01 Temmuz 2008

Ufuk Uras'a çağrı: Nazlı Ilıcak'a iki çift laf söyleyin lütfen

Bu tür konular üstüne kafa yormuyorum. Hem pek ilgi alanıma girmiyor hem de AKP’den CHP’ye uzanan ortaoyununa dair söz söylemeyi sevmiyorum. Ama bu kez durum farklı. Çünkü mevzu bahis olan Nazlı Ilıcak; Nazlı Ilıcak’ın demokrasi havarisi kesilmesi ve demokratlığına bizim kimi solcuları inandırmış olması. Kendisi demokrasiyi içselleştirme sürecini tamamlamış ya; diğerlerinin demokrat olup olmadığına bile karar verecek bir doygunluğa ulaşmış. Ilıcak’a göre; Mesut Yılmaz değil, Ufuk Uras gibi düşünen solcular demokrasinin önünü açabilir. Nazlı Ilıcak’ın Ufuk Uras’ı yerlere göklere sığdıramamasının nedeni ise, Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller grubunun düzenlediği bir panelde Uras’ın söyledikleri. Uras, Mesut Yılmaz’ın, Türkiye ile İran, Humeyni ile Erdoğan benzetmelerine karşı çıkıyor, dolayısıyla da Ilıcak’ın övgülerine mazhar oluyor. Bütün bunlar tartışılabilir. Ufuk Uras gibi düşünmüyorum, düşünmem de mümkün değil; Mesut Yılmaz gibi düşünmek zorunda da değilim. Ancak şunu vurgulamak durumundayım: Nazlı Ilıcak’ın övgülerine mazhar olmak, tarif etmenin mümkün olmayacağı kadar yaralardı beni. Nazlı Ilıcak’ın sol düşmanlığı alenidir. Dolayısıyla benimki sıradan solcu, Melih Pekdemir’in ifadesiyle “kazma solcu” refleksidir.

Nazlı Ilıcak ile askeri darbe ilişkisine bir göz atmakta fayda bulunmaktadır. Ilıcak’ın darbelere karşı olduğu külliyen yalandır. O, darbeyle değil, darbenin kime vurduğuyla ilgilidir. Ilıcak, sağ iktidarı alaşağı eden 27 Mayıs’a karşıdır; onlarca devrimciyi katleden 12 Mart’ın destekçisidir. Ilıcak 12 Eylül günlerinde kraldan çok kralcıdır. Çünkü 12 Eylül sola karşı yapılmıştır. 28 Şubat ve 27 Nisan ve benzeri asker odaklı girişimler onun kara defterindedir; çünkü iktidarda kendi camiası vardır. Ilıcak’a göre darbelerin iyi ya da kötü olması duruma göre değişir; iyi de olabilir, kötü de. Kimin cezaevine gönderildiği, kimin idam sehpasına çıkarıldığı, hangi kurumların kapatıldığına bakılmalıdır.

Ilıcak 27 Mayıs ile 12 Eylül’ü karşılaştırıyor, 16 Eylül 1980 tarihli Tercüman gazetesinde: “Birkaç gündür 12 Eylül harekâtı ile 27 Mayıs’ın mukayesesi yapılıyor ve hemen herkes, birincisinin üstünlüğünü ortaya koyuyor. Biz bu konuda tarafsız olamayız. Çünkü 27 Mayıs, mensubu bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Hâlbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat vardır.”

Devam edelim, etmek gerekiyor çünkü. Bugünün demokrasi aşığı, egemenliğin kayıtsız şartsız kime ait olduğu tartışmasının ahkâm kesicisi Ilıcak bakın vakti zamanında neler yazmış: “(…) Türkiye’de demokrasi, demagoji ve anarşiye dönüşmüştür. Otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdu.(…) Hürriyet halk için değil, aydınlar için lüzumludur, belki kulağa hoş gelmeyen ama gerçeği aksettiren bir sözdür. Parlamentonun feshi ve demokrasinin bir süre askıya alınması, mutlaka geniş halk kitlelerini fazla etkilememiştir.” (19 Eylül 1980 Tercüman)

Az sonra okuyacağız alıntı ise tam ibretliktir. Nazlı Ilıcak’ın bir solcuyu övmesinin nasıl yaralayıcı olacağına ilişkin yukarıdaki satırların müsebbibi aşağıdaki alıntıdır: “1974 affıyla anarşistleri sokağa salıvermiş. 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmış, (…) İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir. (…) 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.” (10 Ekim 1980 Tercüman.)

Durum bundan ibarettir. Denizlere, Mahirlere, yani bizimkilere duyduğu kin ve nefret, işte Nazlı Ilıcak budur. Darbe karşıtlığı, AKP’li olduğundandır. Şimdi hiç kimse kalkıp, “değişmiş olamaz mı” mavalı okumaya kalkmasın.

Nazlı Ilıcak birini övüyorsa, hele bu bir solcuysa, ortada bir sorun var demektir.

Bu yazı asıl olarak, Ufuk Uras’a seslenmek için kaleme alınmıştır. Sevgili Ufuk Uras, ÖDP’nin 12 yıllık üyesi olarak sizden şunu istiyorum. Çıkın ortaya ve “Denizlerin, Mahirlerin ölümüne alkış tutan Nazlı Ilıcak, benim adımı ağzına almasın” deyin.

Söyleyin ki, size dair tükenmeye yüz tutmuş umudum, bir parça çoğalsın. Nazlı Ilıcak’ın övgüsünü mü, benim umudumun çoğalmasını mı daha çok önemsiyorsunuz, bunu anlamalıyım. Sonra elbette tartışılır; sol adına AKP’nin değirmenine su taşımanın ne anlama geldiğini, ne idüğü belirsiz, omurgasız bir demokrasi söylemiyle AKP’nin Amerikancılığını bile önemsemeyen akıl tutulmasını.

Ama önce Nazlı Ilıcak’a iki çift laf söyleyin lütfen!

Seçmen sorusu: Fettullah Gülen’le ilgili beraat kararını, “Yargının kararı. Bir şey diyemeyeceğim. Hayırlısı neyse o olsun.” şeklinde yorumladığınızı yazdı gazeteler. Bir seçmeninizin aklına takılmış, beni aracı tutarak size sormuş: “Fethullah Gülen ile ilgili beraat kararını onayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu "yargı" oluyor da, türbana ret kararını alan Anayasa Mahkemesi ya da AKP’ye kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı "yargı" olmuyor mu?” Siz de beni aracı tutup seçmeninizi yanıtlayabilirsiniz.

İnönü Alpat

Kaynak: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=17888

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails