katliamına bir göz atmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi tehdit ve tehlikelerle kuşatıldığını anlamak için yeterli...
Ama, Türkiye’de rejim çağdaş demokrasiden ve ülkenin varoluş kaygılarından çok uzaklara düştü...
Acaba Güngören katliamı gözümüzü açar mı?..
Sanmıyorum...
Devletin varoluşunu değil, kendi iktidarının önyargılarını önde tutan kafalar bugün Türkiye’nin başında...
Sorunlar da bu noktada çözümsüzlüğe kilitleniyor...
*
En yakın olasılık ne?..
Uzmanlar diyorlar ki:
Katliamın arkasında ya El Kaide var...
Ya da PKK...
Biri dinci...
Öteki bölücü...
Türkiye kuşatılmıştır...
İlhan Selçuk - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
“Çifte bombalı saldırıda biri henüz doğmamış bebek olarak 18 kişi yaşamını yitirdi. 7 yaralının durumu ağır. 115 yaralının çoğu taburcu edildi. 50’ye yakın kişinin tedavileri sürüyor.”
Çoluk çocuk, kadın, erkek, genç yaşlı...
Hepsi de canavarlığın kurbanı oldular...
*
Peki, bu akıl almaz cinayetin, havsalaya sığmaz katliamın sorumlusu kim?..
Kimisi El Kaide diyor..
Kimisi PKK..
Soru kesinlikle aydınlatılmalıdır...
Gerçi bu kadar iğrenç, bu kadar alçakça bir eylemi hiçbir örgüt üstlenemez...
Hangi örgüt -terörist de olsa- kalkıp “ben bebek katiliyim” diyebilir?..
Böyle bir şeyi söyleyebilen örgüt, kendi kendisini insanlığın ve dünya kamuoyunun gözünde mahkûm etmiş demektir...
*
Türkiye’de öteden beri particilik, siyaset, kulisçilik, üçkâğıtçılık iktidarın Emniyet güçlerine yaklaşımını belirlemiştir...
Yeni bir parti iktidara geldi mi, gözü polistedir...
Hemen eski kadrolar temizlenir...
Kilit noktalarına iktidarın adamları yerleştirilir...
Siyasetle uğraşmaktan güvenliğe zaman ayırmaya vakit kalmaz...
AKP iktidarı bu yolda şampiyon...
Fethullah Gülen de cabası...
Oysa polis, hele bu süreçte, devlet güvenliğinin can damarı...
*
Güngören katliamına bir göz atmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi tehdit ve tehlikelerle kuşatıldığını anlamak için yeterli...
Ama, Türkiye’de rejim çağdaş demokrasiden ve ülkenin varoluş kaygılarından çok uzaklara düştü...
Acaba Güngören katliamı gözümüzü açar mı?..
Sanmıyorum...
Devletin varoluşunu değil, kendi iktidarının önyargılarını önde tutan kafalar bugün Türkiye’nin başında...
Sorunlar da bu noktada çözümsüzlüğe kilitleniyor...
*
En yakın olasılık ne?..
Uzmanlar diyorlar ki:
Katliamın arkasında ya El Kaide var...
Ya da PKK...
Biri dinci...
Öteki bölücü...
Türkiye kuşatılmıştır...
İlhan Selçuk - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Gizli Görüşmelerden Kaynaklanan Olasılıklar
Terör vuruyor, her kafadan ayrı bir ses.
Hürriyet’in manşetindeki iddianame kaynaklı “Ergenekon dedikoduları” sayfalar dolusu yayımlanıyor. Dedikoduların aslı faslı nedir arayan yok.
Anayasa Mahkemesi kapatma davasını görüşmeye başlıyor. Haşim Kılı krallar gibi sessiz ve mağrur, mahkeme kapısı önünde sabahtan gecelere kadar bekleyen gazeteciler kalabalığını makam arabasıyla yararak evinin yolunu tutuyor.
RTE’nin pazar günü Başbakanlık Kupası için at yarışlarını izleyeceği açıklanıyor. Pat! Birden Ankara’ya dönüyor. Olayı sorulaştıran gazeteci aracığıyla, çok önemli “bir işi” olduğu için acele başkente döndüğünü söylüyor.
Apar topar neden Ankara’ya döndüğü dün gazetelerdeki manşetlerde yer alıyor.
Meğer Çankaya’daki AKP’li ile Başbakanlık’taki AKP’li, pazartesi gecesi “eniştenin” evinde buluşmuşlar, baş başa beş saat konuşmuşlar.
Gizemli ve günlerce içeriği ne olduğu araştırılacak yeni bir olay!
“Kardeşler” derin bir sohbete neden daldılar acaba? Resmi plakalı arabalarla gelmemeleri devlet araçlarını özel yaşamlarında kullanmamaya özen gösterdiklerine işaret mi?
RTE, seçim sırasında yasağa karşın devlet uçaklarını, kırmızı plakalı araçları kullanmadı mı? Öyleyse? Devlet araçlarını kullanmamaya özen gösteren gerekçeye “Hadi canım sende” demek gerekiyor.
***
Öyleyse? Baş başa gizli görüşmeye neden gerek gördü Çankaya’daki ile Bakanlıklardaki AKP’li?
Bu, sonuncu değil; RTE son günlerde gizli görüşmeler yapıyor. Geçen cuma günü de yanına hukuk defteri Çiçek Cemil’i alarak konvoydan ayrılarak “bir yerlere” gitmiş.
Nereye gitmiş, kiminle buluşmuş, meçhul! Örneğin Anayasa Mahkemesi “çevreleri” ile mi veya Askeri Şûra geliyor, kimileriyle terfiler, atamalar üzerinde mi çalıştı?
Ne ki bu gizli, gizemli buluşmalar akıllara çeşitli sorular gelmesine engel olmuyor.
Öyle günlerden geçiyoruz ki; RTE Ergenekon davasıyla rahatlamış, ama Anayasa Mahkemesi önünde dikenli fııda.
Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasını görüşmeye başlamadan önce kamuoyundan gizlenen, ama medyanın ortaya çıkardığı gizli buluşmalara bir anlam vermek gerekmiyor mu?
Örneğin, AKP’ye yakınlığı bilinen kimi Yüksek Mahkeme üyeleri ile gizlice buluşmuş olması bir olasılık değil mi?
AKP’nin iki büyüğü Yüksek Mahkeme’nin kapatma kararı vermesi olasılığını yüksek görüp geleceklerini aralarında tartışıyor da olabilirler.
İki AKP’linin; enflasyon yükseliyor. Ne kadar yutturmaya çalışılsa da halk homurdanıyor. İş mideye dayandı mı din sömürüsü yetmiyor. Ne olacak Kıbrıs sorunu. Güneydoğu terörü vs.. gibi ülke sorunlarını tartıştıklarını, sorunlara çözüm olanakları aradıklarını sanmak gaflet ile yoğrulmak anlamına geliyor.
Ya da öğrendiler, anladılar ki; parti kapatılmayacak; o halde partisel açıdan önlerindeki iktidar yıllarını nasıl değerlendireceklerini konuşuyorlar.
***
Ana muhalefet lideri Baykal, 17 cana kıyan son terör olayını yerinde inceledikten sonra, “Milli lanet kampanyası başlatılmalı. Teröre karşı toplumun her kesiminden insanlar İspanya’daki gibi sessiz bir yürüyüşle tepki vermeli” diyor.
Aynı yerde konuşan RTE ise Baykal’ın önerisine soğuk bakıyor. “Bunu kendileriyle de oturur konuşuruz, değerlendiririz” diye karşılık veriyor.
Yani? Ulusal sorunların çözümünü başkalarıyla paylaşmak istemeyen siyaset anlayışıyla olası sonuç: Sıfır kere sıfır, elde var sıfır!
RTE, muhalefetle ulusal sorunları paylaşmak yerine, medyaya görevler veriyor.
Terör resimlerinin, TV’lerde kanlı sahnelerin yayımlanmamasını istiyor.
Oysa halkın yapması gereken “bir şeyler” yok mu? Teröristler herhalde İstanbul’a damdan düşmüyorlar. Bir yerlerde yatıyor, kalkıyor, hazırlanıyorlar.
Civardaki uyanık insanlar sokaklarında oturanlardan acaba hiç kuşkulanmadılar, kuşkulanmıyorlar mı? Teröristler kendilerini gizlemekte bu denli mahirler de terörü hemen her cenazede lanetleyen halkımız burnunun dibinde olup bitenlerin acaba farkına varmıyor mu?
Bir zamanlar teröristi ihbar eden “sayın muhbir vatandaşıma” ne oldu?
Cüneyt Arcayürek - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Hürriyet’in manşetindeki iddianame kaynaklı “Ergenekon dedikoduları” sayfalar dolusu yayımlanıyor. Dedikoduların aslı faslı nedir arayan yok.
Anayasa Mahkemesi kapatma davasını görüşmeye başlıyor. Haşim Kılı krallar gibi sessiz ve mağrur, mahkeme kapısı önünde sabahtan gecelere kadar bekleyen gazeteciler kalabalığını makam arabasıyla yararak evinin yolunu tutuyor.
RTE’nin pazar günü Başbakanlık Kupası için at yarışlarını izleyeceği açıklanıyor. Pat! Birden Ankara’ya dönüyor. Olayı sorulaştıran gazeteci aracığıyla, çok önemli “bir işi” olduğu için acele başkente döndüğünü söylüyor.
Apar topar neden Ankara’ya döndüğü dün gazetelerdeki manşetlerde yer alıyor.
Meğer Çankaya’daki AKP’li ile Başbakanlık’taki AKP’li, pazartesi gecesi “eniştenin” evinde buluşmuşlar, baş başa beş saat konuşmuşlar.
Gizemli ve günlerce içeriği ne olduğu araştırılacak yeni bir olay!
“Kardeşler” derin bir sohbete neden daldılar acaba? Resmi plakalı arabalarla gelmemeleri devlet araçlarını özel yaşamlarında kullanmamaya özen gösterdiklerine işaret mi?
RTE, seçim sırasında yasağa karşın devlet uçaklarını, kırmızı plakalı araçları kullanmadı mı? Öyleyse? Devlet araçlarını kullanmamaya özen gösteren gerekçeye “Hadi canım sende” demek gerekiyor.
***
Öyleyse? Baş başa gizli görüşmeye neden gerek gördü Çankaya’daki ile Bakanlıklardaki AKP’li?
Bu, sonuncu değil; RTE son günlerde gizli görüşmeler yapıyor. Geçen cuma günü de yanına hukuk defteri Çiçek Cemil’i alarak konvoydan ayrılarak “bir yerlere” gitmiş.
Nereye gitmiş, kiminle buluşmuş, meçhul! Örneğin Anayasa Mahkemesi “çevreleri” ile mi veya Askeri Şûra geliyor, kimileriyle terfiler, atamalar üzerinde mi çalıştı?
Ne ki bu gizli, gizemli buluşmalar akıllara çeşitli sorular gelmesine engel olmuyor.
Öyle günlerden geçiyoruz ki; RTE Ergenekon davasıyla rahatlamış, ama Anayasa Mahkemesi önünde dikenli fııda.
Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasını görüşmeye başlamadan önce kamuoyundan gizlenen, ama medyanın ortaya çıkardığı gizli buluşmalara bir anlam vermek gerekmiyor mu?
Örneğin, AKP’ye yakınlığı bilinen kimi Yüksek Mahkeme üyeleri ile gizlice buluşmuş olması bir olasılık değil mi?
AKP’nin iki büyüğü Yüksek Mahkeme’nin kapatma kararı vermesi olasılığını yüksek görüp geleceklerini aralarında tartışıyor da olabilirler.
İki AKP’linin; enflasyon yükseliyor. Ne kadar yutturmaya çalışılsa da halk homurdanıyor. İş mideye dayandı mı din sömürüsü yetmiyor. Ne olacak Kıbrıs sorunu. Güneydoğu terörü vs.. gibi ülke sorunlarını tartıştıklarını, sorunlara çözüm olanakları aradıklarını sanmak gaflet ile yoğrulmak anlamına geliyor.
Ya da öğrendiler, anladılar ki; parti kapatılmayacak; o halde partisel açıdan önlerindeki iktidar yıllarını nasıl değerlendireceklerini konuşuyorlar.
***
Ana muhalefet lideri Baykal, 17 cana kıyan son terör olayını yerinde inceledikten sonra, “Milli lanet kampanyası başlatılmalı. Teröre karşı toplumun her kesiminden insanlar İspanya’daki gibi sessiz bir yürüyüşle tepki vermeli” diyor.
Aynı yerde konuşan RTE ise Baykal’ın önerisine soğuk bakıyor. “Bunu kendileriyle de oturur konuşuruz, değerlendiririz” diye karşılık veriyor.
Yani? Ulusal sorunların çözümünü başkalarıyla paylaşmak istemeyen siyaset anlayışıyla olası sonuç: Sıfır kere sıfır, elde var sıfır!
RTE, muhalefetle ulusal sorunları paylaşmak yerine, medyaya görevler veriyor.
Terör resimlerinin, TV’lerde kanlı sahnelerin yayımlanmamasını istiyor.
Oysa halkın yapması gereken “bir şeyler” yok mu? Teröristler herhalde İstanbul’a damdan düşmüyorlar. Bir yerlerde yatıyor, kalkıyor, hazırlanıyorlar.
Civardaki uyanık insanlar sokaklarında oturanlardan acaba hiç kuşkulanmadılar, kuşkulanmıyorlar mı? Teröristler kendilerini gizlemekte bu denli mahirler de terörü hemen her cenazede lanetleyen halkımız burnunun dibinde olup bitenlerin acaba farkına varmıyor mu?
Bir zamanlar teröristi ihbar eden “sayın muhbir vatandaşıma” ne oldu?
Cüneyt Arcayürek - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Güngören
Güngören katliamı üzerine kaçınılmaz olarak “polis neredeydi” sorusunu yönelten Bülent Esinoğlu, bazı çarpıcı saptamalar yapıyor:
“Amerika’nın ve Avrupa’nın AKP iktidarını neden desteklediğini bilmeyenler ya olanları takip etmiyorlar, ya çok cahiller, ya da vurdumduymazdırlar. Batı’nın Türkiye’den 150 yıllık talebi, güneydoğuda bir Kürt devleti kurulmasıdır. Bu cümleye ‘hayır böyle bir şey yok, bu belli kesimlerin uydurmasıdır, paranoyasıdır’ diyenler haindir. Efendim falan Avrupa devleti terör örgütünün televizyonunu kapatmış, bakın Avrupalılar PKK’yi terör örgütü olarak ilan ediyorlarmış, bize anında istihbarat veriyorlarmış gibi laflar Türk halkını kandırmak ve kukla Kürt devletinin kuruluş hazırlıklarını tamamlaması için zaman kazanmak amaçlıdır.
PKK’nin elindeki silahların tamamı Amerikan menşelidir. Türk insanın yaşayarak öğrendiği bir gerçektir. Siyasi iktidarın başı ‘deliğe süpürülmemek’ için ABD’nin Ortadoğu’daki projesinde eşbaşkanlık görevini yürütmektedir. Yargıtay Başsavcısı’nın en önemli tespiti budur. Ülkemizin güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmaya çalışan bir devletin bölge ile ilgili projesinde görevli olan bir kimsenin PKK sorunu ile uğraşması beklenebilir mi?
PKK sorunu tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerimizin üzerine yıkılmıştır. Ordumuz, şehirlerde sivil iktidardan yeterince istihbarat alabiliyor mu?
Ergenekon iddianamesinde 1500 sayfaya yakın telefon dinlemesi yapan, karı koca arasındaki konuşmaları dinleyen İstanbul Emniyeti acaba Güngören katliamını neden önceden dinlememiştir? Ergenekon’da içi boş bombaları bile delil olarak toplayanlar Güngören’de nerede idiler? Gece yarısı rektörleri, siyasileri, bilim insanlarını toplamak için harcadıkları enerjiyi neden Güngören katilleri için harcamadılar?
Dertleri PKK değil, Ergenekon’dur. Ulusalcılığı terör kapsamına alanlar PKK ile savaşamazlar. PKK ile mücadele edenleri hapse, PKK’lileri Meclis’e taşıyanlar PKK ile savaşmazlar. Güngören, bu hükümetin büyük başarısızlığıdır. Başı, başka bir devletin projesinde görev alan bir hükümetten Güngören katliamını önlemesini zaten bekleyemezdiniz!”
Başsavcı Engin ve Bakan Şahin
İSTANBUL Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin; 27 Temmuz 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan haberi okudunuz mu? Haberde yazıldığı şekilde Ergenekon soruşturması sırasında örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanan Erol Ölmez’in, hapishaneden Adalet Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan haberiniz var mı? Mektupta yazıldığı gibi Ergenekon soruşturması savcılarından Zekeriya Öz’ün, Erol Ölmez’e, soruşturmada adı geçen bazı şüpheliler aleyhine ifade vermesi durumunda hapishaneden tahliye sözü verdiği doğru mu? Yine Adalet Bakanlığı’na gönderilen mektupta yazdığı gibi Erol Ölmez’in, koğuş arkadaşı Ergenekon tutuklusu Kuddusi Okkır’ın sağlık durumunun ağırlaşması üzerine “ek ifade” vermek üzere Zekeriya Öz’ün huzuruna çıkarıldığında “ihbar et, tahliye ol” pazarlığının yapıldığı gerçek mi? Haberde yazılı söz konusu unsurlarla ilgili yukarıdaki soruları İslamcı iktidarın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e yöneltmek bir anlam ifade eder mi?
Deniz Som - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
“Amerika’nın ve Avrupa’nın AKP iktidarını neden desteklediğini bilmeyenler ya olanları takip etmiyorlar, ya çok cahiller, ya da vurdumduymazdırlar. Batı’nın Türkiye’den 150 yıllık talebi, güneydoğuda bir Kürt devleti kurulmasıdır. Bu cümleye ‘hayır böyle bir şey yok, bu belli kesimlerin uydurmasıdır, paranoyasıdır’ diyenler haindir. Efendim falan Avrupa devleti terör örgütünün televizyonunu kapatmış, bakın Avrupalılar PKK’yi terör örgütü olarak ilan ediyorlarmış, bize anında istihbarat veriyorlarmış gibi laflar Türk halkını kandırmak ve kukla Kürt devletinin kuruluş hazırlıklarını tamamlaması için zaman kazanmak amaçlıdır.
PKK’nin elindeki silahların tamamı Amerikan menşelidir. Türk insanın yaşayarak öğrendiği bir gerçektir. Siyasi iktidarın başı ‘deliğe süpürülmemek’ için ABD’nin Ortadoğu’daki projesinde eşbaşkanlık görevini yürütmektedir. Yargıtay Başsavcısı’nın en önemli tespiti budur. Ülkemizin güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmaya çalışan bir devletin bölge ile ilgili projesinde görevli olan bir kimsenin PKK sorunu ile uğraşması beklenebilir mi?
PKK sorunu tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerimizin üzerine yıkılmıştır. Ordumuz, şehirlerde sivil iktidardan yeterince istihbarat alabiliyor mu?
Ergenekon iddianamesinde 1500 sayfaya yakın telefon dinlemesi yapan, karı koca arasındaki konuşmaları dinleyen İstanbul Emniyeti acaba Güngören katliamını neden önceden dinlememiştir? Ergenekon’da içi boş bombaları bile delil olarak toplayanlar Güngören’de nerede idiler? Gece yarısı rektörleri, siyasileri, bilim insanlarını toplamak için harcadıkları enerjiyi neden Güngören katilleri için harcamadılar?
Dertleri PKK değil, Ergenekon’dur. Ulusalcılığı terör kapsamına alanlar PKK ile savaşamazlar. PKK ile mücadele edenleri hapse, PKK’lileri Meclis’e taşıyanlar PKK ile savaşmazlar. Güngören, bu hükümetin büyük başarısızlığıdır. Başı, başka bir devletin projesinde görev alan bir hükümetten Güngören katliamını önlemesini zaten bekleyemezdiniz!”
Başsavcı Engin ve Bakan Şahin
İSTANBUL Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin; 27 Temmuz 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan haberi okudunuz mu? Haberde yazıldığı şekilde Ergenekon soruşturması sırasında örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanan Erol Ölmez’in, hapishaneden Adalet Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan haberiniz var mı? Mektupta yazıldığı gibi Ergenekon soruşturması savcılarından Zekeriya Öz’ün, Erol Ölmez’e, soruşturmada adı geçen bazı şüpheliler aleyhine ifade vermesi durumunda hapishaneden tahliye sözü verdiği doğru mu? Yine Adalet Bakanlığı’na gönderilen mektupta yazdığı gibi Erol Ölmez’in, koğuş arkadaşı Ergenekon tutuklusu Kuddusi Okkır’ın sağlık durumunun ağırlaşması üzerine “ek ifade” vermek üzere Zekeriya Öz’ün huzuruna çıkarıldığında “ihbar et, tahliye ol” pazarlığının yapıldığı gerçek mi? Haberde yazılı söz konusu unsurlarla ilgili yukarıdaki soruları İslamcı iktidarın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e yöneltmek bir anlam ifade eder mi?
Deniz Som - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Kapatma: Dönüm Noktası
Churchill, İkinci Dünya Savaşı sürerken “Tarihte hiç bu kadar az insan bu kadar çok insanı kurtarmamıştı” diye bir söz söylemişti. İngiliz hava kuvvetlerinin pilotlarını kastediyordu. Avrupa’yı istila eden Almanlar bütün bombardıman uçaklarıyla Britanya Adaları’na çullanmakta, planladıkları çıkarma harekâtı öncesinde Londra başta olmak üzere büyük kentleri ve sanayi merkezlerini hallaç pamuğu gibi atmaktaydılar. İstila planları, küçük Spitfire avcı uçaklarıyla gece gündüz demeden Almanların bombardıman filolarını darmadağın eden bir avuç savaş pilotu sayesinde suya düşürüldü.
Şimdi, yirmi birinci yüzyıl Türkiyesi’nin on bir hukukçusu yetmiş beş milyonluk bir halkı, gericiliğin ve hukuk bilmezliğin pençesinden kurtarmak göreviyle karşı karşıyadırlar. Bu toplumun tarihinde çok az insan milyonların yazgısı üzerinde böylesine büyük bir sorumluluk yüklenmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin önündeki dava, sıradan bir olay dolayısıyla rastgele bir kişinin açtığı bir dava değil.
Olay, binbir özveriyle kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık yolunu demokrasi görüntüsüne bürünerek karartma girişimidir. Sonucu, belki insanlık tarihi açısından ve mazlum milletler bakımından da önem taşıyan bir girişim.
Davayı açan, durup dururken başkalarına eziyet olsun diye aklına estiği için böylesine kritik bir işe kalkışmış değil. Cumhuriyetin hukuk yapısını kollamakla görevlendirilmiş, kendisine güvenilerek böyle bir yetkiyle donatılmış tek kişi o. İktidar mestliğiyle gözü kararmış siyasilerin ve ölçüyü iyice kaçırmış bir medyanın yakışıksız hücumlarını göğüsleyerek kendisinden bekleneni yapmayı göze alan deneyimli bir hukukçu.
Tarihsel gelişmeleri ve devlet sistemleri farklı ülkelerin insanları böyle bir davanın açılmasını yadırgayabilirler; bu dava demokrasiyi çoğunluğun dizginsiz iktidarı sayan yerli politikacılara da ters gelebilir. Ne var ki, Türk toplumunun istibdat-hürriyet, irtica-islahat, darbe-seçim zıtlıklarıyla dolu iki yüzyıla yakın bir ulusal tarih sonucunda bulabildiği şiddetsiz, kansız ve ölümsüz çözüm budur.
Kapatma kararı verilirse neler olacağına ilişkin bir yığın karanlık senaryo üretildi ve bunlar “mahkemeyi etkilemek” sayılmadı. Buna karşılık, kapatma kararı verilmezse neler olacağı kolay yazılmıyor; çünkü onları düşünmek bile ürkütücü: Daha da coşan bir iktidar sınırsızlığı, daha da azan gericilik dalgaları, kendilerine boyun eğenleri koruma baskılarının başarıya ulaşmasıyla daha da küstahlaşan dış çevrelerin Türkiye’yi büsbütün avuçları içine alışları, kısacası saymakla bitmeyecek olasılıklarla iç karartıcı bir geleceğin senaryoları.
Karar, bu açılardan tam bir dönüm noktası olacaktır: Daha kötüye ve karanlığa ya da daha iyiye ve aydınlığa doğru bir dönüm noktası.
Mümtaz Sosyal - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Şimdi, yirmi birinci yüzyıl Türkiyesi’nin on bir hukukçusu yetmiş beş milyonluk bir halkı, gericiliğin ve hukuk bilmezliğin pençesinden kurtarmak göreviyle karşı karşıyadırlar. Bu toplumun tarihinde çok az insan milyonların yazgısı üzerinde böylesine büyük bir sorumluluk yüklenmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin önündeki dava, sıradan bir olay dolayısıyla rastgele bir kişinin açtığı bir dava değil.
Olay, binbir özveriyle kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık yolunu demokrasi görüntüsüne bürünerek karartma girişimidir. Sonucu, belki insanlık tarihi açısından ve mazlum milletler bakımından da önem taşıyan bir girişim.
Davayı açan, durup dururken başkalarına eziyet olsun diye aklına estiği için böylesine kritik bir işe kalkışmış değil. Cumhuriyetin hukuk yapısını kollamakla görevlendirilmiş, kendisine güvenilerek böyle bir yetkiyle donatılmış tek kişi o. İktidar mestliğiyle gözü kararmış siyasilerin ve ölçüyü iyice kaçırmış bir medyanın yakışıksız hücumlarını göğüsleyerek kendisinden bekleneni yapmayı göze alan deneyimli bir hukukçu.
Tarihsel gelişmeleri ve devlet sistemleri farklı ülkelerin insanları böyle bir davanın açılmasını yadırgayabilirler; bu dava demokrasiyi çoğunluğun dizginsiz iktidarı sayan yerli politikacılara da ters gelebilir. Ne var ki, Türk toplumunun istibdat-hürriyet, irtica-islahat, darbe-seçim zıtlıklarıyla dolu iki yüzyıla yakın bir ulusal tarih sonucunda bulabildiği şiddetsiz, kansız ve ölümsüz çözüm budur.
Kapatma kararı verilirse neler olacağına ilişkin bir yığın karanlık senaryo üretildi ve bunlar “mahkemeyi etkilemek” sayılmadı. Buna karşılık, kapatma kararı verilmezse neler olacağı kolay yazılmıyor; çünkü onları düşünmek bile ürkütücü: Daha da coşan bir iktidar sınırsızlığı, daha da azan gericilik dalgaları, kendilerine boyun eğenleri koruma baskılarının başarıya ulaşmasıyla daha da küstahlaşan dış çevrelerin Türkiye’yi büsbütün avuçları içine alışları, kısacası saymakla bitmeyecek olasılıklarla iç karartıcı bir geleceğin senaryoları.
Karar, bu açılardan tam bir dönüm noktası olacaktır: Daha kötüye ve karanlığa ya da daha iyiye ve aydınlığa doğru bir dönüm noktası.
Mümtaz Sosyal - Cumhuriyet, 30 Temmuz 2008
Etiketler:
AKP,
Cumhuriyet Gazetesi,
Mümtaz Soysal
Terör ve Siyasal Sorumluluk
Anayasa Mahkemesi’ndeki AKP davası, Ergenekon iddianamesi, Yüksek Askeri Şûra toplantısı ile dolu bir haftaya başlamak üzereyken pazar gecesi İstanbul Güngören’de meydana gelen patlama gündemi de dağıttı...
Önce ilgi çekme bombası, sonra asıl etkili bomba... 17 yurttaşın ölümüne 200’e yakın kişinin yaralanmasına neden olan terör saldırısının vahşice planlandığı anlaşılıyor.
Olayın değişik boyutlarını sütuna yatıralım...
Önce zamanlaması... Akla ister istemez girişte sıraladığımız gündem geliyor. Ancak şunu da vurgulamadan geçemeyeceğiz:
Böyle bir saldırı ne zaman yapılırsa yapılsın, mutlaka önemli bir konuya karşılık gelirdi. Türkiye öyle bir ülke haline geldi.
Bütün bunların yanında iç gelişmeler nedeniyle gündemin birinci sırasına çıkmayan bir başka haber daha vardı:
Kandil’e hava operasyonu...
Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın kuzeyinde Kandil Dağı ve çevresindeki pek çok hedefi havadan vurduğunu açıkladı.
Güngören saldırısının operasyon günü yapılmış olması da zamana ilişkin senaryolara yeni halka ekliyor.
***
Yukarıdaki gündem konuları arasında özellikle son şık, saldırının PKK tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığını güçlendiriyor. DTP’liler bu yorumu hemen yapmamak gerektiğini söylediler, “Başka seçenekleri de dikkatte tutun“ dediler ama, görünen o ki güvenlik güçlerinin öngörüsü de bu yönde.
PKK, kısa bir süre önce Ağrı‘da 3 Alman dağcının kaçırılmasını da üstlenmiş, bu eylem örgüt içinde de değişik tartışmalara neden olmuştu. Terör örgütünün kimi unsurları, Almanya’yı karşılarına almanın ne kadar çıkarlarına olduğunu sorguluyordu. Daha sonra anlaşıldı ki, örgütün Kandil’deki unsurları başka, İmralı’ya bakanları başka düşünüyordu.
Son eylem de aynı dağınıklığın ürünü olabilir.
Böyle bir örgütün her türlü uluslararası gücün Türkiye’ye dönük provokatif eyleminin taşeronu olabileceğini öngörmek için terör uzmanı olmaya gerek yok. PKK, uzunca bir süredir kitleleri peşinden sürükleyecek hareketler yapamıyor. Irak’ın kuzeyinde aldığı darbelerle birlikte bu durumun örgütü yeniden radikal eylemlere sürüklemiş olma olasılığı yüksek...
***
Temmuz ayının başında ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na yönelik saldırı yaşandı, sonunda da Güngören’de araç trafiğine kapalı bir caddede katliam yapıldı.
Birincisinde El Kaide izi öne çıktı, ikincisinde PKK...
Bu durum, yeri geldikçe altını çizdiğimiz şu gerçeği bir kez daha öne çıkarıyor:
Türkiye, pek çok nedenle terörün hedefi!
Başbakan’ın, “Terörün kanlı yüzünü gazete sayfalarına, ekrana taşımayın. Taşırsanız terörün ekmeğine yağ sürersiniz“ sözü özünde doğru ama, bu doğru Türkiye’nin hedef olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Ne yapmalı?
Bizim de elimizde bir reçete yok. Ancak terör örgütünün dağda yenildikçe şehirde dehşet saçıp varlığını ispatlama telaşına girdiği tezinden yola çıkarsak terörle mücadelede en önemli unsurun şu olduğunu söyleyebiliriz:
Bütün güçlerin koordinasyonu!
Koordinasyon görevi temelde kime düşer?
Siyasi iradeye...
Siyasi iradenin yeni terör örgütleri icat etmek yerine mevcut tehlikelere karşı sorumlu davranması gerekiyor!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 29 Temmuz 2008
Önce ilgi çekme bombası, sonra asıl etkili bomba... 17 yurttaşın ölümüne 200’e yakın kişinin yaralanmasına neden olan terör saldırısının vahşice planlandığı anlaşılıyor.
Olayın değişik boyutlarını sütuna yatıralım...
Önce zamanlaması... Akla ister istemez girişte sıraladığımız gündem geliyor. Ancak şunu da vurgulamadan geçemeyeceğiz:
Böyle bir saldırı ne zaman yapılırsa yapılsın, mutlaka önemli bir konuya karşılık gelirdi. Türkiye öyle bir ülke haline geldi.
Bütün bunların yanında iç gelişmeler nedeniyle gündemin birinci sırasına çıkmayan bir başka haber daha vardı:
Kandil’e hava operasyonu...
Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın kuzeyinde Kandil Dağı ve çevresindeki pek çok hedefi havadan vurduğunu açıkladı.
Güngören saldırısının operasyon günü yapılmış olması da zamana ilişkin senaryolara yeni halka ekliyor.
***
Yukarıdaki gündem konuları arasında özellikle son şık, saldırının PKK tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığını güçlendiriyor. DTP’liler bu yorumu hemen yapmamak gerektiğini söylediler, “Başka seçenekleri de dikkatte tutun“ dediler ama, görünen o ki güvenlik güçlerinin öngörüsü de bu yönde.
PKK, kısa bir süre önce Ağrı‘da 3 Alman dağcının kaçırılmasını da üstlenmiş, bu eylem örgüt içinde de değişik tartışmalara neden olmuştu. Terör örgütünün kimi unsurları, Almanya’yı karşılarına almanın ne kadar çıkarlarına olduğunu sorguluyordu. Daha sonra anlaşıldı ki, örgütün Kandil’deki unsurları başka, İmralı’ya bakanları başka düşünüyordu.
Son eylem de aynı dağınıklığın ürünü olabilir.
Böyle bir örgütün her türlü uluslararası gücün Türkiye’ye dönük provokatif eyleminin taşeronu olabileceğini öngörmek için terör uzmanı olmaya gerek yok. PKK, uzunca bir süredir kitleleri peşinden sürükleyecek hareketler yapamıyor. Irak’ın kuzeyinde aldığı darbelerle birlikte bu durumun örgütü yeniden radikal eylemlere sürüklemiş olma olasılığı yüksek...
***
Temmuz ayının başında ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na yönelik saldırı yaşandı, sonunda da Güngören’de araç trafiğine kapalı bir caddede katliam yapıldı.
Birincisinde El Kaide izi öne çıktı, ikincisinde PKK...
Bu durum, yeri geldikçe altını çizdiğimiz şu gerçeği bir kez daha öne çıkarıyor:
Türkiye, pek çok nedenle terörün hedefi!
Başbakan’ın, “Terörün kanlı yüzünü gazete sayfalarına, ekrana taşımayın. Taşırsanız terörün ekmeğine yağ sürersiniz“ sözü özünde doğru ama, bu doğru Türkiye’nin hedef olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Ne yapmalı?
Bizim de elimizde bir reçete yok. Ancak terör örgütünün dağda yenildikçe şehirde dehşet saçıp varlığını ispatlama telaşına girdiği tezinden yola çıkarsak terörle mücadelede en önemli unsurun şu olduğunu söyleyebiliriz:
Bütün güçlerin koordinasyonu!
Koordinasyon görevi temelde kime düşer?
Siyasi iradeye...
Siyasi iradenin yeni terör örgütleri icat etmek yerine mevcut tehlikelere karşı sorumlu davranması gerekiyor!
Mustafa Balbay - Cumhuriyet, 29 Temmuz 2008
Etiketler:
AKP,
Cumhuriyet Gazetesi,
Ergenekon,
Mustafa Balbay,
PKK
10 Temmuz 2008
Zahmet olacak ama ara sıra teröristlerin telefonlarını da dinleyin
"150’şer kişilik, 40 ekip kuruldu.
Eşzamanlı baskınlar yapıldı."
Ergenekon operasyonunu böyle duyurmuştu devletin haber ajansı...
"150’şer kişilik, 40 ekip."
*
Evinde pijama-terlik oturan emekli generalleri yakalamak için "6 bin polis"i seferber edersen, bırak vatandaşları, polisi korumak için bile polis kalmıyor maalesef.
*
Hangi gazetecinin telefonda kiminle konuştuğunu, kiminle hatıra fotoğrafı çektirdiğini biliyorsun, dinliyorsun, izliyorsun... Adam elinde pompalı tüfekle burnunun dibine gelmiş, haberin yok.
*
Eminim, polislerimizi şehit edenleri, "Mustafa Balbay’ın tetikçileri" ilan edecektir yalaka gazeteler...
Biz gene de hatırlatalım:
Neve Şalom, Beth Israel.
Sadece 5 gün sonra...
HSBC, İngiliz Konsolosluğu.
Ya, Cumhuriyet Gazetesi?
6 günde 3 defa bombalandı.
Atıp, kaçtılar.
Atıp, kaçtılar.
Atıp, kaçtılar.
Kaçanlardan biri, gitti...
Danıştay’ı bastı.
Sonra, Hrant.
Şimdi, bu.
*
Vali, hep aynı vali.
Polis şefi, hep aynı polis şefi.
*
Türkiye’yi ve dünyayı ayağa kaldıran korkunç olaylar yaşanıyor bu şehirde... Belli ki, ağır istihbarat zafiyeti var, konsantrasyon bozukluğu var. Ama bakıyorsun... Havaalanında esas duruşta bakan karşılamaktan, gazetecileri dinlemekten, emekli generalleri o cezaevinden bu cezaevine taşımaktan, Sinan Aygün’ün eurolarını saymaktan, milletin gözüne biber gazı sıkıp, hastaneye gaz bombası atmaktan, tribüne kurulup maç seyretmekten, teröristleri takip etmeye vakitleri yok arkadaşların.
Yılmaz Özdil - Hürriyet, 10 Temmuz 2008
Eşzamanlı baskınlar yapıldı."
Ergenekon operasyonunu böyle duyurmuştu devletin haber ajansı...
"150’şer kişilik, 40 ekip."
*
Evinde pijama-terlik oturan emekli generalleri yakalamak için "6 bin polis"i seferber edersen, bırak vatandaşları, polisi korumak için bile polis kalmıyor maalesef.
*
Hangi gazetecinin telefonda kiminle konuştuğunu, kiminle hatıra fotoğrafı çektirdiğini biliyorsun, dinliyorsun, izliyorsun... Adam elinde pompalı tüfekle burnunun dibine gelmiş, haberin yok.
*
Eminim, polislerimizi şehit edenleri, "Mustafa Balbay’ın tetikçileri" ilan edecektir yalaka gazeteler...
Biz gene de hatırlatalım:
Neve Şalom, Beth Israel.
Sadece 5 gün sonra...
HSBC, İngiliz Konsolosluğu.
Ya, Cumhuriyet Gazetesi?
6 günde 3 defa bombalandı.
Atıp, kaçtılar.
Atıp, kaçtılar.
Atıp, kaçtılar.
Kaçanlardan biri, gitti...
Danıştay’ı bastı.
Sonra, Hrant.
Şimdi, bu.
*
Vali, hep aynı vali.
Polis şefi, hep aynı polis şefi.
*
Türkiye’yi ve dünyayı ayağa kaldıran korkunç olaylar yaşanıyor bu şehirde... Belli ki, ağır istihbarat zafiyeti var, konsantrasyon bozukluğu var. Ama bakıyorsun... Havaalanında esas duruşta bakan karşılamaktan, gazetecileri dinlemekten, emekli generalleri o cezaevinden bu cezaevine taşımaktan, Sinan Aygün’ün eurolarını saymaktan, milletin gözüne biber gazı sıkıp, hastaneye gaz bombası atmaktan, tribüne kurulup maç seyretmekten, teröristleri takip etmeye vakitleri yok arkadaşların.
Yılmaz Özdil - Hürriyet, 10 Temmuz 2008
06 Temmuz 2008
Çeteci Medya
Bilgi kirliliği "çeteci medya"nın sayfalarında. İş dönüp dolaşıp 2004 yılına geldi...
ADD Genel Başkanı emekli orgeneral Şener Eruygur'un Fenerbahçe Orduevi'ndeki odasında "fişleme" dosyası çıktığı; Ergenekon'da emekli orgeneral Hurşit Tolon'un "büyük balık" olmadığı yazılıp çizilmeye başlandı...
Böyle durumlarda yazı yazmak gerçekten zor...
"Çeteci medya"ya birileri haber hazırlayıp servis yapıyor, manşetler bile aynı atılıyor...
Bu arada Ümraniye’de ele geçen el bombalarının iddianame hazırlanmadan yargı kararıyla "imha edildiği" ortaya çıkıyor...
Dün sabah NTV'de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı dinliyorum...
Baykal şöyle diyor:
"Ergenekon davası adli değil, siyasi davadır..."
Baykal'ın savı doğru değil mi?
Son gözaltıların yargı kararı 29 Haziran günü alınıyor ama 1 Temmuz Salı günü yapılıyor...
Aynı gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın AKP'nin kapatılma davasında sözlü açıklaması var...
İlginç bir rastlantı...
Şu anda 50 kişi tutuklu...
İşadamı Kuddusi Okkır 13 ay önce tutuklandı. Okkır, cezaevinde akciğer kanseri hastalığına yakalandı. Tedavi edilmedi. Eşi Sabriye Okkır, eşini bir hastanede buldu.
Sabriye Hanım bakın ne diyor:
"Eşimi bir sedyeyle hastaneye getirip bırakmışlar. Çok zayıflamıştı ve bilinci kapalıydı.
Avukatlar aracılığıyla eşimin tutuksuz yargılanmasını istedik. Ancak 'delilleri karartır' gerekçesiyle bize 'hayır' yanıtı verdiler. Ölümle savaşan bir insan delil karartabilir mi?"
***
"Çeteci Medya" Ergenekon'la uğraşırken Hrant Dink, rahip Santoro cinayetini, Malatya katliamını unuttu...
Cumhuriyet'i bombalayan, kanlı Danıştay baskınını düzenleyen Alparslan Arslan'ı "Ergenekon"la ilişkilendirenler, yargı kararıyla bunun "fos" çıktığını gördüler. Üstelik Alparslan Arslan, Fethullah Gülen'den özür diledi.
Unutkan bir toplumuz...
Malatya katliamını yapanlar, Hrant Dink'i öldürenler hangi tarikat şeyhlerinin yurtlarında, evlerinde kalmışlardı?
Nedense bu cinayetlerin "tarikat ayağı" bir türlü ortaya çıkmadı...
Bugün çok zor bir dönemden geçiyoruz...
Kılıçlar çekilmiş!..
Bakın Ahmet Taner Kışlalı'yı, Danıştay üyelerini hedef gösteren malum köktendinci gazetenin yazdıklarına:
"Kaos için kurşun 7 Temmuz’da sıkılacaktı..."
Bu arada "dincilik"ten ötürü TSK’den atılan emekli binbaşıyı konuşturmuşlar:
"Üzerine vazife olmayan konularda durumdan vazife çıkarıp Kuran kursları, ilahi okuyan çocuklar, cami cemaatiyle uğraşarak ordunun imkânını israf edenler; Ergenekon konusunda neden görevlerini yapmıyorlar? Bunun hesabının sorulması lazım."
Hesap kime sorulacak?
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne!..
Evet!..
Hedefinde Türk Silahlı Kuvvetleri bulunuyor köktendinci gazetenin...
***
"Çete Medyası"nın dünkü bombası harikaydı:
"Ergenekon’un Susurluk Çetesi bağlantısı..."
Tamam oldu!..
Çıkarılsın o bağlantı.
Cumhuriyet gazetesi Susurluk'un üzerine gitti; Aydın Engin'le Güneydoğu'daki Hizbullah'ı ortaya çıkardı...
Siz Mustafa Balbay'la katil sanık Osman Gürbüz'ü aynı kefeye koyup tartmaya kalkarsanız "Ergenekon"un "Susurluk" bağlantısını nasıl çözeceksiniz?
Susurluk dışarıda Balbay içeride...
Size kargalar bile güler!..
Gelelim şu, darbeci generaller olayına: Şener Eruygur ve Hurşit Tolon mu yapacaklardı o darbeyi:
Nerede kanıtlar?
Günlükleri Oramiral Özden Örnek mi yazmıştı haberlere göre, yalanlandı? "Sarıkız" ve "Ayışığı" kodlu darbe planı mı?
Bir gazete, iki derginin haberi mi kanıtlar...
Çıkarın elinizdeki kanıtları o zaman ortaya...
Elbet "Darbelere hayır" diyeceğiz...
Bir kez daha yineliyorum:
"Ne şeriat ne darbe; tam bağımsız, laik, demokratik Türkiye!"
Az kalsın unutuyordum. Tarikat şeyhi Fethullah'ın gazetesi dün ne yazdı biliyor musunuz?
3 Temmuz 1993'teki Sıvas katliamını "Ergenekon" gerçekleştirmiş; bu arada iki MİT elemanı da Madımak’ta yakılmış.
Vay anasını sayın seyirciler!..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 5 Temmuz 2008
ADD Genel Başkanı emekli orgeneral Şener Eruygur'un Fenerbahçe Orduevi'ndeki odasında "fişleme" dosyası çıktığı; Ergenekon'da emekli orgeneral Hurşit Tolon'un "büyük balık" olmadığı yazılıp çizilmeye başlandı...
Böyle durumlarda yazı yazmak gerçekten zor...
"Çeteci medya"ya birileri haber hazırlayıp servis yapıyor, manşetler bile aynı atılıyor...
Bu arada Ümraniye’de ele geçen el bombalarının iddianame hazırlanmadan yargı kararıyla "imha edildiği" ortaya çıkıyor...
Dün sabah NTV'de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı dinliyorum...
Baykal şöyle diyor:
"Ergenekon davası adli değil, siyasi davadır..."
Baykal'ın savı doğru değil mi?
Son gözaltıların yargı kararı 29 Haziran günü alınıyor ama 1 Temmuz Salı günü yapılıyor...
Aynı gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın AKP'nin kapatılma davasında sözlü açıklaması var...
İlginç bir rastlantı...
Şu anda 50 kişi tutuklu...
İşadamı Kuddusi Okkır 13 ay önce tutuklandı. Okkır, cezaevinde akciğer kanseri hastalığına yakalandı. Tedavi edilmedi. Eşi Sabriye Okkır, eşini bir hastanede buldu.
Sabriye Hanım bakın ne diyor:
"Eşimi bir sedyeyle hastaneye getirip bırakmışlar. Çok zayıflamıştı ve bilinci kapalıydı.
Avukatlar aracılığıyla eşimin tutuksuz yargılanmasını istedik. Ancak 'delilleri karartır' gerekçesiyle bize 'hayır' yanıtı verdiler. Ölümle savaşan bir insan delil karartabilir mi?"
***
"Çeteci Medya" Ergenekon'la uğraşırken Hrant Dink, rahip Santoro cinayetini, Malatya katliamını unuttu...
Cumhuriyet'i bombalayan, kanlı Danıştay baskınını düzenleyen Alparslan Arslan'ı "Ergenekon"la ilişkilendirenler, yargı kararıyla bunun "fos" çıktığını gördüler. Üstelik Alparslan Arslan, Fethullah Gülen'den özür diledi.
Unutkan bir toplumuz...
Malatya katliamını yapanlar, Hrant Dink'i öldürenler hangi tarikat şeyhlerinin yurtlarında, evlerinde kalmışlardı?
Nedense bu cinayetlerin "tarikat ayağı" bir türlü ortaya çıkmadı...
Bugün çok zor bir dönemden geçiyoruz...
Kılıçlar çekilmiş!..
Bakın Ahmet Taner Kışlalı'yı, Danıştay üyelerini hedef gösteren malum köktendinci gazetenin yazdıklarına:
"Kaos için kurşun 7 Temmuz’da sıkılacaktı..."
Bu arada "dincilik"ten ötürü TSK’den atılan emekli binbaşıyı konuşturmuşlar:
"Üzerine vazife olmayan konularda durumdan vazife çıkarıp Kuran kursları, ilahi okuyan çocuklar, cami cemaatiyle uğraşarak ordunun imkânını israf edenler; Ergenekon konusunda neden görevlerini yapmıyorlar? Bunun hesabının sorulması lazım."
Hesap kime sorulacak?
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne!..
Evet!..
Hedefinde Türk Silahlı Kuvvetleri bulunuyor köktendinci gazetenin...
***
"Çete Medyası"nın dünkü bombası harikaydı:
"Ergenekon’un Susurluk Çetesi bağlantısı..."
Tamam oldu!..
Çıkarılsın o bağlantı.
Cumhuriyet gazetesi Susurluk'un üzerine gitti; Aydın Engin'le Güneydoğu'daki Hizbullah'ı ortaya çıkardı...
Siz Mustafa Balbay'la katil sanık Osman Gürbüz'ü aynı kefeye koyup tartmaya kalkarsanız "Ergenekon"un "Susurluk" bağlantısını nasıl çözeceksiniz?
Susurluk dışarıda Balbay içeride...
Size kargalar bile güler!..
Gelelim şu, darbeci generaller olayına: Şener Eruygur ve Hurşit Tolon mu yapacaklardı o darbeyi:
Nerede kanıtlar?
Günlükleri Oramiral Özden Örnek mi yazmıştı haberlere göre, yalanlandı? "Sarıkız" ve "Ayışığı" kodlu darbe planı mı?
Bir gazete, iki derginin haberi mi kanıtlar...
Çıkarın elinizdeki kanıtları o zaman ortaya...
Elbet "Darbelere hayır" diyeceğiz...
Bir kez daha yineliyorum:
"Ne şeriat ne darbe; tam bağımsız, laik, demokratik Türkiye!"
Az kalsın unutuyordum. Tarikat şeyhi Fethullah'ın gazetesi dün ne yazdı biliyor musunuz?
3 Temmuz 1993'teki Sıvas katliamını "Ergenekon" gerçekleştirmiş; bu arada iki MİT elemanı da Madımak’ta yakılmış.
Vay anasını sayın seyirciler!..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 5 Temmuz 2008
İddianame ve korkularım
Bugün açıklanacağı söylenen ancak bana göre açıklanması bir kaç gün gecikecek olan Ergenekon İddianamesi’nin bazı bölümleri "Yandaş medyaya" ufaktan sızdırılmaya başlanmış.
İddianamenin bazı bölümlerini gören bir gazeteci kardeşim aynen şöyle dedi:
"Abi gördüğüm bölümler çok önemli iddialar içeriyor ve sağlam gibi duruyor. Tamamından ne çıkar bilemem. Çünkü bir kaç bin sayfa var. Ama bir kısmı çok inandırıcı."
Doğrusunu isterseniz bu konuda ne fikir, ne de bilgi sahibiyim.
Ancak tek bir korkum var.
Ergenekon’da adı geçenlerden bazıları ile ben ve pek çok meslektaşım yıllardır uğraşıyoruz.
Bunların devlet içine sızmış çeteciler olduğundan, devletin adını ve geçmiş pozisyonlarını kulanarak menfaat temin ettiklerinden, kirli ilişkilere bulaştıklarından fazla bir şüphemiz yok.
Korkum; sulandırılmış, siyasileştirilmiş bir soruşturma nedeniyle kim olduğu sizce de malum olan tiplerin bu olaydan sıyrılmaları.
Amiral Özden Örnek'in ilginç bağlantıları
Ergenekon soruşturması, hepimizin artık öğrendiği üzere Oramiral Özden Örnek’in Nokta dergisinde yayınlanan günlüklerindeki iddialar temel alınarak yürütülüyor.
Özellikle işin "Generaller"le ilgili kısmında Oramiral Özden Örnek’in günlüklerinin rolü büyük.
Soruşturma kapsamlı bir şekilde yürütülüp, ilgi alanı sürekli genişlerken, günlüklerin sahibi Özden Örnek’in şimdiye kadar, en azından bilinği kadarıyla savcılığa çağrılmamış ve günlüklerle ilgili fadesine başvurulmamış olması, aralarında benim de bulunduğum pek çok kişi tarafından "İlginç" bulundu.
Bu gibi olaylarda tesadüflere çok da inanmadığım için, küçük çaplı bir soruturma yaptım.
Ve Oramiral Özden Örnek’le ilgili çok ilginç bazı bulgulara ulaştım.
Biliyorsunuz, Oramiral Özden Örnek’in kamuoyunca tanınan bir oğlu var.
Yönetmen-yapımcı Tolga Örnek.
Tolga Örnek bir dönem çektiği film-belgesellerle halkın önüne çıkmıştı.
Tolga Örnek’in çektiği en bilinen iki film-belgesel 2003 yılında gösterime giren Hititler ve 2005 yılında gösterime giren Gelibolu’ydu.
Oramiral Özden Örnek’in oğlu Tolga’nın çektiği Hititler filminin sponsorları arasında İMKB, Çalık Holding, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, THY, İstikbal ve Nur İnşaat gibi kuruluşlar yer alıyordu.
Amiral’in oğlu Tolga Örnek’in diğer filmi Gelibolu’nun sponsorları arasında dikkat çekenler ise şöyleydi: Çalık Holding ve İstikbal.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Ne var canım bunda. O filmlerin başka sponsorları da vardı."
Doğru.
Bu yüzden soruşturmamı biraz daha derinleştirdim.
Ve çok ilginç başka bir bulguya daha ulaştım.
Çalık Holding yani kamu bankalarının parasıyla Sabah ve ATV’yi alıp iktidarın emrine tahsis eden grup, 2004 yılının Mayıs ayında Çalgaz Doğalgaz Dağıtım Pazarlama Taşımacılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. adında bir şirket kurmuştu.
Şirketin ortakları Çalık Enerji, Ahmet Çalık, yine Çalık’a ait Altındağ Yatırım, Aksel Goldenberg, Ruben Goldenberg ve Aşer Goldenberg yer alıyordu.
Büyük bölümü ve yönetimi Çalık Grubuna ait Çalgaz A.Ş., 20 Haziran 2005’te adını değiştirdi ve Naturelgaz Sanayi ve Ticaret A.Ş. ünvanını aldı.
Ve sıkı durun şirketin yönetim kurulu üyeliğine Çalık Enerji’yi temsilen Oramiral Özden Örnek’in diğer oğlu, Burak Örnek getirildi. İlginç bir buluşma değil mi?!
İlginçlik bu kadarla da sınırlı değil.
Aynı şirkette Başbakan’ın damadı Berat Albayrak 1. derece imza yetkisiyle danışmanlık yapıyor.
Nokta Dergisi'nin eline nasıl geçtiği hala anlaşılamayan “Darbe günlükleri”nin yazarı Oramiral Özden Örnek’in oğulları, iktidar tarafından medya sahibi yapılan ve bu dönemde rafineri lisansı almayı başaran Çalık Grubu’nun şirketleriyle son derece içli dışlı.
Doğrusunu isterseniz ilginç bir "Tesadüf"
Tabii başka tesadüfler de var ama bence bunlar kadar önemli değil.
Mesela Başbakan’ın oğlu, Tolga Örnek’in Kalendar Orduevi’nde yapılan düğününün davetlileri arasında (Bu bilgi o dönem basına da yansımıştı).
Değerli okurlar Türkiye’de çok garip şeyler oluyor.
Hem de çok garip.
Fatih Altaylı
Kaynak: HaberTürk
İddianamenin bazı bölümlerini gören bir gazeteci kardeşim aynen şöyle dedi:
"Abi gördüğüm bölümler çok önemli iddialar içeriyor ve sağlam gibi duruyor. Tamamından ne çıkar bilemem. Çünkü bir kaç bin sayfa var. Ama bir kısmı çok inandırıcı."
Doğrusunu isterseniz bu konuda ne fikir, ne de bilgi sahibiyim.
Ancak tek bir korkum var.
Ergenekon’da adı geçenlerden bazıları ile ben ve pek çok meslektaşım yıllardır uğraşıyoruz.
Bunların devlet içine sızmış çeteciler olduğundan, devletin adını ve geçmiş pozisyonlarını kulanarak menfaat temin ettiklerinden, kirli ilişkilere bulaştıklarından fazla bir şüphemiz yok.
Korkum; sulandırılmış, siyasileştirilmiş bir soruşturma nedeniyle kim olduğu sizce de malum olan tiplerin bu olaydan sıyrılmaları.
Amiral Özden Örnek'in ilginç bağlantıları
Ergenekon soruşturması, hepimizin artık öğrendiği üzere Oramiral Özden Örnek’in Nokta dergisinde yayınlanan günlüklerindeki iddialar temel alınarak yürütülüyor.
Özellikle işin "Generaller"le ilgili kısmında Oramiral Özden Örnek’in günlüklerinin rolü büyük.
Soruşturma kapsamlı bir şekilde yürütülüp, ilgi alanı sürekli genişlerken, günlüklerin sahibi Özden Örnek’in şimdiye kadar, en azından bilinği kadarıyla savcılığa çağrılmamış ve günlüklerle ilgili fadesine başvurulmamış olması, aralarında benim de bulunduğum pek çok kişi tarafından "İlginç" bulundu.
Bu gibi olaylarda tesadüflere çok da inanmadığım için, küçük çaplı bir soruturma yaptım.
Ve Oramiral Özden Örnek’le ilgili çok ilginç bazı bulgulara ulaştım.
Biliyorsunuz, Oramiral Özden Örnek’in kamuoyunca tanınan bir oğlu var.
Yönetmen-yapımcı Tolga Örnek.
Tolga Örnek bir dönem çektiği film-belgesellerle halkın önüne çıkmıştı.
Tolga Örnek’in çektiği en bilinen iki film-belgesel 2003 yılında gösterime giren Hititler ve 2005 yılında gösterime giren Gelibolu’ydu.
Oramiral Özden Örnek’in oğlu Tolga’nın çektiği Hititler filminin sponsorları arasında İMKB, Çalık Holding, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, THY, İstikbal ve Nur İnşaat gibi kuruluşlar yer alıyordu.
Amiral’in oğlu Tolga Örnek’in diğer filmi Gelibolu’nun sponsorları arasında dikkat çekenler ise şöyleydi: Çalık Holding ve İstikbal.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Ne var canım bunda. O filmlerin başka sponsorları da vardı."
Doğru.
Bu yüzden soruşturmamı biraz daha derinleştirdim.
Ve çok ilginç başka bir bulguya daha ulaştım.
Çalık Holding yani kamu bankalarının parasıyla Sabah ve ATV’yi alıp iktidarın emrine tahsis eden grup, 2004 yılının Mayıs ayında Çalgaz Doğalgaz Dağıtım Pazarlama Taşımacılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. adında bir şirket kurmuştu.
Şirketin ortakları Çalık Enerji, Ahmet Çalık, yine Çalık’a ait Altındağ Yatırım, Aksel Goldenberg, Ruben Goldenberg ve Aşer Goldenberg yer alıyordu.
Büyük bölümü ve yönetimi Çalık Grubuna ait Çalgaz A.Ş., 20 Haziran 2005’te adını değiştirdi ve Naturelgaz Sanayi ve Ticaret A.Ş. ünvanını aldı.
Ve sıkı durun şirketin yönetim kurulu üyeliğine Çalık Enerji’yi temsilen Oramiral Özden Örnek’in diğer oğlu, Burak Örnek getirildi. İlginç bir buluşma değil mi?!
İlginçlik bu kadarla da sınırlı değil.
Aynı şirkette Başbakan’ın damadı Berat Albayrak 1. derece imza yetkisiyle danışmanlık yapıyor.
Nokta Dergisi'nin eline nasıl geçtiği hala anlaşılamayan “Darbe günlükleri”nin yazarı Oramiral Özden Örnek’in oğulları, iktidar tarafından medya sahibi yapılan ve bu dönemde rafineri lisansı almayı başaran Çalık Grubu’nun şirketleriyle son derece içli dışlı.
Doğrusunu isterseniz ilginç bir "Tesadüf"
Tabii başka tesadüfler de var ama bence bunlar kadar önemli değil.
Mesela Başbakan’ın oğlu, Tolga Örnek’in Kalendar Orduevi’nde yapılan düğününün davetlileri arasında (Bu bilgi o dönem basına da yansımıştı).
Değerli okurlar Türkiye’de çok garip şeyler oluyor.
Hem de çok garip.
Fatih Altaylı
Kaynak: HaberTürk
Etiketler:
AKP,
Ergenekon,
Fatih Altaylı,
HaberTürk
Nur uzmanı görevde
Başbakanlık’a bağlı Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’na Nurculuk ve Saidi Nursi uzmanı Prof. Dr. Cezmi Eraslan getirildi. Eraslan, "Milli Mücadelede Bediüzzaman Said Nursi" başlıklı makalesinde, "19 Mayıs 1919’un, Kurtuluş Savaşı’nın ikinci aşaması olduğunu ve padişahın onayı ile başladığını" savunuyor. Eraslan, Nursi’nin risaleleri ile İstanbul hükümeti ve halifenin fetvalarına karşı Ankara’yı rahatlattığını, Atatürk’ün de onun mücadelesini destekleyerek kendisini Ankara’ya çağırdığını ileri sürüyor.
Saidi Nursi hayranı
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nda açık bulunan Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’na Prof. Dr. Cezmi Eraslan’ın görevlendirilmesine ilişkin "görevlendirme kararı" Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı. Nur cemaatinin kurucusu Saidi Nursi hakkındaki araştırmalarıyla dikkat çeken Eraslan, doktorasını da "Abdülhamit’in İslam Birliği Politikası" üzerine yaptı. Eraslan, "Milli Mücadelede Bediüzzaman Saidi Nursi" başlıklı makalesinde çarpıcı görüşler ortaya koyuyor. Milli Mücadele döneminin sonuçlarının derinliği ve yaygınlığı bakımından Cumhuriyet tarihi için büyük önem taşıdığını belirten Eraslan, altı asırlık devletin artık kendi ayakları üzerinde durma problemiyle yüzleşmesinin, devletini, milletini seven insanları çıkar yollar aramaya sevk ettiğini ifade ediyor.
Mücadelenin aksiyon aşamasında yer alan insanlar arasında asker, din adamı ve serbest meslek sahibi insanların yoğunluğunun bu kesimlerin konuyla yakından ilgilendiklerini gösterdiğini dile getiren Eraslan, 19 Mayıs 1919’un Kurtuluş Savaşı’nın "ikinci aşaması" olduğunu ileri sürüyor. Eraslan, bu görüşünü şu ifadelerle ortaya koyuyor:
"Bilindiği üzere İstanbul hükümeti ile bu hükümetin kabulü ve tasvibe arzından sonra padişahın onayı ile başlayan 19 Mayıs 1919 tarihli ikinci aşamada, memleketin ilim ve fikir erbabı ikili bir tercihle karşılaşmışlardır."
Kaynak: Cumhuriyet
Saidi Nursi hayranı
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nda açık bulunan Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’na Prof. Dr. Cezmi Eraslan’ın görevlendirilmesine ilişkin "görevlendirme kararı" Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı. Nur cemaatinin kurucusu Saidi Nursi hakkındaki araştırmalarıyla dikkat çeken Eraslan, doktorasını da "Abdülhamit’in İslam Birliği Politikası" üzerine yaptı. Eraslan, "Milli Mücadelede Bediüzzaman Saidi Nursi" başlıklı makalesinde çarpıcı görüşler ortaya koyuyor. Milli Mücadele döneminin sonuçlarının derinliği ve yaygınlığı bakımından Cumhuriyet tarihi için büyük önem taşıdığını belirten Eraslan, altı asırlık devletin artık kendi ayakları üzerinde durma problemiyle yüzleşmesinin, devletini, milletini seven insanları çıkar yollar aramaya sevk ettiğini ifade ediyor.
Mücadelenin aksiyon aşamasında yer alan insanlar arasında asker, din adamı ve serbest meslek sahibi insanların yoğunluğunun bu kesimlerin konuyla yakından ilgilendiklerini gösterdiğini dile getiren Eraslan, 19 Mayıs 1919’un Kurtuluş Savaşı’nın "ikinci aşaması" olduğunu ileri sürüyor. Eraslan, bu görüşünü şu ifadelerle ortaya koyuyor:
"Bilindiği üzere İstanbul hükümeti ile bu hükümetin kabulü ve tasvibe arzından sonra padişahın onayı ile başlayan 19 Mayıs 1919 tarihli ikinci aşamada, memleketin ilim ve fikir erbabı ikili bir tercihle karşılaşmışlardır."
Kaynak: Cumhuriyet
Etiketler:
AKP,
Mustafa Kemal Atatürk,
Nur tarikatı,
Said Nursi
05 Temmuz 2008
Atatürk'ün Bursa Nutku
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Mustafa Kemal Atatürk
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Mustafa Kemal Atatürk
Glock
ERGENEKON adı verilen ve yaklaşık bir yıldır polis marifetiyle sürdürülen operasyonun son halkasında yaşanan "büyük gözaltı"da ilginç bir olay yaşandı.
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün gözaltına alındıktan sonra Ankara Ticaret Odası Meclis Başkanı Nuri Gürgür, gazetecilere bir açıklama yaptı. Ankara Ticaret Odası’nda başkanın makam odasının arkasında bir banyo bulunduğunu... Banyodaki şofbenin tamiri için iki ay önce tamirci çağırdıklarını... Tamirci çalışırken şofbenin arkasından Glock marka bir tabanca düştüğünü... Tabancanın karakoldan polis çağrılarak bir tutanakla Emniyet'e teslim edildiğini... O günden bugüne silahla ilgili olarak kendilerine bir bilgi verilmediğini bildirdi ve şöyle dedi: "Eğer o gün şofben bozulmasaydı, o tabanca düşmeseydi, burada yapılacak bir aramada doğal olarak o tabancayı Sinan Aygün’ün bugün anlatması mümkün olmayacaktı." Holivut malı polisiye filmlerin klasik sahnelerindendir; iş peşindeki polis gözüne kestirdiği adamın cebine çaktırmadan bir tutam uyuşturucu koyar ve sonra üst araması yapıp "eliyle koymuş gibi" bulduğu uyuşturucu ile birlikte adamı gözaltına alır.
Sinan Aygün’ün Ankara Ticaret Odası'ndaki çalışma odasında yapılan aramada ruhsatsız bir tabanca bulunsaydı ne olurdu? O silahın örneğin son yıllardaki siyasi bir cinayette veya bir terör saldırısında kullanılan silahlardan biri olduğu "polisin balistik raporu" ile ortaya çıkartılsaydı! Düşünmesi bile insanı ürkütüyor!
Filmlere, Hitler’in Almanyası'nda uygulanan birçok senaryo da konu oldu. Korku imparatorluklarının nasıl kurulduğu çok iyi biliniyor. Dünyada görüldü ki demokrasi kendini koruyamadığı, zaafa düştüğü, basiretinin bağlandığı an akbabalar ve leş kargaları tepesinde kanat çırpmaya başlıyor!
Demokrasi ile yönetilen ülkelerde en küçük bir korkuya bile neden olabilecek tesadüfler çok önemlidir ve âdettir, korkuların giderilmesi için kamuoyu hemen en yetkili ağızlar tarafından bilgilendirilir! Biz ise Sinan Aygün'ün polise teslim ettiği silahın ancak iki ay sonra ve bir büyük gözaltı üzerine "Emniyet yetkilileri"nden edinilen bilgiye göre "temiz" çıktığı ile yetinmek durumundayız. Ne diyelim; bari bugünleri aramayalım!
Bingöllü öğrenciler Ankara’da!
MİLLİ Eğitim Bakanlığı, "doğu"daki öğrencileri "batı"ya getirip gezdiriyor ya; geçenlerde Bingöl’den 250 kadar öğrenci, bir grup öğretmenle Ankara'ya gelmiş. Öğretmenlerin bir kısmı, öğrencilerin çoğu türbanlı! Sonrasını bir görgü tanığından dinleyelim: "Adı gezi ama işin aslının parti propagandası olduğunu anlamakta zorluk çekmedik. AKP Bingöl Milletvekili Yusuf Coşkun'un başrolünü üstlendiği organizasyonda çocukları Meclis’e götürüp Köksal Toptan imzalı teşekkür belgesi ve AKP milletvekillerinin kartvizitleri dağıttılar. AKP'lilerin kartvizitlerini dağıtırken de 'Annenize babanıza selam söyleyin' demeyi ihmal etmediler. Daha sonra öğrencileri ilk Meclis'in müze olan binasını gezmeye götürdüler ama bina onarım nedeniyle kapalı olduğu için içeri giremediler. Etnografya Müzesi’ne gittiler ama müzenin Pazartesi günleri hafta tatilinde olduğunu bilmedikleri için yine kapıdan döndüler. Özetle Ankara'daki bir iki tarikat okulunun da desteğini alarak öğrencilere tam bir propaganda çalışması yaptılar."
Deniz Som - Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün gözaltına alındıktan sonra Ankara Ticaret Odası Meclis Başkanı Nuri Gürgür, gazetecilere bir açıklama yaptı. Ankara Ticaret Odası’nda başkanın makam odasının arkasında bir banyo bulunduğunu... Banyodaki şofbenin tamiri için iki ay önce tamirci çağırdıklarını... Tamirci çalışırken şofbenin arkasından Glock marka bir tabanca düştüğünü... Tabancanın karakoldan polis çağrılarak bir tutanakla Emniyet'e teslim edildiğini... O günden bugüne silahla ilgili olarak kendilerine bir bilgi verilmediğini bildirdi ve şöyle dedi: "Eğer o gün şofben bozulmasaydı, o tabanca düşmeseydi, burada yapılacak bir aramada doğal olarak o tabancayı Sinan Aygün’ün bugün anlatması mümkün olmayacaktı." Holivut malı polisiye filmlerin klasik sahnelerindendir; iş peşindeki polis gözüne kestirdiği adamın cebine çaktırmadan bir tutam uyuşturucu koyar ve sonra üst araması yapıp "eliyle koymuş gibi" bulduğu uyuşturucu ile birlikte adamı gözaltına alır.
Sinan Aygün’ün Ankara Ticaret Odası'ndaki çalışma odasında yapılan aramada ruhsatsız bir tabanca bulunsaydı ne olurdu? O silahın örneğin son yıllardaki siyasi bir cinayette veya bir terör saldırısında kullanılan silahlardan biri olduğu "polisin balistik raporu" ile ortaya çıkartılsaydı! Düşünmesi bile insanı ürkütüyor!
Filmlere, Hitler’in Almanyası'nda uygulanan birçok senaryo da konu oldu. Korku imparatorluklarının nasıl kurulduğu çok iyi biliniyor. Dünyada görüldü ki demokrasi kendini koruyamadığı, zaafa düştüğü, basiretinin bağlandığı an akbabalar ve leş kargaları tepesinde kanat çırpmaya başlıyor!
Demokrasi ile yönetilen ülkelerde en küçük bir korkuya bile neden olabilecek tesadüfler çok önemlidir ve âdettir, korkuların giderilmesi için kamuoyu hemen en yetkili ağızlar tarafından bilgilendirilir! Biz ise Sinan Aygün'ün polise teslim ettiği silahın ancak iki ay sonra ve bir büyük gözaltı üzerine "Emniyet yetkilileri"nden edinilen bilgiye göre "temiz" çıktığı ile yetinmek durumundayız. Ne diyelim; bari bugünleri aramayalım!
Bingöllü öğrenciler Ankara’da!
MİLLİ Eğitim Bakanlığı, "doğu"daki öğrencileri "batı"ya getirip gezdiriyor ya; geçenlerde Bingöl’den 250 kadar öğrenci, bir grup öğretmenle Ankara'ya gelmiş. Öğretmenlerin bir kısmı, öğrencilerin çoğu türbanlı! Sonrasını bir görgü tanığından dinleyelim: "Adı gezi ama işin aslının parti propagandası olduğunu anlamakta zorluk çekmedik. AKP Bingöl Milletvekili Yusuf Coşkun'un başrolünü üstlendiği organizasyonda çocukları Meclis’e götürüp Köksal Toptan imzalı teşekkür belgesi ve AKP milletvekillerinin kartvizitleri dağıttılar. AKP'lilerin kartvizitlerini dağıtırken de 'Annenize babanıza selam söyleyin' demeyi ihmal etmediler. Daha sonra öğrencileri ilk Meclis'in müze olan binasını gezmeye götürdüler ama bina onarım nedeniyle kapalı olduğu için içeri giremediler. Etnografya Müzesi’ne gittiler ama müzenin Pazartesi günleri hafta tatilinde olduğunu bilmedikleri için yine kapıdan döndüler. Özetle Ankara'daki bir iki tarikat okulunun da desteğini alarak öğrencilere tam bir propaganda çalışması yaptılar."
Deniz Som - Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008
Etiketler:
AKP,
Cumhuriyet Gazetesi,
Deniz Som,
Ergenekon,
Sinan Aygün
04 Temmuz 2008
Bizim Silahımız Demokrasi ve Hukuk
Dinci basını, AKP medyasını, tarikat şeyhlerinin müritlerini, Soros’un Çocuklarını bilmem izliyor musunuz?
Hepsi bir ağızdan sesleniyorlar:
“Darbeciler hesap verecek!”
Türkiye kutuplaşma döneminden geçiyor, pek çok kişi aklını kaçırmış...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tümünü “darbeci olarak” suçluyor din bezirgânları ve Soros’un Çocukları...
Ortada bir iddianame yok ama bilgi kirliliği gazetelerde çarşaf çarşaf...
Burada tek amaç var:
“Yargıyı etkilemek!”
“Ergenekon” adı ortaya atılıp gözaltılar başladığından beri şunu söylüyorum:
“Yargının vereceği karara saygı göstermek zorundayız. Yargının görevini yapması için, medya etkileyici yayın yapmamalıdır.”
Yine, bu köşede hep yazdım ve yazmayı sürdüreceğim:
“Ne şeriat ne de darbe!”
Çünkü demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak görüyorum...
Bugün dinci basın, AKP medyası ve Soros’un Çocuklarının, tüm silahlı kuvvetlerini “darbeci” olarak nitelemesi; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’u karalamaya yönelik yayın yapması, beni gerçekten düşündürüyor...
Bu tür yayınların amacı nedir, kimlerin işine yarar?
2004 yılından bu yana basına yansıyan darbe savları, günlükler, belgeler ortaya çıktı...
Peki, o dönemde bu ülkenin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan değil miydi?
Niçin adı geçen komutanlar emekli edilip, yargı önüne çıkarılmadı?
Askeri, siyasal yaşamın içine çekmek için yayın yapan medyaya, politikacılara ne demeli?
AKP’ye muhalif olanları “darbeci”, “faşist”, “çeteci” diye suçlayanlar, kirli bilgi dağıtanlar için ne yapılacak?
Bir “öç alma” duygusuyla kalem oynatanlar cezasız mı kalacak bu ülkede?
***
“Ergenekon” davasına ilişkin henüz ortada iddianame yok. İş uzadıkça uzadı ve bir yılı aştı. Bir yıldır cezaevinde olanlar var. Bunlardan birisi yazar Ergün Poyraz.
İnsanlarda bir tedirginlik gözlüyorum. Gazetecilerin telefonlarının dinlendiği söyleniyor. İşadamları “sıra bana mı gelecek?” diye düşünüyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun açıklamasını okudunuz.
Ne diyordu Hisarcıklıoğlu:
“Akşam yatağa yatarken, sabah nasıl bir Türkiye’yle uyanacağımız kuşkusunu yaşıyoruz...”
AKP hükümeti TÜSİAD’a bile aba altında sopa gösterdi, Kemal Derviş’in çağrılmasına karşı. AKP’ye karşı yeni bir parti arayışı nedeniyle işadamlarında “Ergenekon kapsamına girer miyim?” kuşkusu yaygın.
Demokrasi maskesiyle öç alma peşinde olanlara sormak gerekiyor:
“2004 yılında darbe duyumu alan AKP hükümeti neden o tarihte komutanları emekli etmedi?”
Yaşananlardan gerçekten üzüntü duyuyorum...
Mustafa Balbay’ın evi dört saat aranıyor. Polisler koluna girip götürüyor.
Tercüman’ın genel yayın yönetmeni Ufuk Büyükçelebi’nin bilekleri arkadan kelepçeleniyor...
Laik medyamız suspus!..
Dinci medya ve AKP yandaşı kalemler ise saldırıda...
Şimdi hedefte rektörler var!..
Bakın “malum dincilere” nasıl hedef gösteriyor rektörleri...
Peki cumhuriyet savcıları bu tür yayınlar ve bilgi kirliliği karşısında ne yapıyorlar?
***
Dincilerin, AKP yandaşlarının, tarikat şeyhlerinin, müritlerinin dokunulmazlığı var demokrasi adına...
Kendileri gibi düşünmeyenleri “darbeci”, “çeteci”, “faşist” diye suçlayan din bezirgânları, tarikat şeyhlerinin müritleri, Soros’un Çocukları meydanı boş bulduklarını sanıyorlar!..
Dün gazetelerine baktınız mı?
Sıvas Katliamını’nın on beşinci yılına ilişkin anma törenlerinden tek satır yoktu...
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, yurtsever solculara durmadan vuran “müritler” Tayyip Bey’e ise alkış tutarlar...
Bunların demokrasiyle, özgürlüklerle, insan haklarıyla uzaktan yakından ilişkisi yoktur...
Fethullahçı-Nakşi-Süleymancı şemsiyenin “Milli Görüş” zemininde yeşerdiler ve bugünlere geldiler...
Bizim en güçlü silahımız demokrasi ve hukuktur!..
Ya onların?..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008
Hepsi bir ağızdan sesleniyorlar:
“Darbeciler hesap verecek!”
Türkiye kutuplaşma döneminden geçiyor, pek çok kişi aklını kaçırmış...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tümünü “darbeci olarak” suçluyor din bezirgânları ve Soros’un Çocukları...
Ortada bir iddianame yok ama bilgi kirliliği gazetelerde çarşaf çarşaf...
Burada tek amaç var:
“Yargıyı etkilemek!”
“Ergenekon” adı ortaya atılıp gözaltılar başladığından beri şunu söylüyorum:
“Yargının vereceği karara saygı göstermek zorundayız. Yargının görevini yapması için, medya etkileyici yayın yapmamalıdır.”
Yine, bu köşede hep yazdım ve yazmayı sürdüreceğim:
“Ne şeriat ne de darbe!”
Çünkü demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak görüyorum...
Bugün dinci basın, AKP medyası ve Soros’un Çocuklarının, tüm silahlı kuvvetlerini “darbeci” olarak nitelemesi; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’u karalamaya yönelik yayın yapması, beni gerçekten düşündürüyor...
Bu tür yayınların amacı nedir, kimlerin işine yarar?
2004 yılından bu yana basına yansıyan darbe savları, günlükler, belgeler ortaya çıktı...
Peki, o dönemde bu ülkenin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan değil miydi?
Niçin adı geçen komutanlar emekli edilip, yargı önüne çıkarılmadı?
Askeri, siyasal yaşamın içine çekmek için yayın yapan medyaya, politikacılara ne demeli?
AKP’ye muhalif olanları “darbeci”, “faşist”, “çeteci” diye suçlayanlar, kirli bilgi dağıtanlar için ne yapılacak?
Bir “öç alma” duygusuyla kalem oynatanlar cezasız mı kalacak bu ülkede?
***
“Ergenekon” davasına ilişkin henüz ortada iddianame yok. İş uzadıkça uzadı ve bir yılı aştı. Bir yıldır cezaevinde olanlar var. Bunlardan birisi yazar Ergün Poyraz.
İnsanlarda bir tedirginlik gözlüyorum. Gazetecilerin telefonlarının dinlendiği söyleniyor. İşadamları “sıra bana mı gelecek?” diye düşünüyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun açıklamasını okudunuz.
Ne diyordu Hisarcıklıoğlu:
“Akşam yatağa yatarken, sabah nasıl bir Türkiye’yle uyanacağımız kuşkusunu yaşıyoruz...”
AKP hükümeti TÜSİAD’a bile aba altında sopa gösterdi, Kemal Derviş’in çağrılmasına karşı. AKP’ye karşı yeni bir parti arayışı nedeniyle işadamlarında “Ergenekon kapsamına girer miyim?” kuşkusu yaygın.
Demokrasi maskesiyle öç alma peşinde olanlara sormak gerekiyor:
“2004 yılında darbe duyumu alan AKP hükümeti neden o tarihte komutanları emekli etmedi?”
Yaşananlardan gerçekten üzüntü duyuyorum...
Mustafa Balbay’ın evi dört saat aranıyor. Polisler koluna girip götürüyor.
Tercüman’ın genel yayın yönetmeni Ufuk Büyükçelebi’nin bilekleri arkadan kelepçeleniyor...
Laik medyamız suspus!..
Dinci medya ve AKP yandaşı kalemler ise saldırıda...
Şimdi hedefte rektörler var!..
Bakın “malum dincilere” nasıl hedef gösteriyor rektörleri...
Peki cumhuriyet savcıları bu tür yayınlar ve bilgi kirliliği karşısında ne yapıyorlar?
***
Dincilerin, AKP yandaşlarının, tarikat şeyhlerinin, müritlerinin dokunulmazlığı var demokrasi adına...
Kendileri gibi düşünmeyenleri “darbeci”, “çeteci”, “faşist” diye suçlayan din bezirgânları, tarikat şeyhlerinin müritleri, Soros’un Çocukları meydanı boş bulduklarını sanıyorlar!..
Dün gazetelerine baktınız mı?
Sıvas Katliamını’nın on beşinci yılına ilişkin anma törenlerinden tek satır yoktu...
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, yurtsever solculara durmadan vuran “müritler” Tayyip Bey’e ise alkış tutarlar...
Bunların demokrasiyle, özgürlüklerle, insan haklarıyla uzaktan yakından ilişkisi yoktur...
Fethullahçı-Nakşi-Süleymancı şemsiyenin “Milli Görüş” zemininde yeşerdiler ve bugünlere geldiler...
Bizim en güçlü silahımız demokrasi ve hukuktur!..
Ya onların?..
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008
Rejim
EĞER sonradan kıvırtıp "İngiliz gazeteci yanlış anlamış, tercüme hatası yapılmış" demeyeceklerse "askeri darbe girişimi anılarını açığa çıkarma" uzmanı olarak sivrilen "Türkiyeli" bir gazeteci şöyle demiş: "İnsanlar Türkiye'nin krizde olduğunu söylüyor ve haklılar da. Ancak hangi devrim politik kriz olmadan gelmiş ki? Bugün yaşadığımız yeni bir rejimin doğum sancılarıdır."
İngiliz The Independent gazetesi dün böyle yazmış. Kamuoyunun ne olduğunu bilmeden dehşetle izlediği ve bir yıldır sürdürülen "Ergenekon Soruşturması"nın son "büyük gözaltı" operasyonunun özeti işte bu:
Türkiye’de yeni bir rejim kuruluyor!
Türkiye'de özel olarak yayımlanan bazı gazetelerin "başyazar"ları da aynı görüşü dillendiriyor: "Artık yeni bir Türkiye'ye hazırlanın. Tarihimizde ilk kez rastladığımız bu operasyon, tarihimizin bir döneminin de sona erdiğinin işareti."
ABD tarafından Türkiye'ye iliştirilmiş gazeteciler, akademisyenler, siyasiler, sermayedarlar adını daha önce "İkinci Cumhuriyet" olarak kurdukları "yeni rejim"in "tam demokrasi" olacağını müjdeliyorlar!
Avrupa tarafından sırtları sıvazlanan mandacılar, işbirlikçiler zil takıp oynayarak yeni bir rejimle kucaklaşmaya hazırlanıyor.
Fakat şu işe bakın ki çoğu dönek solcu olan "liboş" takımı Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak için dincilerle kol kola yürüyor ve hiç utanmadan, sıkılmadan her türlü antidemokratik, faşist yöntemlere alkış tutuyor!
Bunlar, bu iliştirilmiş kişiler; İran'da şah rejimine karşı komünistlerle mollaların işbirliğinin sonuçlarını göremeyecek kadar aptal olabilir mi?
ABD'nin maddi-manevi her türlü desteğine mazhar olduklarına göre aptal olmadıkları kesin. O halde? Yeni bir rejimin doğum sancıları nedeniyle ıkınırken gözlerini kapattıkları için gerçekleri göremiyor olabilirler!
Son bir not: Independent gazetesi iki emekli orgeneralin meşhur yazar Orhan Pamuk'a suikast düzenlemek isteyen çeteyle bağlantısı nedeniyle gözaltına alındığını yazıyor. Fransızların ünlü haber ajansı AFP de İlhan Selçuk gözaltına alındığında aynı iddiayı gündeme getirmişti. Rejimin değiştirilmesinde "Orhan Pamuk" kod olarak mı kullanılıyor ne!
Delikanlı RTE’nin güneşli afişleri
ESKİ bir reklamcı olarak meraka kapıldığını söylüyor Hüseyin Güven ve İstanbul’un sokaklarında gezerken kapıldığı merakı şöyle anlatıyor: “AKP’nin kapatılma davasına örtülü bir yanıt olarak RTE’nin delikanlı edasıyla çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı ‘karanlık ve güneşin doğuşuna tanık olmak’ konulu propaganda kampanyası var ya... Her köşe başında, üst geçitte, yaya geçidinde, köprüde, reklam panolarında bez afiş olarak, baskılı olarak, serigraf olarak binlercesi yer alıyor. Başka kentlerde var mı bilmiyorum ama İstanbul bunlarla dolu. Merakım bunların bedelinin kim tarafından, nereye ve hangi kaynaktan ve hangi pazarlıklarla ödendiği. Çünkü bildiğim kadarıyla bunların baskısı falan bir yana yayınlanması büyük bütçeler gerektiriyor. Acaba AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilgili kuruluşlara bunların parası ödeniyor mu? Açıkhava reklamında uygulanan ‘rüsum’ bedelleri ne kadardır ve ödeniyor mu? Ticari bir işletme aynı alanları kullansa vereceği para ile ‘karanlık-güneş’ kampanyasının arasındaki fark nedir? Ne bileyim, merak ettim işte.”
Deniz Som - Cumhuriyet, 3 Temmuz 2008
İngiliz The Independent gazetesi dün böyle yazmış. Kamuoyunun ne olduğunu bilmeden dehşetle izlediği ve bir yıldır sürdürülen "Ergenekon Soruşturması"nın son "büyük gözaltı" operasyonunun özeti işte bu:
Türkiye’de yeni bir rejim kuruluyor!
Türkiye'de özel olarak yayımlanan bazı gazetelerin "başyazar"ları da aynı görüşü dillendiriyor: "Artık yeni bir Türkiye'ye hazırlanın. Tarihimizde ilk kez rastladığımız bu operasyon, tarihimizin bir döneminin de sona erdiğinin işareti."
ABD tarafından Türkiye'ye iliştirilmiş gazeteciler, akademisyenler, siyasiler, sermayedarlar adını daha önce "İkinci Cumhuriyet" olarak kurdukları "yeni rejim"in "tam demokrasi" olacağını müjdeliyorlar!
Avrupa tarafından sırtları sıvazlanan mandacılar, işbirlikçiler zil takıp oynayarak yeni bir rejimle kucaklaşmaya hazırlanıyor.
Fakat şu işe bakın ki çoğu dönek solcu olan "liboş" takımı Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak için dincilerle kol kola yürüyor ve hiç utanmadan, sıkılmadan her türlü antidemokratik, faşist yöntemlere alkış tutuyor!
Bunlar, bu iliştirilmiş kişiler; İran'da şah rejimine karşı komünistlerle mollaların işbirliğinin sonuçlarını göremeyecek kadar aptal olabilir mi?
ABD'nin maddi-manevi her türlü desteğine mazhar olduklarına göre aptal olmadıkları kesin. O halde? Yeni bir rejimin doğum sancıları nedeniyle ıkınırken gözlerini kapattıkları için gerçekleri göremiyor olabilirler!
Son bir not: Independent gazetesi iki emekli orgeneralin meşhur yazar Orhan Pamuk'a suikast düzenlemek isteyen çeteyle bağlantısı nedeniyle gözaltına alındığını yazıyor. Fransızların ünlü haber ajansı AFP de İlhan Selçuk gözaltına alındığında aynı iddiayı gündeme getirmişti. Rejimin değiştirilmesinde "Orhan Pamuk" kod olarak mı kullanılıyor ne!
Delikanlı RTE’nin güneşli afişleri
ESKİ bir reklamcı olarak meraka kapıldığını söylüyor Hüseyin Güven ve İstanbul’un sokaklarında gezerken kapıldığı merakı şöyle anlatıyor: “AKP’nin kapatılma davasına örtülü bir yanıt olarak RTE’nin delikanlı edasıyla çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı ‘karanlık ve güneşin doğuşuna tanık olmak’ konulu propaganda kampanyası var ya... Her köşe başında, üst geçitte, yaya geçidinde, köprüde, reklam panolarında bez afiş olarak, baskılı olarak, serigraf olarak binlercesi yer alıyor. Başka kentlerde var mı bilmiyorum ama İstanbul bunlarla dolu. Merakım bunların bedelinin kim tarafından, nereye ve hangi kaynaktan ve hangi pazarlıklarla ödendiği. Çünkü bildiğim kadarıyla bunların baskısı falan bir yana yayınlanması büyük bütçeler gerektiriyor. Acaba AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilgili kuruluşlara bunların parası ödeniyor mu? Açıkhava reklamında uygulanan ‘rüsum’ bedelleri ne kadardır ve ödeniyor mu? Ticari bir işletme aynı alanları kullansa vereceği para ile ‘karanlık-güneş’ kampanyasının arasındaki fark nedir? Ne bileyim, merak ettim işte.”
Deniz Som - Cumhuriyet, 3 Temmuz 2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)